“Cumhurbaşkanlığı kararnameleri iptal edildi” deniyor ya! Aslında “BAŞKANLIK KARARNAMELERİ” demek daha doğru olur. Zira,
* Türk tipi başkanlık sisteminin ilk ürünleri.. İlk meyveleri..
* Erdoğan’ın kendisini / Saray rejimini hukuktan üstün gördüğüne dair ilk adımlar..
Muhalafet ve medya ciddiye almış görünmediği için ayrıntılara vakıf olmayabilirsiniz. O nedenle önce kısaca birkaç başlık vereyim. Sonra neden CİDDİYE ALINMASI GEREKTİĞİNE kafa yoralım.
*. *. *
İptal edilen, 1 Numaralı CB kararnamesinin 40’a yakın başlığıydı. Aralarında belediyelerin yetkilerini kısıtlayan düzenlemeler de vardı. Saray’ın şu meşhur politika kurullarının, “temel hak ve özgürlüklere” aykırı yetkileri de..
İlginç bir iptal kararı da Saray personelinin, memlekette herkesin bildiği 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu hükümlerine bağlı kalınmadan istihdam edilmesi düzenlemesiydi.
Bilmiyorum maksadını ve haddini aşan bir yorum mu olur; ama söz konusu madde, ”TC Devleti ile RTE Devleti’ni iki ayrı yapı olarak görmenin ifadesi” gibiydi. (Elbette gücün hangi yapının elinde olduğunu söylemeye bile gerek yok!)
Dikkatinizi çekmiştir. AYM’nin iptal ettiği düzenlemeler, 1 Numaralı Kararname ile hayatımıza girmişti. Hani şu pek sevdiğimiz benzetmeyle “dakika 1.. gol 1..” durumu söz konusuydu.
O sırada başta Anayasa hukukçuları, yolu hukuk fakültelerinden geçen herkes “düzenlemeler Anayasa’ya, insan haklarına, demokrasiye aykırı” demişti. Ama dinleyen kim! Gerçeği teslim etmek 5 yıl sürmüştü.
*. *. *
Peki.. Şimdi ilk soru şu: Ne oldu da 5 yıl sonra AYM, Erdoğan’ın ilk göz ağrısı biricik 1 numaralı kararnamesine kırmızı kart çıkardı? Üstelik yerel seçimlerin arifesinde, Murat Kurum’a “yaptığın hemen her şey Anayasa’ya aykırı” deyiverdi?
Hem de, AYM’nin müstakbel başkanı olduğu konuşulan İrfan Fidan dahil “tüm üyelerin oy birliği ile”.. Ve hem de “kararın doğrudan rejimin atar damarını hedef aldığını” bile bile..
Yani sıradan / rutin bir AYM hamlesinden söz etmiyoruz.
Gündemin sıkı takipçisi hukukçu Uğur Poyraz ile konuştum. O, başta AYM’nin şimdiki Başkanı Zühtü Arslan, süreleri dolan AYM üyelerinin “veda mesajı” verdiğini düşünüyordu. Poyraz “mesaj” sözcüğünün altını çizerken de şöyle diyordu: “İptal kararı, beş yılda yapılanları kapsamayacak. Yani geriye dönük olarak işlemeyecek. Dolayısıyla yaptırım değil mesajdan söz edebiliriz.”
Hukukçu yazar Taha Akyol da, -medyadaki konuya dair ender yazılardan birinde- mesajı şöyle deşifre ediyordu:
“Görüyor musunuz, kuvvetler ayrılığı ne kadar önemli? Görüyor musunuz “hak eksenli” çalışan bir AYM hürriyetlerimiz için ne kadar değerli? Gelişmiş ülke refahına ve kudretine ulaşmak için hukukun siyasetten üstün olmasının zorunlu olduğunu görüyorsunuz değil mi?”
Hem iptal edilen başlıklara, hem de iptal gerekçelerine baktığınızda gerçekten tam da bu okunuyor. AYM kararı “Erdoğan hukuktan üstün olmamalı” diyor. Kuvvetler ayrılığının önemini vurguluyor.
*. *. *
Gelelim ikinci soruya: Teknik bir durumdan mı söz ediyoruz? Yukarıda aslında ben kendi yorumumu açık ettim. Bana göre sıradan / rutin bir iptal kararı değil. Nasıl olsun ki! Anayasa Mahkemesi “ancak kanunla yapılabilecek düzenlemeleri sen yapamazsın” diyor. Hukukun / yasaların / Anayasa’nın üstünden atlayıp geçemezsin diyor. Kime? Erdoğan’a!
Mesele bir sistem ve rejim meselesi. Anayasa Mahkemesi, AKP’nin -kimi unutulmaz desteklerle!- yazdığı ve onaylattığı Anayasa’ya bile aykırı duruşu belgeliyor.
Bu açıdan, AYM kararının hem lafzı hem de ruhu ile “Saray’a bir uyarıda bulunduğunu” söylemek herhalde yanlış olmaz.
Bu saptama da bizi, Ankara’dan son zamanlarda gelen kulis notlarına götürüyor. Yani henüz ateşini göremesek de dumanını hissettiğimiz bir duruma..
*. *. *
Adalet saraylarının koridorlarına kadar yayılan “ŞERİAT” sloganları.. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın -tabiri mazur görsünler- gemi azıya alıp, laikliği yok etme seferberliği.. Tarikatların da devlet içinde devlet haline geldiği ve hatta “kendi hukukunu uyguladığı” bir süreç..
Ateş yanmıyorsa şaşırırım doğrusu.
Hele Erdoğan’ın Sisi ile görüşme ödevi sonrası Müslüman Kardeşler liderinin Türkiye’den gönderildiğini hatırlarsak.
Batı bu meselenin neresinde? Büyük sermaye gidişata ne diyor? Bürokraside neler olup bitiyor? Kısacası Ankara’da kapılar ardında neler yaşanıyor? Bekleyip göreceğiz.
Sevgili İlhami Algör’ün klasikler arasına girmiş romanının adını şöyle koymuştu: ”Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku."
Bana da olup bitenler, “Bu Derin Bir Mevzu” dedirtiyor.
Bilmiyorum siz ne dersiniz!