Başı açık ‘şeytan’ kadınlar

Çok uzun yıllar hep, laik/agnostik ya da İslam’a farklı bir bakış açısıyla yaklaşanların başörtülü kadınlar hakkında ne düşündüğü, ne dediği...

Çok uzun yıllar hep, laik/agnostik ya da İslam’a farklı bir bakış açısıyla yaklaşanların başörtülü kadınlar hakkında ne düşündüğü, ne dediği konuşuldu. Kadınların başının örtülmesini neredeyse İslam’ın 6. şartı haline getirenler, hep karşı saftakileri sorguladı.

Üstelik demokrasi sosuyla süsleyerek!

Demokrasi herkesin inandığı gibi yaşaması ise bakalım demokrasi savunucuları bu özgürlüğün yanında yer alacak mıydı!? Haklardan dem vuranlar bakalım bu sınavdan geçebilecek miydi?

Başta liberaller, geniş bir kesim başörtüsü ‘hakkını’ savundu. Hatta önde gelen isimleri ekranlarda nutuklar attı, bazıları koştura koştura eylemlerinde yer aldı.

O dönemde kendi programımda ya da davet edildiğim yayınlarda hep şunu söyledim:

“Eleştiremeyeceğim bir meseleyi körü körüne desteklemem. Elbette tek tek bireylerin hakkını savunurum. Ancak başörtüsü dayatması ve arkasındaki GERÇEĞİ anlatamadığım sürece, mesele benim için bir özgürlük talebi değildir. Dolayısıyla yanında olmam.”

***

Şunu söylemeye çalıştım. Çalışıyorum.

Tek tanrılı/kitaplı dinler, doğaları gereği ‘TEK TİP’ insan ister. Kurallar dayatır. O kuralların dışına çıkılmasına izin vermez. Çıkanları da affetmez.
Bir topluma ve bireylerine o kuralların dayatılması, en hafif deyimle ‘baskıcı / otorite’ nitelemesini hak eder. Hele Erdoğan’ın bir vakitler söylediği gibi “Velev ki bizim siyasi simgemiz” diye bakılıyorsa… Hele o ismin tek adam olarak yönettiği ülkede, başörtüsü konusunda iki çift laf etmenin -başıma geldiği üzere- sonu mahkeme ise!

***

Türkiye’de mesele, yıllarca çok yanlış bir zeminde tartışıldı.
Biz başörtülü kadınları konuştuk, evet! Ama onların BİZLER İÇİN ne düşündüğünü, söylediğini hiç duymadık.

Öyle ya, acaba onlar benim gibi başı açık kadınlar için ne düşünüyordu? BİZLERE NASIL BAKIYORLARDI?

Bu konuda bildiğim tek örnek, 2000’li yılların başında TEMPO dergisinde yer alan bir araştırma dosyası oldu.

Sorunun yanıtı çok netti: Başörtülü -çoğu üniversiteli- genç kızlar, başını örtmeyenlere CEHENNEMLİK gözüyle bakıyordu.

Kimisi acıyarak ifade ediyordu bunu, kimisi öfke ve hatta kinle!

Ama duyguları bir yana, cehennemde yerimizin hazır olduğunda hemfikirlerdi.

BirGün‘ün ortaya çıkardığı kitaptaki figürler, bunun en net fotoğrafını sergiledi.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın öğretmenler için hazırlattığı kitaptaki kadınlardan söz ediyorum.

Görmüşsünüzdür; çocuklar başı açık kadınlardan ‘şeytan görmüş’ gibi korkuyor, uzaklaşmaya çalışıyor. Başörtülü kadınlar ise şefkatin cisimleşmiş hali, çocuklara sığınak oluyor.

Sorumun yanıtını artık herkes biliyor. Başı açık kadınlar şeytanlaştırılacak. Bunun doğal sonucu olarak da kamudan başlayarak kadınların örtünmesini dayatacaklar. Belli bir kesimi -çeşitli pragmatik nedenlerle- görmezden gelerek, toplumu İhvan kılığına kıyafetine sokacakla

***

Anaokulundan başlayarak çocukların beyinlerine akıtılan zehrin nelere yol açtığına dair sayısız tanıklık var. Sosyal medya, özellikle BirGün’ün manşet haberinden sonra ne öykülere sahne oldu.

Aklımda kalanlardan birinde, bir baba “ilkokul öğrencisi oğlum, kadın diye halasından uzak durmaya başladı” diye yakınıyordu.

İnsanlık tarihi, kadın düşmanlığının -çoğu kez dinler üzerinden- sistemli biçimde yürüdüğünü anlatır.

Epey yüzyıl devirmiş dünyamızın bu çağında, o düşmanlığın tarihe karışması beklenir aslında. Ya da umulur!

Oysa, anlatacağım anekdot, ‘bu çağa’ ait. Tamı tamına 1987 yılına... Yani, Cumhuriyet’in 64’üncü yaşına...

O yıl, Erdoğan Refah Partisi İl Başkanı. Partisinde öne çıkmaya ve belki de Batı’nın dikkatini çekmeye başladığı bir dönem yani…Erdoğan’ın yol arkadaşlarından biri, o günlere dair şunu anlatıyor:

“Yalçın Özer diye bir arkadaşımız vardı. Onun vasıtasıyla komşularından birisinin evinde ‘ev sohbeti’ düzenlemiştik. Sohbet bittiğinde ev sahibi arkadaşa üyelik teklifinde bulunduk. Adam teklifimizi kabul etmemek için bin dereden su getiriyor, nazlanıp duruyordu. Tam o sırada mutfaktan ‘Beni yazın’ diye bir ses geldi. Seslenen, evin kızıydı. Doğrusu, ‘kadınları üye yapmıyoruz’ demeye dilimiz varmadı. Formu doldurup kızımızı üye yaptık. Ne var ki, uzun süre üye kayıt defterine işleyip İl’e gönderemedik.” (*)

Uzun lafın kısası, sonunda topu üzerlerinden atmak için formu Erdoğan’ın başkanı olduğu İl’e göndermişler. İl onay vermiş ve İLK KADIN ÜYE, böyle bir rastlantıyla partiye katılmış.

***

BİR LİDERİN DOĞUŞU adını taşıyan kitabı okuyunca daha iyi anlıyorsunuz. Erdoğan’ın siyasi hayatında, inançları ile siyasetin gerektirdiği pragmatik/faydacı görüş hep iç içe olmuş. Bu iki ‘cephe’ kimi zaman başarıyla birlikte yürümüş, kimi zaman çelişkileriyle çatışmalara yol açmış.

Hiç akıllarında yokken, böyle bir olay üzerine kadınları üye yapmaya başlamışlar... Öte yandan, aynı Erdoğan, aynı dönemde “Cemaatlerden oy alamıyoruz, oralara uzanmamız lazım” demiş. Böylece, kadınları birer ‘fedai’ gibi sahaya sürerken, kadın düşmanı cemaatler/tarikatlar ile bağlar sıkılaştırılmış. Ve onlara “Sizin isteklerinizin de zamanı gelecek, sabredin” denmiş.

İşte o zaman, bu zaman!

Evleninceye kadar yanından ayırmadığı, her hassas meselenin tanığı yaptığı kızı Sümeyye, bugün ‘evinin kadını’. Arada bir, Erdoğan ailesinin kadınlarıyla birlikte ‘kadın derneklerinde’ boy gösterdiğine bakmayın. Kimilerinin Erdoğan’ın halefi gözüyle baktığı Sümeyye, bugün eve sürgün!

Tıpkı, -bir zamanlar sahaya sürdükleri- siyasi İslam davasının en ateşli askeri AKP’li kadınlar gibi.

Onlara “Tamam, işiniz bitti” dendi, “Artık evlerinize dönün ve çocuk doğurup davaya uygun insanlar yetiştirin.”
Onların işi bitti. Sırada, ÖTEKİ KADINLAR var.

O kadınlar da, ya örtünecek/hizaya girecek/evine dönecek... Ya da ‘şeytan’ muamelesi görüp, belki kendi çocuğunun gözünde bile ‘günahkâr’ sayılacak.
Küçümsemeyin, gözünüzü kapatmayın.

Bunlar artık kâğıt üstündeki ideolojik sayıklamalar değil, üçer beşer artarak karşımıza çıkan vakalar.(*) BİR LİDERİN DOĞUŞU / Hüseyin Besli - Ömer Özbay / Meydan Yayınları

Türkiye Haberleri