Kelepçeli elleriyle gözyaşını silmeye çalışan Migros işçisi Gülabi Aksu’un görüntüsü kolay kolay unutulmayacaktır.
“Çoluk çocuğumuzun ekmeği için, rızkı için mücadele ediyoruz” diyen Aksu, diğer arkadaşlarıyla birlikte kelepçelenip gözaltına alındı.
Şimdi Gülabi Aksu ile evinin önüne gittiği patronları aynı gemide mi?
Aksu ile onu işten çıkaran patronları bu ülkenin nimetlerinden birlikte mi faydalanıyorlar? Ekonomik krizin külfetini birlikte mi omuzluyorlar?
Veya motokuryeler.
Carları pahasına akşama kadar motor üstünde arı gibi çalışıp kirasını, elektrik faturasını ödeyemeyen, “eve ekmek götüremiyorum, şurada ölsem daha iyi” diyen kurye ile onu işten atan patronları aynı gemide mi? Ülkenin kazancından birlikte mi faydalanıyorlar? Külfetini birlikte mi paylaşıyorlar?
Hayır.
Ülkenin kazancından birlikte faydalanmıyorlar. İşçiler, ülkenin kazancından; yaşayacakları kadar, çoluk çocuğunun rızkına yetecek kadar, kirasını, elektrik faturasını, yol parasını karşılayacak kadar pay istediklerinde işten atılıyorlar.
Karşılarında işvereni değil kolluk güçlerini görüyorlar. Yaka paça kelepçelenip gözaltına alınıyorlar. Devlet gücünü, işçinin haklarını alması için değil hakkını isteyeni kapının önüne koyan sermayeden yana kullanıyor. Marks’ın “devlet hakim sınıfların baskı aracıdır” sözünün hakkını veriyor.
Ortada ülkenin kazancından birlikte yararlanma gibi bir durum yok.
Külfete birlikte katlanma diye de bir durum yok.
Ülkenin nimeti kârını maksimum düzeyde tutmaktan en küçük bir ödün vermeyen sermayeye, külfeti ise “12 saat çalışıyorum, eve ekmek götüremiyorum, şimdi şurada öleyim ya ne var ki daha iyi” emekçiye düşüyor.
Nimet-külfet tablosuna bakalım.
Türkiye’de en üsteki yüzde 20, milli gelirin yüzde 48,9 oranıyla yarısını alıyor. En alttaki yüzde 20 ise milli gelirin yüzde 5,9’nu alabiliyor. Nimet tablosu böyle. Milli gelirin yarısı en üsttekilere, yüzde 6’sı en alttakilere.
Külfete bakalım.
Türkiye’nin vergi gelirleri içinde KDV, ÖTV gibi dolaylı vergilerin payı yüzde 55-56 civarında.
Gelir vergisinin payı yüzde 21.
Kurumlar vergisinin payı yüzde 9.
Kurumlar vergisini şirketler öder. Nimetin yarısını alanların devlete ödedikleri verginin toplum içindeki payı yüzde 10 bile değil.
Sudan elektriğe, ekmekten doğalgaza, mamadan süte kadar her şeye KDV ödeyen, ücretinden gelir vergisi peşin kesilen emekçi yığınlarının ödediği dolaylı ve dolaysız verginin toplam içindeki payı yüzde 60’ı aşıyor.
Külfetin dağıtımı da böyle.
Hal böyleyken külfet nasıl birlikte omuzlanacak?
Bunun yapılabilmesi için külfet tablosunun tersine dönmesi gerekir.
Gelirin yarısını alanlar vergi yükünün en az yarısını üstlenmeli ki nimet-külfet dengesi sağlanabilsin. Hem gelirden en çok payı alıp hem en az vergiyi ödemek zenginlerin nimetten yararlanıp, külfeti yoksulların omuzuna yıktıklarını gösterir.
“Nimet bana, külfet sana” düzeninde herkes aynı gemide değildir.