Zaten gelecekti deniyor facia için. Halk tv,’nin, sevgili Ferit’in (Demir) gayretleriyle Erzincan İliç’deki altın madeni sahasında bugün yaşanan felaketin mutlaka geleceğini biz de yetkililer de biliyorduk. İliç’te tüm zamanını, ömrünü bu işin tehlikesine dikkat çekmek için harcayan, Sedat Cezayirlioğlu’nun da katkılarını anmalıyız.
Neye yaradı Ferit’le, Cezayirlioğlu’nun çabaları? Aldırmazlar yönetimi yüzünden yine canımız yandığına göre, işe yaramış değil uyarıları. Dokuz olarak açıklanan ama daha fazla olacağından korkulan işçiler var toprak altında. Zehirli maddeyle dolu binlerce tonluk toprağın altında ölmek bir canlının başına gelebilecek en korkunç son. Tarifi imkansız.
Şu altın madenciliği dünyanın en gereksiz, en yıkıcı endüstrilerinden biridir oysa. Hem pahalı, hem küresel anlamda çevre sorunlarına da yol açıyor. Birkaç yıl önce Fatsa’da siyanürle altın çıkarılan bir maden alanına gitmiştim haber yapmak için. Anlatılanlardan ürktüm; hayvanlarda, tarım ürünlerinde, hatta insanlar üzerinde o kadar zarara yol açmıştı ki, inanılır gibi değil.
Neden bu kadar ısrar edilir anlamanın imkanı yok. Her yıl dünya genelinde satın alınan altının sadece yaklaşık yüzde 7'si sanayi, teknoloji ya da tıp alanında kullanılıyor oysa. Kalan büyük bölümü ise bankada yatıyor ya da kuyumcu vitrininde sergileniyor. Hepsi bu. İspanya Kralı Ferdinand’ın tebaasına “ne pahasına olursa olsun altın alın” dediği dönem 16. yüzyıldı. Günümüzde bu kadar ısrarın anlamı yok gerçekten.
Tuhaf olan, altın madenciği uygulamalarında olumsuzluğu en aza indirmek için daha geçen yüzyılda hayli düzenleme yapılmış olması. Ama günümüzde altın endüstrinin Antarktika hariç her kıtada, başta çevre olmak üzere zararları katlanarak artıyor. Altın madenleri sadece bir yılda Avrupa ülkeleri arasında uçuş yapan yolcu uçaklarının toplamından daha fazla sera gazı yayıyor örneğin. Ayrıca yıllık küresel cıva emisyonlarının yüzde 38'inden de altın madenleri sorumlu. Milyonlarca küçük ölçekli madencinin kronik cıva zehirlenmesinden muzdarip olmasının nedeni budur. Bu aynı zamanda çocuklarda ciddi hastalıklara da yol açıyor.
İliç’te maden sahasına akan, atıklardan oluşmuş o yapay “dağ”, siyanür başta olmak üzere onlarca zehir barındırıyor içinde. Aşağıya kaymadan da zaten zehir saçıyordu, şimdi geniş bir alana yayıldı. Gerçek bir faciayla karşı karşıyayız.
Çok isteniyorsa, biraz para harcamayı göze alarak tüm altın arzını geri dönüştürülmüş kaynaklardan sağlamanın yolları araştırılmalı. Kimileri bu tür yöntemlerin olduğunu söylüyor zaten. Günümüzde yıllık altın talebinin yaklaşık dörtte biri geri dönüşüm yoluyla sağlanıyormuş. Bu, en çok geri dönüştürülen malzemelerden biri olduğunu gösteriyor altının. Üstelik, geri dönüşüm sürecinde civa kullanılmıyor, bu da çıkarılan altının su ile karbon ayak izinin yüzde 1'inden daha az olmasına yol açıyor.
Nedir bu ısrar gerçekten? Altın madenciliğinde küresel bir düşüş olsa bile altının mücevher, teknoloji veya yatırım olarak üç temel işlevinden herhangi biri bundan çok da etkilenmeyecek diyen uzmanlar var. Doğrudur herhalde.
Avrupa Birliği ülkesi üyelerde siyanürle altın arama diye bir yöntem kalmadı artık. Avrupalı firmalar Avrupa dışı coğrafyalarda ucuza geldiği için siyanürle altın çıkarmaya devam ediyor. Türk ortakları da kârdan başka bir şey düşünmeyen, toprak,yeşil, çevre düşmanı, para delisi firmalar. Hepsinde de karşımıza aynı isimler çıkıyor. Son derece “yerli-milli” firmalar bunlar. Muhafazakârlık bunlarda, maneviyat bunlarda. Kim ne derse desin kâra inançları daha fazla.
Şimdi İstanbul Belediye Başkanlığı’na adaylığını koyan, “sayın Cumhurbaşkanımızın talimatıyla” Çevre Bakanlığı da yaptırılmış Murat Kurum adlı zat, İliç maden işletmesinin kapasitesini üç kat artırmış biri. Yine “sayın Cumhurbaşkanımızın talimatıyla” şehremenliğe adaylığını koyan zat hiç sıkılmadan, yüzü kızarmadan çevre konusunda vaadler de bulunuyor şimdi.
Yeşilsiz, ağaçsız, topraksız koydular bizi. Bir gün gelir öldüklerinde toprak, kabul etmeyip “kusacak” hepsini.
Bu kadar düşmanlığa ne taş, ne de toprak dayanır çünkü.