La Bella Figura İtalyanlarca kullanılan bir söylem. Güzel figür, güzel insan, güzel resim demek. İçerik olarak kaliteli bir yaşam yaratmak, iyi görünmek, iyi izlenim bırakmak gibi basit ama güzel olandan yana. Tıpkı Kant’ın güzel ile kurduğu ilişkinin estetik kavramını belirlemesi gibi. Güzel olan amaçsız bir uyum taşıyandır ve faydalı olmak zorunda değildir. Bu hafta İstanbul Devlet Tiyatroları’nın Ekim sonunda prömiyerini yapan oyunu Bella Figura köşemize konuk.
Son iki sezondur kurumsal tiyatroların repertuvarına baktığımda İBB Şehir Tiyatroları açık ara öndeyken benim için okul olan devlet tiyatrosunda Bella Figura’yı seyretmeye gitmek heyecanlıydı.
Oyunun yazarı Yasmina Reza. Fransız yazar sadece tiyatro oyunları yazmıyor, romanları, senaryoları var ve bu işlerinin çoğu önemli ödüllere sahip. Ayrıca oyunculuk deneyimini de yaşamış bir kadın. Molière Çeviri, En İyi Yazar, En İyi Oyun Ödülleri, Tony Ödülleri, Cesar Ödülü gibi farklı kategorilerde ödüller almış Reza. Yazar Bella Figura oyununu 2015 yılında Almanya'nın Schaubühne Tiyatrosu için yazmış. Ve hayran olduğum Alman yönetmen Thomas Ostermeier tarafından sahneye konmuş. Türk seyircisi yazarı ‘‘Vahşet Tanrısı’’ oyunu ve Roman Polanski’nin yönettiği filmi ile aslında yakından tanıyor.
Yazar Yasmina Reza
Oyunun yönetmeni Hakan Çimenser, dramaturg Selen Korad Birkiye. Oyunda olaylar şöyle gelişir; sevgilisi Andrea/Ebru Şatıroğlu ile kaçamak yapmak için bir restorana gelen Boris/Eray Cezayirlioğlu, karısının yakın arkadaşı Françoises/Ebru Kaymakçı’nın kayınvalidesi Yvonne Blum/Gönen Aykaç arabayla çarpar. Eric Blom/Aral Seskir’in annesinin doğum günü için aynı restorana gelmiş bu üçlü ile kaçamak yapan ikiliyi ilginç bir gece bekler. Sıcak bir yaz gecesi, yakındaki sazlıktan gelen kurbağa sesleri ve sivrisinekler oyunun atmosferinin boğuculuğunu belirler. Oyun başladığında iki sevgili Andrea ve Boris arabada tartışırlar. Boris evli, iflasın eşiğindedir ve beş yıldır Andrea ile birliktedir. Andrea ise eczanede ilaç hazırlayan, boşanmış bir annedir. Geldikleri restoranı Boris'in karısı önermiştir. Andrea restorana girmek istemez, arabadan çıkmayı reddeder. Boris arabanın direksiyonuna geçer arkadan geçmekte olan Yvonne'a çarpar. Derken yaşlı kadının oğlu ve gelini sahneye girer ki bu Boris’in karısının arkadaşından başkası değildir. Aksi taktirde kriz üretmek ve onu çözmeye çalışmak mümkün olmaz. Seyirci için merak duygusu gıdıklanmaz. Bu aşamadan sonra elimizde çekirdeklerimizle yan bankta olanları seyretmeye başlarız.
Karakterlerin en içteki yetmezliğini, korkularını, kusurlarını, yalnızlık kaygısı karşısında insani korkaklığını, mutluluğu arayışını, evlilik müessesesinin çöküşü, başarısız çiftlerin modern yalnızlığını ve yaşlılığın trajedisini, sürrealist ve kara mizah bir anlatımla sahneden aktarıyor, başka bir deyişle yaşamın felsefesi tartışılıyor. Andrea’nın nevrotik halleri, sürekli yatışıcı ilaç kullanması, sigara içmesi, yaşlı annenin sürekli kendi ilaçları hakkında sorular sorup notlar alması, hayat dolu Andrea’ya hayranlık duyması, onları doğum günü yemeğine kalmaya ikna etmesi, Françoise’nin içine düştüğü durumdan duyduğu rahatsızlık vs.
Oldukça çok kırılma anına sahip dram ve komedinin bir arada olması beklenen bir vodvil. Yazarın gündelik hayattan seçtiği bu karakterlerin çatışmaları çok yerde maalesef seyircide yankı bulmuyor. Kalp atımı gibi bazen çok hızlanması, bazen yatışması gereken anlar oyunun temposunun iyi ayarlanamamasından lineer (düz) bir çizgide ilerliyor. Karakterlerin bu geceden değişmeden çıkmaları olanaksız ama o değişimin olduğundan emin değilim.
Salona girdiğinizde büyülü tiyatro perdesi kapalı değil. O nedenle sahnenin içinde gerçek bir araba görünce biraz şaşkınlık oluyor tabi. Çağdaş bir metnin yirminci yüzyılın başlarının en popüler akımı olan natüralist bir yolla sahnelenmesi yönetmenin tercihi. Burada aklıma ‘madem imkânım var öyleyse metinde ne geçiyorsa aynıyla sahneye koyalım’ denmiş gibi geliyor. Kısa bir araştırmanın ardından Schaubühne Tiyatrosu 2015 yılında arabayı sahneye koyduğunu öğrenince Almanların bizi kıskandığı fıkrası aklıma geliyor. Araba o kadar gerekli mi derseniz kararı seyirciye bırakıyorum. Arabanın Yvonne’ye çarpma anı sahicilikten epey yoksun. Araba ne kadar gerçekse kaza o kadar mış gibi.
Sahnenin diğer bölümüne geçtiğimizde ise restoran olduğu konusunda ısrar edilmese bir evin arka bahçesi denebilecek iç ve dış mekân görünüyor. Biri konukları bahçede ağırlamak üzere kurulmuş bir düzen diğeri ise iç mekânda kurulmuş hazır, tek bir yemek masası ve tuvalet. Bir evin yemek odası olması daha mümkün bir tasarım. Detaylar atlanmamış. Sifonun çekilmesinden, tuvalet kağıtlarına, sivrinsek kovucudan, içkilere kadar. Oyunun başından sonuna sahnede görmeden varlığına ikna olduğumuz sivrisinekler var. Ama bu hoş detay çok fazla tekrarla gözümüze sokulmasaydı, hınzırca düşünülmüş bir hoşluk olarak dikkatli seyirciye kendini iyi hissettirdi. Yönetmen bize bu konuda güvenmemiş anlaşılan.
Bu oyunun Bella Figurası Gönen Aykaç’tı. Zarafeti ve oyunculuk gücü, onunla birlikte sahnedeki diğer oyuncular için şans olsa gerek. Oyunculuk üslupları olarak birbirine yakın sanatçılar içinde öne çıkan diğer isim Ebru Şatıroğlu. Oyunun en eğlenceli anlarının tuvalette geçiyor olması hoştu. Gerçi sahnede en dar alan olan tuvalette tüm oyuncuları aynı anda görmeye çalışmak bazı açılardaki koltuklar için pek mümkün olmadı. Bir kaçan fırsatta tuvaletteki krizin mış gibi çözülmesi idi.
Kostümler, aksesuarlarıyla birlikte titizlikle çalışılmıştı. Işık tasarımında Yakup Çartık, sakince bize zamanı, mekânı işaretliyordu. Kostümler Duygu Ergüven Saykan’a, dekor tasarımı Gözde Yavuz’a ait.
Tanıdık ve evrensel bir yerden başlayan konu bir sonuca bağlanmıyor. Metin burayı açık bırakmış. Seyirciyi hayatın akışındaki bir ana tanıklık ettiriyor ama bu an karakterler üzerinde bir değişim, dönüşüm yaratmadığından ya seyircinin tanıdık bir yanına dokunup kayboluyor ya da hiç değmiyor. Tüm bunlara rağmen tek perde, bir buçuk saatlik oyunda sahnede dikkatimi dağıtmadan kaldım.
Beklenti çıtamızı ödenekli tiyatrolarda daha da yukarıda tutmak arzumdan bunca söz. Klasikler kadar çağdaş metinlere ve rejilere ihtiyacımız var. Devlet tiyatrolarının misyonunda yeni seyircileri tiyatroya kazandırmak, erişilebilir bilet fiyatlarıyla çok sayıda seyircinin tiyatroya gelmesini sağlamak çok önemli. Hele de ekonomik krizin bu kadar derinleştiği zamanlarda insanları evinden çıkartmak için Bella Figura işlere daha çok ihtiyacımız var. İyi pazarlar.