Aşk bedenlerin değil ruhların sarılmasıdır

 TÜRKİYE VE EĞİTİM HEPİMİZİN
Şahin Aybek yazdı: Aşk bedenlerin değil ruhların sarılmasıdır

Aşk, insanın kalbine başlayan en eski yolculuktur. O yolculuğun ilk durağı Leyla’dır; yani görünene, somut olana, bir insana , karşı cinse duyulan o büyülü, vazgeçilmez hayranlıktır aşk.

İnsan önce gözle görür, kulakla işitir, gördüğüne, duyduğuna, hissettiğine aşık olur. Gönle düşen ilk sızı koskoca bir yangının ilk habercidir.

Kaçamak bakışlar, sakarlıklar ve saçmalamalar aşk hastalığının görünen ilk belirtileridir.

Sonra bu hastalık öylesine artar ki artık sevilen kişi yok olur ve AŞKa âşık olunur.

Göz surete takılır ama gönül, suretin ardındaki manayı arar. Ve bu mâna aşktır. Leyla tek bir kadın değil; aşka açılan ilk kapıdır.

AŞKTA FENÂ VE TESLİMİYET

Aşkın evreleri, halleri vardır. Yağmur gibi, kalbe ılık ılık yağan ilk halleri aşkın en coşkun halleridir Aşk yolculuğunun başlangıcı ve en tatlı halidir.

Sezai Karakoç: "Sen geldin benim deli köşemde oturdun" dizesiyle kalbe düşen sızıyı ne güzel somutlamıştır.

Biri gelir ve apansız en deli köşemize kalbime hükmeder ve yolculuk başlar.

Âşıktan mâşuğa doğru çıkılan bu yolculuk AŞK‘ın kendisine olan bir yolculuktur. Bu yolculukta yavaş yavaş kişi kendi benliğini yok eder. Benliği su gibi buharlaştıkça, yağ gibi eridikçe mâşuğun benliğinde, kalbinde var olur.

Artık gözler değil, gönül görür. Kulaklar değil, ruh duyar.

AŞK VE ÖZLEM

Sevgiliye duyulan özlem, tüm yaşamı altüst eder. Sabah uyanınca ,akşam uykuya dalmadan önce ve de aradaki tüm zamanlarda maşuğun özlemi vardır kalpte.

Özlemek, tüm yaşamı kaplar. Yapılan işte, yenen yemekte, dostlarla yapılan sohbette hep yanıbaşında durur Özlemek. Özlem, tüm gün mesai yapar geceleri de Küçük İskender’in: "Biri şu aşkın gece tarifesini kapatsın, geceleri daha fazla can yakıyor."dizesiyle sitem ettiği gibi daha da acıtan zalim bir yaraya dönüşür. Bir zaman sonra görünmeyen, dokunulmayan bir varlığa yönelir bu özlem. Bu varlık esrarlı bir varlıktır. Bu varlık mucizedir.

Cemal Safi "Tek Hece" şiirinde bu varlığı:

"Sebep bazı Leyla, bazı Şirin’di. Hatırım için yüce dağlar delindi. Bilek gücüm Ferhat ile bilindi. Kuvvet benim, kudret benim, fer benim.

İlahimle Mevlana’yı döndürdüm. Yunus’umla öfkeleri indirdim. Günahımla çok ocaklar söndürdüm. Mevla’danım, hayır benim, şer benim.

Kimsesizim hısmım da yok hasmım da

Görünmezim cismimde yok resmim de

Dil üzmezim tek hece var ismimde

Barınağım gönül denen yer benim

Benim adım aşk!"

Dizeleriyle tarif etmiştir. Evet bu varlık, AŞKTIR.

CANINLA SÜPÜR CANANIN EŞİĞİNİ

İnsan sevdiğinde kendi benliğinden sıyrılır. Çünkü aşkın nihayeti, benlikte değil; yok oluşta, yani fenâdadır.

Aşk yolunda yok olmak aşkın en büyük gayesidir. Ve o yoklukta, asıl varlığa erişilir.

Fuzûlî:

"Rah-ı aşk içre bana ancak fenâ maksûd idi; Şükr ki maksuda yettim, intizarım kalmadı."

dizeleriyle aşk yolundaki en yüksek mertebenin onun yolunda yok olmak olduğunu coşkun bir lirizmle anlatır.

UZAKTAN SEVMEK İBADET DEĞİL Mİ?

Gerçek aşk, maşuğun ve aşığın aşkta kendini kaybetmesi, yok olmasıdır; kavuşulamayan, birleşilemeyen, özlemin kor olup yürekleri yaktığı aşktır. Gerçek aşk yanmaktır. Sonsuz bir bekleyiştir.

Ancak her âşık için kolay kabul edilir bir şey değildir bu aşk. Çünkü âşık için uzaktan sevmek, dokunmadan sıcaklığını hissetmeden aşkı yaşamak çok zordur. Her âşık bu zorlukla baş edemez; kimi kendinden, kimi aşkından vazgeçer. Çünkü gerçek aşkın içinde her zaman bekleyiş ve sabır vardır. Ve bu bekleyiş çoğu zaman sancılıdır.

Pablo Neruda beklemeyi:

"Bekliyorum seni yalnız bir ev gibi,

ta ki sen beni tekrar görüp içimde yaşayana kadar. O zamana kadar pencerelerim ağrıyacak." dizelerinde pencereleri ağrıyan bir evle somutlaştırmıştır.

Beklemek her yiğidin, her aşığın harcı değildir, zor zanaattir beklemek. Cemal Süreya beklemekten usanan yârine:

"Ne çıkar yanımda olmazsan, kalbim senden ibaret değil mi? Uzaktan sevmek zor, demişsin. Etme, sevdam; görmeden sevmek ibadet değil mi?" diyerek bir anlamda bekleyene ibadet sevabı atfetmiştir.

Bedenler birbirine uzaktır, ama ruhlar mekândan münezzehtir. Bazı ayrılıklarda ise kişi beden olarak uzaklaşsa da, karşısındakini yanında götürür.

Cemal Safi:

"Bilmiyorum nerdeyim, ne haldeyim, ben kimim

Ayrılırken kimliğim, adresim sende kalmış. Tebessümü yüzüme çok görüyor matemim, Güldüğümü gösteren tek resim sende kalmış.

Akların kaybolduğu, rengin ahenk bulduğu, Toprağın kadehine ab-ı hayat dolduğu, Bir gül için, bülbülün saçlarını yolduğu, Aşkın harman olduğu o mevsim, sende kalmış." diyerek ruhunu aslında sevgilisinde bıraktığını ve bundan da müteessir olmadığını anlatır.

ELBET BİR GÜN BULUŞACAĞIZ

Aşk her zaman vuslatla nihayete ermez. Yani en azından bildiğimiz vuslatla tamamlanmaz. Bazen beklemek, beklemenin kendisi, güzelliğiyle vuslatın bir parçası olur.

Hele ki beklenen kişi, sevgilisinden beklemesini Konstantin Simonov’un tutkulu dizelerinde olduğu gibi istiyorsa:

"Bekle beni, döneceğim, Bütün direncinle bekle beni. Bekle hüzün yağmurları gökyüzünü kaplayınca, Karakış üşütürken bekle, Sarı sıcaklar yakarken bekle. Kimseler beklemezken bekle, Umut adalarıyla yüklü geçmişi unut, Ne bir mektup ne bir haber gelsin, ne çıkar, Bekle beni, Bekle beni, döneceğim, Bekle, yalnızca sen bekle."

Bu beklemek en yüce olandır.

İşte bu bekleyişteki sabır, ruhları birbirine kenetler; özlem ve sabrın cevabı, Türk sanat müziğinin dizelerinde zaman ve mekânın ötesindeki bir kavuşmayı “Elbet bir gün buluşacağız.” diye müjdeler. Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin

Eğitim Haberleri