Ahmet Ümit en iyi romancılarımızdan... Yapıtları dünyada 34 dile çevrildi. Başkomiser Nevzat'ın yaratıcısı... Beyoğlu'nun En Güzel Abisi, Sis ve Gece, Elveda Güzel Vatanım gibi birçok yapıta imza atan Ahmet Ümit bir aşk masalıyla çıktı karşımıza...
Neden polisiyeden aşka çevirdi rotasını?
Neden aşkı bir masal olarak anlatmayı tercih etti.. imkânlı aşk var mı.. aldatmak ne ifade ediyor?
"Çok seviyordum, öldürdüm" sözü ne kadar gerçek, bu ülkede neden erkekler kadınları öldürüyor?
Ve elbette sansür yasası...
Susacak mıyız, Ahmet Ümit yasayla susar mı?
Konuştuk...
-Başkomiser Nevzat'ı dinlendiriyorsunuz sanırım... Bu sefer bir masal ile karşımızdasınız... Ve aşkı anlatıyorsunuz, nasıl karar verdiniz?
Aslında daha önceden yazdığım iki masal kitabım var. Masal yazmayı seviyorum, çünkü beni, yeniden çocukluğuma götürüyor. Annem çok iyi bir masal anlatıcısıydı. Ne yazık ki onu yıllar önce kaybettim. Masal yazdığım zamanlarda onunla yeniden buluşuyorum. Yazarken manevi varlığını hep yanımda hissediyorum. Size abartılı gelecek, ama inanın sesini duyar gibi oluyorum: “Ahmet öyle yazma, bak burayı çok abartmışsın, burası biraz zayıf kalmış, şu şehzadeyi daha ayrıntılı anlat” diye sesleniyor. Yani masal yazmak, zamanda yolculuk yapmaya benziyor, eşsiz bir deneyim.
Aşkı anlatmanın en iyi yöntemlerinden biri masaldır
- Neden romanla değil de masalla anlatma yolunu seçtiniz?
Çünkü aşk da masal gibi sınırsız bir hayal gücüne dayanır. Bir insanı seçeriz ve ona dünyanın bütün olumlu özelliklerini yükleriz. O hem en yakışıklı, hem en cesur, hem en dürüst, hem en nazik, hem en fedekar olandır. Böyle hissederiz, ama elbette böyle değildir. Bunların hepsi ancak destan kahramanlarında görülebilir, gerçek hayatta böyle biri yoktur. Ama biz böyle olduğuna inanırız. Evet, aşk hakikate değil, hayale dayanır. Bu nedenle edebiyatta aşkı anlatmanın en iyi yöntemlerinden biri de masalla anlatmaktır. Sözlü ve yazılı kültürümüzde bu kadar çok masal olmasının nedeni de budur: Ferhat ile Şirin, Kerem ile Aslı, Leyla ile Mecnun, Tahir ile Zühre gibi klasikleşmiş masalları hatırlayalım. Aşk, tanımlamak istersek, onu en iyi anlatan sözcük masaldır.
Tutku benliğimizi ele geçirir
- Aşk kalıcı mıdır, geçici mi?
Aşk yoğunlaşmış sevgidir. Ama sevgiden farkını, benliğimizi akıl yerine tutkunun yönetmesidir. Evet, aşk demek benliğimizin tutkumuz tarafından ele geçirilmesidir. Sevgiden çok daha şiddetlidir, yıkıcıdır, etkilidir ve daha kötücüldür. İyi tarafı geçici olmasıdır, çünkü hayallerimizin ürünüdür, çoğunlukla gerçek dışıdır, mantık dışıdır. O yüzden sonu genellikle hüsranla biter. Bazen tümüyle biter, bazen sevgiye dönüşür ama her durumda biter. Aksi takdirde bu kadar yoğun sevgiye ne yürek, ne beden dayanabilir.
- Özgürlüğün olmadığı yerde aşk olur mu?
Bence olmaz. Aşk, koşulsuz olarak vermek demektir. Kendinizden, benliğinizden, hayatınızdan vazgeçmek demektir. Kimin için, âşık olduğunuz insan için. Sizin için bu kadar kıymetli olan bir insanın özgürlüğünü kısıtlamak; “Ya benimsin ya toprağın”, “sadece benim için yaşayacaksın ve benim istediğim gibi yaşayacaksın,” “sonsuza kadar beni seveceksin,” “benim istediklerimi yapacaksın” demenin aşkla bir ilgisi yoktur, bencillikle, despotlukla, kişilik bozukluğuyla ilgisi vardır. “Çok seviyordum o yüzden öldürdüm,” diyen kişi asla çok sevmiyordur, cinayetin de aşkla alâkası yoktur. Onun basit bir psikopat olmasıyla alâkası vardır. Yahut erkek egemen toplumda, yanlış yetiştirilmeyle alakası vardır. İki insan birbirini kendi iradesiyle özgürce istemelidir. Zorbalıkla, para için, konum için, kariyer için biriyle birikte olmayı aşk diye tanımlamak bu muhteşem duyguya en büyük hakarettir.
Ahmet Ümit
Ruh ikizi diye bir şey yoktur
* 'Aşk Köpekliktir' kitabınızda "Aşk, imkânsızı ümit etmektir" demiştiniz. İmkânlı aşk yok demek mi bu?
Ne yazık ki yoktur, çünkü âşık olduğumuz kişinin gerçek varlığıyla, onun bizim zihnimizdeki varlığı aynı değildir. Aşk tek kişiliktir, sonuna kadar da öyle kalır. Ruh ikizi diye bir şey yoktur. Her insanın ruhu biriciktir, tektir. Kendimizden bile sıkılmışken bir benzerimize niye aşık olalım. Aşk, bizim istediğimiz, özlediğimiz, belki de bilinçaltımızda yaşattığımız bir insanı dizayn etme çabamızdır. Ama bu mümkün değildir. Aşk, o yüzden imkansızı ümit etmektir.
Her aşk biter
- Son yıllarda ömür biçiliyor aşka, üç yıl, beş yıl diye... Var mı bir son kullanma tarihi?
İnsanlık var olduğu sürece aşk da var olacaktır. Belki de bizi öteki varlıklardan ayıran en özel duygu aşktır. Ancak, aşk hayatın anlamı değildir, aşk bize sonsuz mutluluğu getirecek olan bir duygu da değildir, o yüzden sadece aşk için yaşamak da pek mümkün değildir. Ama öyle ya da böyle; her insanın aşkı yaşayacağını biliyorum. Asıl meselenin de aşkı yaşamak değil, yaşamı öğrenmek olduğunu düşünüyorum. Her aşk biter, önemli olan sevdiğiniz insan gittiğinde, onu kaybetmeyi kabullenmektir. Onu anlamak, hatta ona yardım etmektir. İşte bunun yapabilirseniz, bilgece davranırsınız. Böyle davrananmanın insane doğasına ters olduğunu, bunun çok zor olduğunu biliyorum, ama kin duyarsanız, kötülük yaparsanız, sonuç korkunç olur. Hayatta en çok önem verdiğiniz duyguyu kirletmiş olursunuz.
Sevdiğinin gardiyanı olma!
- Kitabınızda prenslerin kurduğu aşk kenti bir aşk hapishanesine dönüşüyor. Hangi sebeplerle?
Çünkü beş prens de rüyalarında gördükleri kızın özgür olmasını istemiyorlar. Çünkü onlar aşkı bir tür ele geçirme, bir tür fetih olarak görüyorlar. Sevdikleri insanın duygularına, seçimlerine saygı göstermiyorlar. Bencilce davranarak, sadece kendi tutkularını gerçekleştirmek istiyorlar. O zaman, aşk kenti bir aşk hapishanesine dönüşüyor. Tıpkı, aşk yuvası olması istenen evlerimizin aşk hücrelerine dönüşmesi gibi.
- "Asla sevdiğin insanın gardiyanı olma!" Biraz açalım bunu lütfen... Diyelim oldu, yani sevdiğin insanın gardiyanı oldun.. başına ne gelir?
Sevdiğin insanı kısıtlamak, yönetmeye çalışmak, ona engel olmak, isteklerine aldırmamak, açıkçası yaşamına müdahale etmekten söz ediyorum. Hapishanede gardiyanlar da bunları yaparlar. Ama onların işleri budur. Yani para kazanmak için bunu yaparlar, üstelik mahkumları hapishaneye tıkan onlar değildir. Oysa ilişkide despotlaştığımızda, bu hükmetme işini bile isteye yapıyoruz demektir. Sevdiğimizin gardiyanı olmak, sadece birlikte olduğumuz insanı mahkum yapmaz, aynı zamanda bizi de o hapishanede tutar. Özgür bir insan olmaktan çıkar, birinin bekçiliğini yapmaya çalışan acımasız birine dönüşürüz.
- Gardiyanı olma, peki neyi ol?
Arkadaşı ol, dostu ol, yoldaşı ol, destekçisi ol, öğrencisi ve öğretmeni ol, dinleyicisi ol, anlatanı ol, seveni ol, saygı duyanı ol, yapıcı olarak eleştireni ol, yol göstermesine izin veren ol, yol göstereni ol, zevk vereni ol, zevk alanı ol. Olacak o kadar çok şey varken, gardiyanı olmaya ne gerek var?
- Aşkta aldatmayı nereye koyarsınız?
Aşkta aldatmanın en kötü yanı kendini aldatmaktır. Çünkü gerçekten âşık olan insan aldatmaz, âşık olduğu kişiden başkasına bakmaz, bakamaz. Aklı da, gönlü de, bedeni de o kişiye bağlıdır. Aldatıyorsa, yani gözü aşık olduğu kişiden başkasını görüyorsa, o zaten aşık değildir. Yani aldatma öncelikle kendini aldatmakla başlar. Eğer aldatma varsa, kişiyi değil öncelikle o aşkı sorgulamak gerekir.
Kadın cinayetlerinin nedeni kadının uyanışıdır
- Bu masal, kadınlara uygulanan şiddete karşı bir erkeklik ve insanlık eleştirisi diyorsunuz. Siz bir yazar olarak erkeklerin kadınları neden öldürdüğünü düşünüyorsunuz?
Ataerkil toplumun yıkıcı kültürü yüzünden erkeklerin, kadınları öldürdüğünü düşünüyorum, çünkü kadınlar, artık kendi ayaklarının üzerlerinde durmak istiyorlar. Kendi seçimlerini yapmak istiyorlar. Vazgeçme hakkını kullanmak istiyorlar. Ancak kadın özgürlüğünü kabul edemeyen bu düzen, bu haklı istekleri suç sayıyor, ahlaksızlık sayıyor, yozlaşma sayıyor, erkeğe hakaret sayıyor. Bu anlayışla yetiştirilen ve yönlendirilen erkekler de kadınları acımasızca öldürmekte beis görmüyor. Öyle ki mahkemeler bile, 'erkeklik gururunu küçümsedi' gibi nedenlerle ceza indirimleri veriyor. Kadın cinayetlerinin nedeni, kadının uyanışıdır, özgürlük istemidir, eşitlik ve bağımsızlık talebidir.
- Kadının bağımsızlığının anahtarı kimde?
Elbette kadınlarda. Bunun için zorlu bir mücadele veriliyor. Bizim gibi kadınları destekleyen erkeklerden oluşan bir kamuoyu da var ama asıl sert mücadeleyi kadınlar veriyor ve hiç kuşkusuz kazanacaklar. Onları destekleyen erkeklerin sayısı da giderek artacak, bu saçma sapan ataerkil sistem mutlaka yıkılacak.
Yasayla özgürlük kısıtlanmaz
- Sansür Yasası TBMM'den geçti, Resmi Gazete'de yayımlandı. Türkiye susar mı? Siz susar mısınız mesela?
Yasayla, özgürlük kısıtlanamaz. Bu rüzgâra kelepçe vurmaya benzer. Ne kadar anti demokratik yasa çıkarırlarsa çıkarsınlar, ne kadar despotlaşırlarsa despotlaşsınlar, ne kadar zalimleşirlerse zalimleşsinler, zamanı gelen düşünceyi yenemezler. Türkiye susmaz, insanlar susmaz, elbette ben de susmam. Elbette susmayacağım…