Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, “Hepimiz aynı Türkiye gemisinin içindeyiz. Bu gemi hızla yol alırsa kazanan hepimiz olacağız. Bu gemi, güvenlik gibi ekonomi üzerinden açılan deliklerden su alarak batarsa hepimiz boğulacağız” dedi.
Erdoğan ayrıca, artık kimsenin parasının değerinden endişe ederek dövize ve altına yönelmesi için neden kalmadığını belirterek, vatandaşları Türk Lirası’na dönmeye davet etti. Döviz ve altın almanın ekonomi gemisinde delik açmak anlamına geleceğini söyledi.
Muhalefetten ilk itiraz Erdoğan’ın “aynı gemideyiz” sözlerine geldi. Aynı itirazın sosyal medyada toplumun değişik kesimlerinden de geldiği gözlendi.
“Aynı gemide miyiz” sorusu haklı bir sorudur.
İktidar mensupları ve iktidara yakın çevrelerin ekonomik olarak tuzu kuru. Bu çevre içinde yer alanların zenginleştiği bir sır değil. Sadece kamuoyuna yansıyan haberler izlense AK Parti iktidarında siyasi veya bürokratik olarak üst düzey görev yapanların ve ailelerinin iş dünyasına girdikleri, sermaye sahibi haline geldikleri veya “huzur hakkı” adı altında devletin veya özel sektörün çeşitli kurumlarından yüksek tutarlarda üç-beş maaş aldıkları biliniyor.
Halkın büyük çoğunluğunun ise su almakta olan kırık dökük bir gemiye doldurulduğu da bir gerçek. Ancak bu batmakta olan gemide iktidar mensupları ve iktidarın iş verdiği çevreler yok.
Hazineden döviz garantili milyarlarca dolar ve euro’luk ihale alan, milyarlarca liralık vergi muafiyeti olan, milyarlarca liralık teşvik alanlarla, çocuğuna dondurma alamayan, kirasını ödeyemeyen, dolmuşa binerken bile hesap yapan vatandaş aynı gemide olabilir mi?
Akşama kadar ucuz ekmek kuyruğunda bekleyen, yağı, şekeri daha nerede bulabilirim diye market market gezen, elektrik faturası yükselmesin diye akşamları televizyon ışığında oturan emekliyle, yalılarda, villalarda oturup birkaç milyonluk arabalarla gezenler, “her şeyi alıyoruz, sepetleri dolduruyoruz, döke saça yiyoruz” diyen AK Parti il yöneticileriyle aynı gemide olabilir mi?
Olamaz.
O nedenle vatandaştan gelen “aynı gemide değiliz” itirazı haklı bir itirazdır.
“Döviz, altın almayın, Türk Lirası’nda kalın” tavsiyesine yapılan itirazların da haklı nedenleri var.
Geçinmekte zorlanan, maaş gününü borç harç getiren vatandaşın zaten altın, döviz alması mümkün değil.
Biraz tasarrufu olan vatandaş için ise Türk Lirası’nda kalmanın bir getirisi, bir cazibe yok.
Resmi rakamlara göre enflasyon yüzde 80. Vatandaşın parasını koruyabilmesi için en az yüzde 80 oranında bir getiriye sahip olması lazım.
Ancak iktidarın belirlediği politika faizi yüzde 13, bankaların tasarrufa verdikleri faiz ise yüzde 17 civarında.
Bu durumda vatandaş parasını Türk Lirası’nda tutarsa, tasarrufu enflasyon karşısında güneş görmüş kar gibi eriyor.
Bu nedenle de döviz, altın alarak tasarrufunu korumaya çalışıyor.
Kaldı ki iktidar, tasarrufunu kur korumalı mevduat hesabına yatıranların aldığı yüzde 17 oranındaki faizin enflasyon karşısında az olduğunu bildiği için dolar kurundaki artışı esas alarak aradaki farkı devletin kesesinden ödüyor.
Eğer dolara, altına yatırım yapmak için bir neden kalmadıysa, iktidar kur korumalı mevduat hesabını neden dövizdeki artışa bağlanmış durumda? Türk Lirası’na güvenmek gerekiyorsa iktidar neden milli paramızı dolara endeksledi?
Türk Lirası’na dönmek gerekiyorsa köprü geçişleri neden dolarla hesaplanıyor? Altyapı ihalelerinin verildiği belli şirketlere neden döviz veya dövize endeksli ödemeler yapılıyor? Bu ödemeler neden Türk Lirası’na çevrilmiyor?
İktidar vatandaşa “liraya dönün” çağrısı yapmadan önce kendisinin liraya dönmesi gerekir.
Ancak dönmüyor.
Mütaahhitlere dolar üzerinden ödeme yapılıyor, Hazine’den dolar garantisi veriliyor, köprü geçişleri dolar üzerinden fiyatlandırıyor. Kur korumalı mevduat dolar garantisi altında.
Bu durumda, “aynı gemideyiz,” “altın, döviz almayın lirada kalın” çağrılarına yapılan itirazlar haklılık kazanıyor.