İktidara gelmek için her yol mübah mıdır? Bu uğurda kaç cana kastedersiniz? Yalnız çıktığınız, hırsla dolu bu yolda iktidara geldiğinizde etrafınızdaki kalabalıkta kimler olur? İktidarınızı sürdürebilmek için şiddetinizi ne kadar arttırır, gücünüzü ne kadar kullanırsınız? Halk sizi bu yolculukta kahraman ilan eder mi? Ahlaki sınırlarınız olur mu? Peki acıma duygunuz? Çok zorda kalsanız iktidarınız için krallığınızı neye satarsınız? Bir ata mesela!
Yoksa bu sorulara cevap ararken aklınıza tuhaf tuhaf şeyler mi geldi? Rica ederim, ben III. Richard oyununu anlatacağım size, ondan soruyorum bu soruları. Oyun, William Shakespeare’in 1592 civarında yazdığı ve İngiliz tarihinde gerçek bir figür olan Kral III. Richard’ın yükselişini ve düşüşünü anlatan bir trajedi. Oyun tarihsel bir kişiliği anlatmasının yanı sıra, Shakespeare’in insan doğası, güç hırsı ve ahlaki çöküş üzerine derin sorgulamalar yaptığı eserlerinden birisi. Bu ilgi çekici karakter dünya üzerinde yüzlerce kez hatta belki binlerce kez sahnelenmiştir. Orijinali ya da uyarlamalarıyla tiyatro, sinema ve çok sayıda sanata konu olmuştur. İçimizi rahatlatacak haber şu ki bu iktidar hastalığı tarih boyunca hep var oldu ve dünyanın her yerindeydi. Doğduğumuz zamana isyan etmenin de ülkeleri yönetenlere küsmemizin de bir manası yok. Onlar toplumların içinden çıkıyor ve nihayetinde bir süre toplumun desteğini de alıyor.
Bu hafta köşemin onur konuğu 28. İstanbul Tiyatro Festivali’nin kapanış oyunu III. Richard, oyunun yönetmeni Thomas Ostermeier ve Berlin Schaubühne tiyatro topluluğu.
Kim bu III. Richard derseniz biraz genel kültür olsun diye tarihsel olandan bahsedip sonra oyundaki Richard’a ve rejiye dönmek isterim. Kral III. Richard, 1452’de doğmuş, 33 yaşında Tudor Hanedanı ile yapılan Bosworth Savaşı’nda hayatını kaybetmiştir. İngiltere’nin York Hanedanı’ndan gelen son kraldır ve sadece 2 yıl hükümranlık sürmüştür. III. Richard, Güller Savaşı’nın bir parçası olan York ve Lancaster hanedanları arasındaki taht mücadelelerinde önemli bir figürdür. Richard, ağabeyi Kral IV. Edward’ın ölümünden sonra doğal varis olan Edward’ın oğlunun yaşının küçük olması nedeniyle önce onun akıl hocası olmuş ancak kısa süre içinde tahtta kendi hakkını ilan ederek kral olmuştur. Tabi bu işler kan akıtmadan olmaz. Neyse ki soy, kan bağı gibi yollarla yönetimin sağlandığı monarşik rejimlerde kan akıtma işi çoğunlukla aile içinde halledildiğinden kardeş, yeğen, kuzen demeden herkes öldürülür. Halk bu cinayetlerden en az etkilenir. Ama sonra yönetimin insafsızlıkları tamamen halkların meselesi olur. Bu aile içi katliamlarda Richard, ‘Londra Kulesi Prensleri’ olarak bilinen yeğenlerinin esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolmasından sorumlu tutulur. Ve daha birçok gizemli ve başkalarının üzerine atılan cinayetlerden de. Richard, savaş meydanında öldürülen son İngiliz kralıdır. Cesedi Leicester’da basit bir şekilde gömülmüş ve yüzyıllar sonra 2012 yılında arkeolojik kazılar sırasında bulunmuştur. 2014 yılında mütevazı bir törenle Leicester Katedrali içinde bir mezara gömülmüştür.
Shakespeare’in oyunda Richard’ı kambur ve fiziksel olarak çarpık bir şekilde tasvir etmesi, onun kötü karakterine vurgu yapma amacı taşısa da gerçek yaşamda arkeolojik keşif sonrası Richard’ın skolyoz yani omurga eğriliği olduğunu doğrulamıştır, ancak diğer deformasyonlar tarihsel kanıttan çok edebi bir abartı olarak sahnede hayat bulmuştur. Tarihsel kimlik olarak Richard, hukuk ve yönetim reformlarıyla tanınır. Özellikle fakirlere erişilebilir adalet sağlamaya yönelik düzenlemeler yapmıştır. Bu onu işlediği cinayetlerden ne kadar arındırır size kalmış.
Oyun, III. Richard’ın monologuyla başlar. Fiziksel deformasyonu nedeniyle toplum tarafından dışlanan Richard, tahta ulaşmak için her türlü entrikayı yapmaya kararlıdır. Richard, kardeşlerini ve tahtta hak iddia edebilecek kişileri ortadan kaldırarak kendi yolunu temizler. Hile, cinayet ve manipülasyonlarla kısa sürede tahta çıkar. Ancak iktidara giden yol, Richard’ın çevresini düşmanlarla doldurur. Zalimliği, sadık destekçilerini bile uzaklaştırır ve sonunda Bosworth Savaşı’nda Henry Tudor (gelecekteki VII. Henry) tarafından mağlup edilir. En özet haliyle konu böyle gelelim oyunun yönetmenine ve oyun ekibine.
Thomas Ostermeier, 1968 yılında Almanya doğumlu, çağdaş tiyatronun en önemli yönetmenlerinden birisi. Onu tanınır yapan özelliklerinden birisi klasik eserleri ve modern metinleri yenilikçi ve kışkırtıcı bir şekilde yorumlamasıdır. Ostermeier, metinlerin toplumsal bağlamıyla güçlü bir bağ kurmasıyla tanımlanır. Prodüksiyonlarında multimedya unsurları, dinamik sahneleme ve çarpıcı oyunculuklara sıkça yer vererek eserleri hem erişilebilir hem de düşündürücü hale getirir. Oldukça prestijli ödüllerin sahibi yönetmen, 2011 yılında Venedik Bienali Teatro’da Yaşam Boyu Başarı Altın Aslan Ödülü ve 2019 yılında On İkinci Gece prodüksiyonu için Molière Ödülü almıştır.
Bir paragrafla da topluluktan bahsetmek istiyorum, sonra oyun dedikodusu yaparız bolca. Berlin Schaubühne, 1962 yılında kuruldu. Bertolt Brecht’in etkisi altında kalan bir grup tiyatro öğrencisi tarafından, başlangıçta radikal ve deneysel bir sanat merkezi olarak dikkat çekti. Kuruluş felsefesi, eşitlikçi ve kolektif değerler üzerine inşa edilmişti; sanatın politik ve toplumsal meseleler aracılığıyla bir etkileşim aracı olmasına odaklandı. Tiyatronun yönetiminde Peter Stein, Robert Wilson ve Sasha Waltz gibi önemli isimler yer aldı. 1999 yılından itibaren Ostermeier, Schaubühne’nin sanat direktörü olarak tiyatroyu 21. yüzyıla taşıdı. Schaubühne, klasik eserler ile çağdaş yapımları birleştiren yenilikçi, deneysel rejileriyle uluslararası alanda büyük bir ün kazandı. Almanya’da yaşayan okurlarımız ya da yolu Berlin’e düşecek olan tiyatro severlerin ihmal etmemesi gerek bir topluluk.
Oyun kapalı gişeydi. Biletler festival programının ilan edilmesinden de önce, haziran ayında satışa çıkmıştı. 2,5 saat, arasız III Richard oyunu ancak Ostermeier rejisiyle seyredilebilirdi. Seyirci salona alınırken perde kapalı değil, en sevdiğim. Oyun başlamadan hayaller kurmak için seyirciye tanınan zaman gibi gelir bana. Minimalist sahne tasarımı ve yoğun canlı müzikle dikkat çekecek oyunun enstrümanları, yanmış metal görünümlü sahne, hâkim sarı kahve tonlar ile oyunun karanlık yapısı hakkında fikir veriyor. Eğik bir platform, iki katlı bir yapıdan ibaret arka bölüm, merdivenler, direkler konstrüktif dekor tasarımında oyuncuların aksiyonuna ve metne hizmet ediyor. Alt katın ortasında büyükçe iki parçalı halı kapı görevi görürken, orijinal rejide zeminde toprak olması anlatımı metaforik olarak çok günlendiriyorlar. Biz topraksız versiyonu seyrettik. Oyun sırasında dekorların oyuncular tarafından rejiyi kesintiye uğratmadan sahneye girip çıkması seyircinin oyundan kopmasına izin vermiyor. En önemli aksesuar ise tavandan sahnenin ortasına uzanan, trapez halatı gibi de kullanılan mikrofon. Aynı zamanda ışık ve kamera da olan bu detay oyunda III Richard’ın iç dünyasını, rüyalarını, planlarını seyirciye anlattığı anlar için kullanılıyor. Zamanı kırmak dışında, oyunun büyülü dokusundan seyirciyi çıkartıp, Brecht dokunuşlarıyla seyirciyi olaylara tanıklık eden, sorumlu yapan, düşünmeye zorlayan dokunuşlara davet ediyor. Video projeksiyonla gerçekleşen final oyunun doruk noktası diyebilirim. Belki günümüz için eskimiş bir teknoloji gibi görülse de oyun 2015 de ilk kez sahnelendiğinde yarattığı etki kadar kuvvetli. Afife oyununda kullanılan ve yerini asla bulamamış bu fikrin nereden alıntılandığı da dikkatli seyircilerim için bir göz kırpması olsun aramızda.
Işık seli, şöleni olmadan sahnede bu işin nasıl yapılması gerektiğiyle ilgili okul gibi bir reji izlemenin keyfi tarifsiz. Kimi anlarda seyirci ışığının açılması, seyirciyi görünür kılması da başka bir Brecht dokunuşu. Tıpkı Richard’ın ahlaksızlıklarına onay almak için Richard’ın seyirciyi gaza getirtip alkışlatması gibi. Benzer minimalist bir seçim de kostüm tasarımında ve renklerinde gizli. Siyah ve beyazdan ibaret renk seçimi ile iktidar yolundaki ilerlemeler net şekilde anlatılıyor. III Richard’a hayat veren oyuncu Lars Eidinger ise tüyler ürperten bir baştan çıkarıcılıkla eleştirmenlerin “Karanlıkta bile parlıyor” sözleriyle övgüyü fazlasıyla hakkediyor. Eidinger için yazılan şu satırları burada paylaşmak isterim; ‘‘Eidinger, III. Richard’da bir rock yıldızına dönüşüyor, seyircide merhametsiz krala karşı umulmadık bir sempati uyandırıyor ve tüm çekiciliğiyle seyirciyi kralın suçlarına ortak ediyor. Komediyi, gerilimi, melankoliyi ve her şeyin ötesinde trajik bir yalnızlığı güçlü oyunculuğuyla sahneye aktarıyor.’’ Oyun boyunca sırtında taşıdığı kamburu, aksayan yürüyüşü, bir ayağı daha büyük ayakkabısıyla ve kafasındaki cellatların taktığı aksesuarıyla ona nasıl sempati duyabildiğimize şaşırıyoruz. Bizi güldürdüğü anlara da.
Oyunda etkileyici anlardan biri de Richard’ın emriyle kardeşi Clarence’in cellatlarca öldürüldüğü sahne. Kendi kanında boğulan Clarence’ın yerde oyun boyunca kalan kanı, ele geçirilmiş topraklar ve iktidarın kanla yazıldığının apaçık okuması. Sanırım teknik zorluklar nedeniyle olamadı, eğer oyun orijinal rejideki gibi toprak zeminde oynanabilseydi bu duygunun daha da kuvvetle seyirciyi tutması mümkündü. Oyun bize ulaşana kadar iki erkek oyuncuya iç çamaşırı giydirilmesi de sansür kurulunun isteği olabilir, bilemiyorum. Sadece Richard’dan bahsedince diğer oyuncuların performansına haksızlık etmiş olurum. Margaret’i canlandıran erkek oyucunun akıcı konuşma hızı zihnimden asla gitmeyecek. Koreografiler yerini bulmuş, zarafet, çeviklik, ölçülü oyunculuk hepsi bu ekibi tarif eder.
Oyunda yer alan müzikler ortamın şenlikten, yasa, zaferden, savaşa her dönüşümünde kulakları kimi zaman rahatsız edici düzeyde metalik efektlerle ya da canlı performanslarla oyunun parçası olmaya devam ediyor.
Oyuna dahil olan prens kuklalar ise oyuncular kadar sahnede yer kaplıyorlar. Oyunlarda kukla kullanımına başka bir yazımda daha geniş yer vermek üzere biraz da Ostermeier’in III Richard’a nasıl baktığına değinmek isterim. Yönetmen bir seri katil ya da psikopat Richard yerine onun iç dünyasındaki çatışmalara, bölünmelere, kimi zaman sempatik ya da neredeyse yaptıklarını anlaşılır kılacak bir diktatöre dönüşümüne odaklanıyor. Sonuçta aristokrat kandan gelen biri O. İktidar hırsı, yalanlarından ve ahlaksızlıklarından utanmaması onu yüz yıllardır bir yerlerden tanıdığımız çok sayıdaki insana benzetmemize sebep oluyor. Ostermeier’in ifadesiyle uygar bir toplumda asla gerçekleştirmeyi göze alamayacağımız en karanlık arzularımızı sahneleniyor.
Her iktidarın sonu vardır. III Richard gibi sonu savaş meydanında ölümle gelenlerin dönemi bitti. Richard bindiği atın öldürülmesi dolayısıyla kral atsız kalır ve oyunun sonunda, İngiliz edebiyatının en unutulmaz repliği duyulur; ‘‘A horse, a horse! My kingdom for a horse!’’ ‘‘Bir at, bir at! Bir at için benim krallığım!’’ Nasıl Ostermeier seyirciyi sadece ‘seyir eden’ olmaktan çıkartıyorsa ben de sizi sadece okuyan olmaktan çıkartıp, hayal eden, düşünen okura dönüştürmek istiyorum. Bu son cümle hepimizin umudu olsun. Bir at için benim krallığım! İyi hafta sonları