Artık herkes açıktan dile getiriyor: Savaşa barıştan daha yakınız.
Özellikle bölgemizde!
Savaş, çoğu zaman iktidarlar için “yeni oy” demektir. Medya içinse daha çok reyting, daha çok satış.. Yani ….
Korkunun ecele faydası yok, malum. Savaş çıkacaksa çıkar.. Benim asıl merakım yeni savaşı kimler nereden nasıl anlatacak!
Saray’ın gözdesi, Erdoğan’ın ismen tanıdığı Fulya Öztürk herhalde listenin ilk sırasında yer alacaktır. Ona belki Erdoğan’ın uçağında sık sık gördüğümüz Nazlı Çelik eşlik edecektir. Elbette geçmişte Mete Çubukçu’nun, Şerif Turgut’un, Nevin Sungur’un alevler arasında anlattığı gibi gerçekleri değil, iktidarın uygun bulduklarını dinleyeceğiz.
Bunları düşünürken uzaklardan bir haber düştü önüme: Ünlü savaş muhabiri Peter Arnett hayatını kaybetmiş.
Önemli internet sitelerinde biyografisi verilirken sıralanıyor: Vietnam Savaşı.. Ve o savaştaki çabaları nedeniyle aldığı Pulitzer ödülü.. Yıllar sonra Körfez Savaşı’nı canlı yayınla aktaran ilk televizyon muhabiri unvanı..
Dünya medyasının yeni starı oydu artık.
Ancak savaşların üzerinden epey zaman geçmişti. Arnett de doğal olarak pek ortalarda görünmüyordu.
Bir gün atv Haber’in gündem toplantısında, ABD seçimlerini falan konuşurken ortaya bir soru attım: “Peter Arnett şu sıralar boşta, acaba seçimi ve Hillary’nin kampanyasını bizim için izler mi?”
Olur mu olmaz mı, derken Peter Arnett’e ulaşıldı. Ve “bingo”.. Ünlü televizyoncu teklifimizi kabul etti. Çünkü zaten Hillary’yi yakından tanıyordu.. Yani röportaj çantada keklikti.. Ayrıca bizim için kampanyadan çekimler yapıp izlenimlerini de sıcağı sıcağına aktaracaktı..
Peter Arnett, anlaşma için İstanbul’a geldi. Tam bir star gibi ağırlandı. Tutarını bilmediğim ama daha sonra bazı haberlerde 100 bin dolar olduğu iddia edilen bir paraya imza attı. Yine bizim dışımızdaki kaynaklara göre 75 bin dolarını peşin alıp ABD’ye döndü.
Biz de hemen kolları sıvayıp tanıtım hazırladık: “Amerikan seçimlerini atv için Peter Arnett izliyor..”
* * *
Pek bir havalıydık o günlerde. Ancak havamız giderek sönmeye başladı. Zira, bir türlü beklediğimiz çekimler, röportaj gelmiyordu. Kimbilir kaç kez konuştum kendisiyle.. Hatta birinde “sert bir editör” tonum olduğunu itiraf edebilirim. Neyse, sonunda ilk çekim paketi geldi. Ama o da ne! Hillary, senatörlük için aday olduğu New York’ta park gibi bir alanda, birkaç yüz kişiye konuşurken (galiba) amatör bir kamerayla “uzaktan” çekilmişti. Daha sonra da konuşmasını izleyen birkaç kişiye sorular sorulmuştu.
Peter Arnett de, başka bir yerde şöyle bir anons çekip pakete eklemişti:
“ATV Haber için Hillary Clinton'ın New York'taki kampanyalarını takip ettim. Brooklyn ve Harlem'den kırsal kesim, kasaba ve köylerde bulundum. Hillary her durakta kendini dinlemeye gelenlere tek tek ulaşmaya çalıştı; genç annelerden, düşkünler evindeki yaşlılara, gençlerden, kederli sakatlara kadar herkese ulaştı.”
Hikayenin sonu mu? Sonu işte bu!.. Biz hazırladığımız tanıtımları yuvarlak laflarla yeniledik. Sanıyorum, Peter Arnett’in izlenimlerini en fazla iki kez yayınladık.. Zaten çekimleri neredeyse son anda geldiği için, süre de kalmamıştı. Seçim gelip çatmıştı. Peter Arnett’i de ondan sonra bir daha görmedik.
* * *
Uluslararası dolandırıcılığın “tadı” bir başka oluyor!
Memlekette konu komşunun tanıdığı düzenbazlar yerine bir zamanların “SAVAŞ PRENSİ” tarafından oyuna getirilince lig atlamış gibi oluyorsun!
Peter Arnett en azından bize, Pentagon mamulü senaryoları ballandıra ballandıra anlatan meslektaşlarımız gibi telafisi imkansız bir oyun kurmamıştı. Dünyanın bir köşesindeki Türkiye’nin medyasına, belki de “bu onlara yeter” diye sahte bal satmıştı!!!
İroni bir yana, Peter Arnett vakası bizim için tarihi bir ders oldu:
Ne Amerikalısı.. Ne Saraylısı.. Haber gibi, kaynağını da muhabirini de kırk kere kontrol etmeden adım atmamak lazım.
Hele şimdiki gibi, toz dumana boğulmuş Ankara gündeminde..
Her akşam Ankaralı gazeteciler, yanı sıra yorumcular, geçiyor kamera karşısına birbirine tamamen zıt hikayeler anlatıyorlar. Kimisine göre YPG’ye harekat an meselesi. Kimisine göre bu söz konusu değil..
Belki de bu zıt hikayelerin nedeni şu:
Onlara bu “duyumları” aktaranlar kendi ajandalarıyla ve hatta istihbarat birimleriyle yazıyorlar senaryoyu. Veriyorlar köşecilerinin, yorumcularının eline.
Ankara’da özellikle medya ve siyaset çevreleri tarafından iyi bilinen sırlardan biri: Türkiye’de şu anda en az dört istihbarat birimi var:
* Yıllarca MİT’i yöneten ve en derin sırlara vakıf Hakan Fidan.
* MİT’in şimdiki başkanı ve Erdoğan’a yakın isimlerden İbrahim Kalın.
* Cumhur İttifakının güzel günlerinde MHP’nin köşe bucak örgütlendiği Emniyet İstihbarat.
* Ve Erdoğan’ın tek tek seçilmiş yüzlerce isimle Saray içinde oluşturduğu ÖZEL İSTİHBARAT.
* * *
Yani.. Hikayeyi hangi istihbarat kaynağından dinlediğinizi bilmiyorsanız dolandırılıyor olmanız mümkün.
Üstelik bu, Peter Arnett’in para için yaptığı o zavallı oyuna benzemez.
İktidar savaşının piyonu olduğunuzu anladığınızda da çok geç olabilir.
Elbette çakarlı araba, Saray davetleri, yurt dışına geziler, pahalı hediyeler için piyon olmaya gönüllüyseniz, başka!