Asgari ücret gerçeği: Bir aile bu maaşla nasıl yaşar?

 Sosyal Güvenlik Uzmanı
Mehmet Akif Cenkci yazdı: Asgari ücret gerçeği: Bir aile bu maaşla nasıl yaşar?

Türkiye’de asgari ücret tartışması, artık “kaç lira oldu?” sorusunun çok ötesinde. Çünkü mesele yalnızca bir ücret kalemi değil; bir ülkenin emek anlayışı, adalet duygusu ve sosyal dengesiyle ilgili.

Bugün asgari ücret, olması gerektiği gibi en alt koruma çizgisi olmaktan çıktı; pek çok sektörde “standart ücret”e dönüştü. Bu dönüşümün bedelini çalışan ödüyor. Kıdemin, becerinin, sorumluluğun karşılığı silikleşiyor. Aynı işyerinde yıllarını verenle yeni başlayan arasındaki fark, çoğu zaman kâğıt üzerinde bile görünmüyor. Emek “nitelik” üzerinden değil, “mecburiyet” üzerinden fiyatlanıyor.

Ama asıl kırılma burada: Tam zamanlı çalışmak, yoksulluktan çıkarmıyor. İnsanlar sabah işe gidiyor, akşam eve dönüyor; ay sonu geldiğinde hesap yine tutmuyor. Bu tablo, “çalışan yoksulluğu” dediğimiz gerçeği büyütüyor. Çalışan ama geçinemeyen milyonlar… Üstelik bu, istisna değil, yeni normal.

Sokağın dili açık: En temel ihtiyaçlar bile her ay daha ağır bir yük. Barınma, beslenme, enerji, ulaşım… Bunlar hayatın zorunlu kalemleri. Bugün ise bu zorunlular, maaşın önüne geçmiş durumda. Hele büyük şehirlerde kira, tek başına bir “gelir testine” dönüşmüş halde. Bir ev, artık yalnızca bir çatı değil; bir ailenin geleceğini belirleyen en büyük gider kalemi.

Ücret artışı açıklanıyor; ertesi gün markette, pazarda, faturalarda geri alınıyor. Çünkü mesele sadece enflasyon değil; enflasyonun ücretliyi nasıl ezdiği. Yılda bir kere yapılan ayarlamalar, birkaç ay içinde anlamını kaybediyor. Çalışanın alım gücü, takvim yapraklarıyla birlikte düşüyor. İnsanlar, maaşla değil; borçla ve ertelemeyle yaşamaya zorlanıyor.

Bir de görünmeyen kayıp var: Kesintiler. Çalışanın eline geçen para, çoğu zaman ilan edilen rakam değil. Brüt üzerinden konuşuluyor, net üzerinden hayat yaşanıyor. Vergi, prim, zorunlu kesintiler derken “zam” dediğiniz şeyin önemli bir kısmı çalışanın cebine uğramadan buharlaşıyor. Sonuç: Aynı ücret, aynı yoksulluk, aynı çaresizlik.

Bu noktada konuşmamız gereken şey çok net: Asgari ücret, bir ülkenin “yaşam eşiği”dir. Eğer bu eşik, insanı sürekli borçlanmaya itiyorsa; çocukların eğitimini, ailenin sağlığını, evin huzurunu tehdit ediyorsa; orada ücret politikası değil, sosyal denge bozulmuştur. Aile içi gerilim artar, gençler umudunu keser, toplumun geleceğe güveni erir. Ücret meselesi, doğrudan toplumsal meseleye dönüşür.

Peki ne yapılmalı?

Birincisi: Asgari ücret yeniden “taban koruma” çizgisine çekilmeli; ücret skalası genişlemeli. Emek, becerisine ve sorumluluğuna göre karşılık bulmalı. Aynı ücrette eşitlenen hayatlar değil, adil biçimde farklılaşan ücretler konuşulmalı.

İkincisi: Çalışanın eline geçen net gelir güçlendirilmeli. Düşük gelirli emekçinin gelirini kesintilerle zayıflatmak, sosyal devletle bağdaşmaz. Ücret artışı, kağıt üzerinde değil, cüzdanda hissedilmeli.

Üçüncüsü: Ücretin satın alma gücü yıl içinde korunmalı. Hayat pahalanırken ücret yerinde sayıyorsa, çalışan her ay biraz daha geriye gider. Bu, sürdürülebilir değildir. İnsanlar geleceğini planlayamaz, sadece günü kurtarır.

Dördüncüsü: Yaşam maliyeti gerçeği, ücret politikasının merkezine alınmalı. Buradaki amaç, çalışanı coğrafyaya göre ayırmak değil; ülkenin her yerinde insan onuruna yakışır ortak bir yaşam seviyesini hedeflemek olmalı. Aynı işi yapan insanın kaderi, yaşadığı şehre göre ucuzlatılamaz.

Şunu açık söyleyelim: Asgari ücret meselesi bir “rakam” kavgası değildir. Bu, bir memleketin emeğe bakışıyla ilgilidir. İnsanlar çalıştığı halde geçinemiyorsa, sorun çalışanda değil; sistemdedir.

Ve bir ülke, çalışanını geçinemeyecek ücrete mahkûm ediyorsa… Orada sadece maaş değil, umut da eksilir. Bu yüzden asgari ücret, ekonominin değil; vicdanın da konusudur.

Ekonomi Haberleri