“Bölüşürsek tok oluruz
Bölünürsek yok oluruz”
Yunus Emre
Aleviler arasındaki sosyo-ekonomik statü farklılığı her geçen gün büyümektedir. Hepimiz biliriz ki kişinin düşüncesini ve eylemini belirleyen onun üretim ilişkilerindeki rolüdür. Aydınlar ile yobazlar; ezilen halklar, sömürülenler, ötekileştirilenlerle; ezenler, sömürenler ve ötekileştirenler hiçbir zaman aynı yaşam koşullarına ve düşünsel yapıya sahip olamazlar. Toplumsal mücadele içindeki rolleri farklıdır ve çelişkilidir. Bu çelişkiler var olduğu sürece uzlaşmaz mücadeleler kaçınılmazdır.
Spordan siyasete uzanan toplumsal ilişkilere baktığımızda ne yazık ki ülkemiz insanında en az var olanın uzlaşı kültürü olduğu görülür. Uzlaşı anlayışından giderek uzaklaşmış olmamız acaba eğitim sistemimizden mi, yoksa aile yapımızın çatırdamaya başlamış olmasından mı kaynaklanıyor? Yoksa yaşam kültürümüzün bazı temel değerlerinin çöküşünden mi kaynaklanıyor?
Bu uzlaşı kültürünün bozulmasından Türkiye toplumunun bir unsuru olan Alevi toplumunun etkilenmesi kaçınılmazdı. Aleviler arasında meydana gelen sınıfsal farklılaşma nedeniyle çelişkilerin görülmesi yadırganmamalı. Kentlerde farklı toplumların kültürel yapılarından aldığı değerlerle yeni bir yaşam tarzına uyum sağlayan Aleviler; kendi içlerinde de farklılaştı.
Günümüzde farklılaşma yabancılaşmayı da tetikledi. Yabancılaşma da insanlığın önündeki en büyük tehlike olarak durmaktadır.
Dışarıdan bakıldığında homojen bir toplum görüntüsü veren Aleviler, ekonomik açıdan farklılaşmaya fırsat bulamadan, kentlere göçle birlikte parçalanmaya başladı. Hem de giderek aralarında derin bir uçurum oluşturarak..
Süreç içerisinde Alevilerin bir kesimini oluşturan tüccar ve iş insanları ile bu kesimin alt kümesini oluşturan bürokratlar, üst düzey memurlar ve yöneticiler sınıfsal karakterleri gereği halk gibi bir tutum içinde olmadılar. Bunlar her dönemde inancından ve toplumdan uzaklaşarak, uygun bir yol ve yöntem bularak siyasal egemen güçlerle ilişki içine girdiler. Nitekim son yıllarda Hakk’a yürüyen bazı Alevi iş insanlarının cenazesinin Cemevi yerine Cami’den kaldırılması bu gözlemlerimizi doğrular nitelikte..
Dolayısıyla bu kesimin çok da Alevilik diye bir dertleri olduğunu düşünemiyorum.
Bu yapının (istisnalar hariç) Aleviliği Sünnilik gibi algılaması ve yorumlaması her ne kadar yadırgansa da doğaldır. Bazı koşullar bu kesimin halkın yanında gibi görünmesinin zeminini gündeme getirmiş olmasının da altında tek taraflı çıkara dayalı bir ilişkinin olduğunu söylemek yanlış olmaz. Tıpkı bir dönem işleri sıkıntıya giren bir Alevi iş insanının her inşaatının temelini atarken soy dedesinin dualarıyla tören yapması gibi veya bir diyet borcu gibi görüp ürettiği bazı mamullerin defolularını Cemevi’nin düzenlenmesinde kullanılmak üzere bağışlaması gibi.. (Ne acıdır ki Alevi doğan bu iş insanının cenaze erkanı camide gerçekleştirildi.) Bu sınıfsal yapı içinden çıkıp milletvekili olan siyasetçilere (istisnalar hariç) baktığımızda da farklı bir fotoğraf görememekteyiz.
Alevileri Türkiye toplumundan bağımsız düşünemeyiz. Tüm sosyo-ekonomik yapılar kendi düşüncesini içinde bulunduğu koşullar doğrultusunda oluşturur ve uygular.
Alevi toplumuna başkalaşan bu kesim esas olarak uzlaşmacı, çıkarcı, işbirlikçi ve gericidir. Bunlar yerine göre Alevi, yerine göre Sünni gibi davranabiliyorlar. Ve genellikle de sağ partilerle dirsek temasındalar.
Aleviler her dönemde siyasal partiler tarafından suistimal edilmişlerdir. CHP tarafından da çantada keklik görülmüştür.
Hatta Alevilerin bu durumunu gözlemleyen ve son yıllardaki irticacı siyasal iktidara karşı saflarını ağırlıklı olarak Atatürk ulusalcılığı ve sol içinde belirleyen Alevilerin oylarına, Türk İslamcı MHP bile sulanmaktadır.
Türk İslamcı bu kesimi iyi tanımalıyız. AKP-MHP iktidarı tarafından, devletin Türk İslam Sentezi projesinin uygulama merkezlerinden biri olarak kurulan Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı, Alevilerin devşirilmesinde önemli bir görev üstlenmiştir. Bu başkanlık yoğun bir çalışma yürüterek Alevileri birbirine düşürerek parçalamayı de amaçlamaktadır. Sonra da asimile ettikleri Alevileri, Sünnileştirerek yedeklerine almak istemektedir.
Ne yazık ki Aleviler daha bu tehlikenin farkında bile değiller.
Alevi hareketinin kadroları ise bu siyasal odağa karşı bir alternatif oluşturmada bile basiretsiz durumdadır. Sözde karşı çıkıyorlar lakin yerine nasıl bir yapılanma istediklerini bile bilmiyorlar. Sonra çıkıp “Biz Alevilerin çatı örgütleriyiz, kurumlarıyız” diye böbürlenebiliyorlar. Bu kadro, kurumun ne olduğundan da bihaber.. Kurum olabilmek için toplumun din, dil, adalet, aile, hukuk, eğitim, sağlık vb. alanlarında bilimin ve aklın ışığında belli düzeni, yasası, ilkesi bulunan ve tüm sorunlar için çözüm üreten kadrolarla mücadele için bir stratejisinin olması gerekmektedir. Oysa Alevi örgütleri bunlardan yoksundur. Tüm irade “başkan”da toplanmıştır. Dernek yönetim kurulları da formaliteden öte bir şey değildir.
Oysa Dedelik, kadim bir kurumdur. Gelenekte Dedeler taliplerinin tüm sorunlarına çözüm bulmak ve onlara yol göstermek ile sorumlu idi. Yüzyıllarca Dedeler, taliplerini devlet kapısına göndermeden barış içinde bir arada yaşama koşullarını düzenlediler. Hatta devletlere karşı da korkmadan sözünü esirgemediler. Hamdullah Çelebi Dede’nin Osmanlı’ya karşı savunması buna önemli bir örnektir.
Bugün öyle mi? Elbette ki hayır!
Kentleşmeyle birlikte batıni-felsefi inanç kültüründen ve gelenekten uzaklaşan Aleviler, yaşam çevrelerinden oldukça fazla etkilenerek bozulmaya yüz tuttular. Bu durum toplumsal birlikteliğe büyük zarar verdi. Cemevleri ise geleneği terk ettiği için toplumun çekim merkezi olma yetisini kaybetmiş durumda..
Aslında toplumun sarılacağı bir ip var. Bu ip Ehli Beyt’in ipidir. Ancak Hakk Muhammed Ali Yolu Öğretisi’nin ışığında bin yıldır Anadolu topraklarında çerağı sönmeyen Yol’a sahip çıkarak, toplumsal birliktelik yeniden sağlanabilir. Bu da Anadolu Alevi Ocak Sistemi’nin “El Ele El Hakk’a” sistematiği içinde yeniden inşasıyla mümkündür.
Dede’nin talibi ile talibin Dedesi ile buluşmasının tam zamanı…