AK Parti’nin karnesi

Fikret Bila yazdı: Milli Eğitimin halleri

AK Parti 23 kuruluş yıl dönümünü kutladı.

Kurulduktan kısa bir süre sonra girdiği 2002 seçimlerinden bu yana iktidarını koruyor.

23 yaşında olan AK Parti, iktidarını 23 yıldır kesintisiz sürdürüyor.

Katıldığı genel ve yerel seçimlerde hep birinci olan AK Parti ilk kez 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde hezimete uğradı ve ilk kez bir seçimden ikinci parti olarak çıktı.

Ekonomik krizin de etkisiyle seçimden sonra yapılan anketlerde seçmen desteğinin giderek düştüğü gözleniyor.

AK Parti’nin 23 yıllık kesintisiz iktidarı Türk siyasi hayatında bir rekor.

AK Parti’nin 23 yıllık iktidarı değerlendirildiğinde iktidarının ilk dönemine göre çok önemli ölçüde değiştiği ve Türkiye’de yeni bir düzen kurduğu söylenebilir.

Necmettin Erbakan’la siyaset yapan ancak Erbakan’ın yasaklanması sonrasında Fazilet Partisi’nde kongreyi kaybeden Abdullah Gül, Recep Tayyip Erdoğan, Bülent Arınç, Abdüllatif Şener’in öncülüğünde kurulan AK Parti, Atatürk’ün kurduğu kuvvetler ayrılığına dayalı demokratik, laik, sosyal hukuk devleti yerine İslamcı yönü ağır basan bir düzen kurdu.

AK Parti önce Abdullah Gül ve sonra “Milli Görüş gömleğini çıkardık” diyen Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik başta olmak üzere temel niteliklerini geri plana atarak devlet ve toplum yaşamında dini değerleri esas almayı hedefleyen politikalar izledi ve bu yolda önemli bir mesafe katetti.

İktidarının ilk dönemi olan 2002-2007 döneminde İslamcı hedeflerini öne çıkarmayan, aksine Avrupa Birliği değerlerine ulaşmayı hedeflediğini savunan ve bu yönde adımlar atan AK Parti 2007’den sonra değişti.

İlk iktidar döneminde özgürlükçü, demokrat bir parti görünümü çizdi.

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, TSK ve yüksek yargıyla çatışmaya girmekten kaçındı. Yüksek Askeri Şura’da ordudan atılmalara şerh koymakla yetindi. AK Parti iktidarı Başbakan Bülent Ecevit’in başlattığı AB reformlarını sürdürdü. Yine Ecevit hükümetinden devraldığı ekonomi programını aynen
uyguladı. TRT’nin bir kanalını Kürtçe yayına ayırdı. DEHAP ve HADEP yöneticileri hakkındaki davaları düşürdü. Devlet Güvenlik Mahkemelerini kaldırdı.

AK Parti’nin geri planda tuttuğu asıl hedefi için 2007’den sonra harekete geçti. Kendini güvende görmüyordu. “Üçlü vesayet” olarak niteliği Cumhurbaşkanı, Türk Silahlı Kuvvetleri ve Yüksek Yargı’nın işbirliğiyle kapatılmaktan çekiniyordu. Asıl hedefine ulaşması için bu yapıyı değiştirmesi gerekiyordu.

Öyle de yaptı.

Karşı Devrim kitabımda detaylı olarak incelediğim gibi varlığını sürdürmesi ve siyasal İslamcı ideolojisini hayata geçirmesi için üçlü vesayeti yıkması gerekiyordu. Daha sonra FETÖ (Fetullahçı Terör Örgütü veya Fetullah Gülen Terör Örgütü) olarak anılacak olan Gülen Cemaati ile işbirliği ve ABD’nin desteğiyle bunu büyük ölçüde başardı.

AK Parti, aradığı fırsatı, 2007 yılında ilk Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesinin Meclis’te 367 skandalıyla önlenmesi sırasında yakaladı. Erken seçim kararı aldı, seçimlerden daha güçlü çıktı ve MHP’nin Meclis Genel Kurulu’na katılmasıyla 367 engeli aşıldı, Gül cumhurbaşkanı seçildi. Böylece üçlü vesayetin bir ayağı kırılmış oldu.

Yine. 2007 yılında Gülenci emniyet mensupları, savcılar, yargıçlar aracılığıyla açılan Ergenekon, 2010 yılında açılan Balyoz davalarıyla TSK’daki Atatürkçü komuta heyeti, generaller ve amiraller tasfiye edildi. Yerlerine FETÖ’cü subaylar terfi ettirilerek atandı. Üçlü vesayetin ikinci ayağı da böylece kırıldı.

Vesayette üçüncü ayağı oluşturan yüksek yargı ise 2010’da Anayasa’nın referandumla değiştirilmesi sonucu kırıldı. Hakimler Savcılar Kurulu (HSK) başta olmak üzere yüksek yargı organlarının üyeliklerine FETÖ’yle bağlantılı isimler atandı. Böylece yüksek yargı da iktidarın kontrolüne geçti.

Üçlü vesayet yıkıldı ve bu vesayeti oluşturan Cumhurbaşkanlığı görevini önce Abdullah Gül ardından Tayyip Erdoğan devraldı. TSK ve yüksek yargı da iktidarın hakim olduğu kurumlara dönüştürüldü.

15 Temmuz 2016’da ABD’nin koruması altındaki FETÖ’nün askeri darbe yapmaya kalkışmasından sonra ise Türkiye Devlet Bahçeli liderliğindeki MHP’nin AK Parti’yi desteklemesiyle yeniden anayasa değişikliğine gitti. 16 Nisan 2017 tarihinde yapılan, sonuçları tartışmalı bir referandumla cumhurbaşkanlığı-hükümet sistemine geçildi.

Bu sistemde yürütme organının (hükümet) bütün yetkileri tek başına Cumhurbaşkanı’na verildi. Meclis’in yetkileri ve denetim görevi kısıtlandı.

Yargı, siyasi davalarda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın istediği yönde kararlar almaya başladı. Anayasadaki denge-denetleme kurumlarının, bağımsız olması gereken kurumların içi boşaltılıp işlevsiz kılındı ve bütün kurumlar için kararları fiilen Cumhurbaşkanı vermeye başladı.

Anayasada Türkiye Cumhuriyeti’nin “demokratik, laik, sosyal hukuk devleti” olduğu hükmü yer almaya devam etti ancak fiilen devletin bu nitelikleri rafa kaldırıldı.

AK Parti 23 yıllık iktidarının sonunda demokratik kurallardan, laiklik ve hukukun üstünlüğü ilkelerinden uzaklaşmış yetkilerin Cumhurbaşkanı’nın elinde toplandığı bir Türkiye yarattı.

Bu yapı Türkiye’nin en önemli sorununu oluşturuyor.

Türkiye’nin yeniden demokratik, laik, hukuk devletlerinin oluşturduğu çağdaş devletler topluluğuna katılabilmesi için başta CHP olmak üzere muhalefet partilerine düşen görev ilk seçimleri kazanmak ve demokratik, laik, sosyal hukuk devletini yeniden inşa etmektir.

Siyaset Haberleri