Canı yanan sokakta, buz gibi hava, evde kabus gibi elektrik, doğalgaz faturalarıyla insanlar canından bezer hale gelmiş. Buzdolabı bomboş, marketler, çarşı-pazar ateş pahası. İşsizlik pik yapmış, salgınla yarışıyor. Türkiye, derin bir yoksullukla boğuşurken neyse ki Bakan Dönmez, "Elektrik ve doğalgazda desteğimiz devam ediyor!!!" diyor da içimiz ferahlıyor! Şaka gibi! Neden, nasıl bu hale geldik? Çare ne? Peki çözüm nerede? İYİ Parti'nin Kalkınma Politikaları Başkanı Prof. Dr. Ümit Özlale, sahada bu durumun en yakın tanıklarından biri... Sordum, anlattı.
- Sizinle söyleşi yapmaya hazırlanırken bir haber okudum. O haberde dolmuşta bayılan bir kadın vardı. Evine gidenler buzdolabını boş buldu. 3 yaşındaki çocuğunu şekerli su vererek besliyordu. Doğalgazı kesikti... Sahada çalışan bir siyasetçi olarak söyler misiniz, bu olağanüstü bir örnek mi, yoksa uykularınızı kaçıran böyle başka örnekler var mı?
Oyuncak istemesi gereken yaşta elimden tutup beni bakkaldan yiyecek almaya götüren çocuk… İstanbul’un orta yerinde 12 yaşında daha kimliği bile olmayan bir kız… ‘Bayat ekmeği tavuklara götüreceğim diye yalan söyledim, aldım eve getirdim ve eşim üşenmeden yaptı, oturduk yedik’ diyen bir emekli amcamız… Atanamadığı için intihar eden ya da tehlikeli işlerde çalışırken iş kazası sonucu vefat eden gençlerimiz… Yağışlı havada ekmeği daha ucuza almak için metrelerce uzunlukta kuyrukta bekleyen vatandaşlarımız… İstanbul gibi bir metropolde yeterince beslenemediği için bodur kalmış çocuklarımız… Tabii bir de hayattan tek beklentisi, şehit olan oğlunun isminin okuduğu ilkokula verilmesi için yıllarca mücadele eden, ama başaramayan baba… Bunlardan haberdar birinin uykularının kaçmaması mümkün mü? Basının aktarabildikleri ya da saha ziyaretlerimizde benim gözlemlediklerim ‘Bu duruma razı gelemeyiz’ demek için yeterli aslında. Ancak bunların yanında yaptığımız veri analizlerinden çıkan sonuçlar var ki beni ve ekibimi oldukça rahatsız etti ve etmeye devam ediyor.
- Nedir o?
TÜİK’in yaptığı anketlerden elde edilen sonuçlar. Pandemi öncesinde, 2019’da, ülkemizdeki 10,7 milyon kişinin açlık sınırının, 54,1 milyon kişinin ise yoksulluk sınırının altında yaşadığını öğrenmek rahatsız ediyor. Yine pandemi öncesinde 17,3 milyon kişinin gıdaya yaptığı harcamanın her öğün 1 simit yemeye yetmediğini bilmek canınızı acıtıyor. Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizde kişi başına geliri en düşük olan yüzde 10’luk kesimin, yani 8,5 milyon kişinin balığa ayda sadece 1 TL para harcayabildiğini öğrenince şaşırıyorsunuz. Şaşırıyorsunuz, canınız acıyor, rahatsız oluyorsunuz. Ancak bu durumun özellikle son birkaç yılda giderek arttığını gördüğünüzde ise buna artık ‘Dur’ demenin vaktinin çoktan geldiğini görüyorsunuz. Sadece bir siyasetçi olduğum için değil, sorumluluk sahibi bir vatandaş olarak da buna sessiz kalmamak gerektiğini, bu durumun daha büyük trajedilere yol açmadan hızlıca çözülmesi gerektiğini düşünüyorum.
- Peki, biz bu yoksulluğu niye yaşıyoruz?
Yıllardan beri Türkiye’de anlatılan bir büyüme masalı var. Türkiye gerçekten de büyüyor ama yoksullaşarak büyüyor.2016-2019 arası dönemde ekonomimiz yaklaşık yüzde 3,7 büyümesine rağmen yoksulluk oranı tam 1,5 puan artmış. Bu oran kulağa az gibi gelebilir. Sayılara baktığımızda hiç de öyle olmadığını görmek mümkün. Geçtiğimiz üç yıl içinde yoksul sayısı tam 1,5 milyon kişi artmış durumda. Yani Manisa, Kayseri veya Diyarbakır nüfusunda bir yoksul sayısından bahsediyoruz. Bunlar resmi veriler. Resmi verilere dayanarak yaptığımız analizlerde ise 2016’dan 2019’a yoksul sayısının 1,84 milyon kişi artarak 26,6 milyon kişi düzeyine ulaştığını görüyoruz.
- Yoksullukta eşit miyiz? Yani herkes aynı anda mı yoksullaşıyor, yoksa?
Bu sorunun cevabı da maalesef olumsuz. Son 10 yılda Türkiye çok ciddi bir gelir eşitsizliği ile karşı karşıya kalmış durumda ve tüm dünyada gelir eşitsizliğini en çok artıran 5’inci ülkeyiz. Zenginlerin toplam gelirden aldığı pay da Avrupa ve dünya ortalamasının üzerinde. Yani bazı kişilerin yoksulluktan hiç haberi yokken, bazı kişiler yoksul kategorisine girmiş, yoksul olanların ise yoksulluğu derinleşmiş. Bu kadar şiddetli bir yoksulluk vatandaşlarımızın, çocuklarımızın, gençlerimizin çok büyük kısmının yeterli beslenmesini de engelliyor. Kaliteli beslenelim desek o da mümkün değil. Avrupa’nın yarısı kadar, dünya ortalamasının ise altında et tüketiyoruz. Maalesef en çok üzüldüğümüz verilerden birini daha tekrarlamakta fayda var; ülkemizde en yoksul yüzde 20’lik kesim (yani yaklaşık 17 milyon kişi) ayda sadece 1 kilo et tüketebiliyor ve bunun 750 gramı tavuk eti. Büyüme masallarının anlatıldığı sözde ustalık devrinde bu veriler nasıl bir başarı kabul edilebilir?
- Türkiye'de kolay para kazanma yolunu tercih çaresizlikten mi, edenler çok mu? Bu kültürel bir mesele mi?
Türkiye finansal piyasaların pek de derin olmadığı ülkelerden biri. Ancak bir araştırmaya göre 56 ülke arasında kriptopara kullanım oranının en yüksek olduğu 5’inci ülke durumundayız. 18-64 yaş arası nüfusun 2021’de yüzde 25’i kriptopara kullandığını belirtmiş. Paribu’nun araştırmasına göre kriptopara ile işlem yapanların yüzde 62,7’si orta gelir grubunda. Ancak kriptopara ile işlem yapanların yüzde 9,7’si de düşük gelir grubunda. Riskli bir yatırım aracı olan bir enstrümanın bu kadar rağbet görmesini ve özellikle orta ve düşük gelir grubunun radarında olmasını bir ekonomik sorun olarak değerlendirebiliriz. Emeklerinin karşılığının yaşamlarını idame ettirmek ya da yaşam standartlarını yükseltmek için yeterli olmadığını görenler bu tür risklere giriyor. Buna kolay para kazanma arzusu diyebilirsiniz ama bence asıl mesele para kazanmanın kendisi. Zaten düşük olan ücretler enflasyon karşısında hızlıca erirken, konut gibi geleneksel yatırım araçlarına erişim orta ve düşük gelir grubu için imkansız hale gelmişken, mevduat faizleri negatif reel getiri sunarken, hükümet vatandaşın cebindeki dövizi ve altını her gün değer kaybeden TL’ye çevirmenin yolunu ararken vatandaş zaten az olan birikimini korumak için yeni yol arayışlarına giriyor.
- Geçenlerde bir haber vardı: "Artık aynı evlerde oturan aileler büyüyor. İki ev kirası ödememek için damat-gelin- anne-baba beraber oturmaya başlıyor" diyordu. Aslında yoksulluk hayatı değiştiriyor, değil mi?
Elbette değiştiriyor. İnsanlar kötü bir yeni düzene adapte olmak durumunda kalıyor. Yaşam standartlarının düşeceği kesin ama hangi alanda kesintiye gideceğinin muhasebesini yapmak zorunda kalıyorlar. Paylaşım ekonomisi dünyayı değiştiren küresel eğilimlerden biri olarak sayılır ama bizim ülkede insanlar istemeseler de paylaşım ekonomisine geçmek durumunda kalıyor. Kiralar yüksek diye evi paylaşanların, akaryakıt fiyatları yüksek diye aynı aracı paylaşanların, ‘evi fazla ısıtmayalım’ deyip sert geçen kışta aynı battaniyeyi paylaşanların sayısı giderek artıyor. Zaten gelirleri yeterli değilken bir de artan enflasyonla baş etmek durumunda kalan vatandaşın hayata tutunma stratejisi diye özetleyebiliriz bunu. Bir de konutla ilgili söylediklerinizi verilerle destekleyelim.
İYİ Parti'nin Kalkınma Politikaları Başkanı Prof. Dr. Ümit Özlale
- Rakamların gayrimenkulde de hiç iç açıcı bir tablo göstermediğini tahmin edebiliyorum...
Bakın; 2015-2020 döneminde 8,3 milyon ev satıldı ama 2014’ten beri hanelerde konut sahipliği oranı sürekli düşüyor. 2020 itibariyle her bin haneden sadece 557’si kendi evinde oturuyor. Bakın, 8,3 milyon ev satılmış ama konut sahibi hane sayısı sadece 1,2 milyon artmış. Demek ki bu satılan evleri zaten ev sahibi olanlar almış. Tüketim artsın diye sürekli düşürülen konut kredileri yoksuldan zengine gelir transferi sağlayan bir araç haline geldi. Ülkemizdeki 25 milyon hanenin sadece 3,5 milyonu ülkedeki bütün gayrimenkul gelirine, yani kira gelirine sahip. Tersine gayrimenkul gelirinin tamamı ülkenin yüzde 14’ünde. Şu an yaşadığımız dönem ‘herkese iki anahtar’ dönemi değil, ‘birkaç kişinin onlarca anahtara sahip olduğu’ bir dönem. Ülkemizde ev sahibi olmak da giderek zorlaşıyor. Son 3-4 yılda tüm dünyada konut fiyatlarının en çok arttığı ülke konumundayız. Diyelim ki 120 metrekare ortalama bir evde oturuyorsunuz. Aralık 2020’den Aralık 2021’e evin satış fiyatı 384 bin TL, kira fiyatı ise 1272 TL artmış durumda. İstanbul’da yaşıyorsanız çok daha kötü durumdasınız çünkü kira 2200 TL, ev fiyatı ise 594 bin TL artmış. Yani değil ev almak, kirada oturmak bile giderek zor hale geliyor. Bahsettiğiniz haberdeki aile gibi milyonlarca ailenin yeni bir ev alması, artık çok ama çok uzak bir hayal. Hatta bu gidişle evlerinin kirasını bile ödeyemeyen çok daha fazla sayıda insanla karşılaşmak işten bile değil. Türkiye, vatandaşlarına dört duvarı bile sağlamaktan aciz bir ülke haline gelmiş durumda.
- Dayanışmanın önemi anlatılıyor, ama artık dayanışmaktan öte bir şey yapmak gerekiyor sanırım... Yani bunu bir kader olmaktan çıkarmak! Siz bunun nasıl yapılacağını biliyor musunuz?
Her ne kadar kanıta dayalı politika üretimi için iyi bir kaynak olsa da ben yoksulluğun ve yoksulların bir sayı veya istatistik olarak görülmesine karşıyım. Benzer şekilde yoksulluğun salt ekonomik bir kategori halinde ele alınması da eksik bir yaklaşım. Çünkü hem benim hem de İYİ Parti’nin anlayışına göre yoksulluk, onu tecrübe edenlerin üzerine anlamlar yüklediği ve mücadele etmek için yöntemler geliştirdiği sosyal bir hal. Hâlbuki bugün devlet hem ekonomik hem de sosyal bazı seçkinlerin “rahatsız olmaması adına” yoksulları görünmez kılmaya çabalıyor, yoksulluğu bitirmek yerine yönetilebilir hale getirmeye çalışıyor. Yani yoksullukla mücadele çok korkunç bir hal olan “yoksullarla mücadele” haline geliyor. Biz başta yoksullar olmak üzere bazı insanların, diğerlerinin merhametine ve iyi niyetine muhtaç bırakıldığı bir toplum düzenini sorguluyoruz. Tam da bu yüzden kamu kaynaklarının etkin kullanımıyla, hak temelli bir söylemi baz alarak yürüteceğimiz sosyal politikalar ile yoksulluk sorununun kökten çözülebileceğini söylüyoruz. İşte bu yüzden geliştirdiğimiz çözüm önerilerinin hepsi yoksulluğu yönetilebilir hale getirmek yerine onu ortadan kaldırmayı hedefleyen öneriler. Biz fırsat eşitliğini sağlayıp yoksulluk döngülerini kırmayı, yoksulluğu ve derin yoksulluğu bitirmeyi, sosyal yardımları hak temelli uygulama haline getirmeyi öneriyoruz. Bu yüzden de devlet okullarında okuyan 15,1 milyon çocuğa her gün ücretsiz kahvaltı ve öğle yemeği verilmesinin önünü açan Rüzgârgülü Projesi gibi, İYİ Yaşam Gelir Modeli gibi (18-26 yaş arası tüm gençlere ve medyan gelirin yarısının altındaki tüm hanelerdeki kadınlara herhangi bir şart aramadan verilecek olan aylık 1000 TL), veya hak temelli sosyal yardım dağıtımını mümkün kılan büyük veri projemiz olan Artagan+ gibi projelerimiz mevcut. Bununla birlikte yoksulluğu kalıcı olarak çözmenin yolu ülkenin genel olarak zenginleşmesini sağlamakla başlıyor.
- Bunun için nereden başlamak gerekiyor?
Para ve maliye politikasını normalleştirmek ve ülke gündemini işgal eden kur-faiz-enflasyon sorunlarını çözmek bu zenginleşme için gerekli. Ancak vatandaşlara iyi işler ve iyi gelir sunabilmenin yolu Türkiye’nin tarım, eğitim, sanayi ve dış ticaret gibi mikro politika alanlarında da doğru adımları atmasına bağlı. Yani yıllardır konuştuğumuz ama bırakın ilerleme kaydetmeyi, gerileme yaşadığımız reform alanlarından bahsediyorum. İşgücü piyasasında eşleşme sorununu çözmeye yönelik yatırım izleme ve destekleme sistemi, beceri dönüşümünü sağlamaya yönelik garantili yetenek programı, ikinci şans okulları ve teknoloji kampüsleri gibi projelerimizi açıkladık. Mart ayında da sanayi, ticaret ve teknolojik dönüşüm alanlarındaki duruşumuzu ve çözüm önerilerimizi paylaşacağız.
- Peki, hiç bunu yaşayan ve sizin gösterdiğiniz yoldan giderek çıkışı bulan ülkeler var mı?
Dünyada enflasyonu düşürmek isteyip de düşürememiş, yoksulluğu azaltmak isteyip de azaltamamış tek bir ülke yok. Tarihsel süreçte şimdi gelişmiş ülkeler olarak anılan birçok ülke bir zamanlar gelişmekte olan ülke konumundaydı ve uzun vadeli programlar uygulayarak bu problemleri aştılar. Burada dikkat etmemiz gereken önemli bir nokta var. Geçmişte başarılı olmuş uygulamaları, neredeyse her şeyin değiştiği günümüzde hiç değiştirmeden uygulamaya koyup başarı beklemek hatalı olur. Küreselleşmenin dolu dizgin gittiği yıllarda ihracatını arttıran, sanayileşen, büyüyen ülkelerin yaptıklarını bugün tekrar edip başarı beklemek yanlış olur. Biz İYİ Parti olarak kendi çözümlerimizi geliştirirken diğer ülkelerin de başarılı programlarını inceliyoruz ama asıl mesele, başka yerlerde başarılı olan uygulamaları, programları günümüz şartlarında Türkiye’nin toplumsal ve ekonomik yapısı ile uyumlu hale getirebilmek.
Elimde sihirli değnek olsa küçük bir kız çocuğuna verirdim
- Sizi siyaset yapmaya iten yoksulluk muydu?
Yoksulluk siyasete girmeden önce de her siyasi partinin öncelikli gündeminde olmasını beklediğim bir sorundu. Bununla beraber beni siyaset yapmaya iten şey olduğunu söyleyemem. Sadece siyasete girip Türkiye’yi gezmeye başlayınca, içimizi çok acıtan anlara şahit olunca Türkiye’nin en öncelikli probleminin yoksulluk ve fırsat eşitsizliğiyle mücadele olduğunu anladım. Toplumsal huzuru ve mutluluğu bu iki problemi çözmeden sağlayamayız.
- Bugün size bir koltuk ve bir sihirli değnek verilse, değiştirmeye nereden başlardınız?
İlk önce o koltukta oturmazdım zira koltuk insana konfor veriyor! Şu an konforun, rahatlamanın zamanı değil, çözüm üretme ve iktidara gelince uygulama zamanı. Sihirli değneği de küçük bir kız çocuğuna verirdim. Dünya onun hayal ettiği gibi olursa biz zaten mutlu oluruz.