Yine bir gece yarısı…
Adalet Bakanı Abdulhamid Gül istifa etti, yerine eski Bakan Bekir Bozdağ getirildi…
Peki neden? Bozdağ’ın getirilmesi neyi kolaylaştıracak? Bu atamayı, yine gece yarısı yayımlanan kararnameyle birlikte okuyabilir miyiz?
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Hukuku Anabilim Dalı Başkanı ve aynı zamanda 2005 yılında yürürlüğe giren Türk Ceza Hukuku Reformu'nun baş mimarlarından olan Adem Sözüer’e sordum. Reformun hazırlandığı yıllarda Bekir Bozdağ’ın TBMM Adalet Komisyonu Üyesi olduğunu hatırlatmakta fayda var…
Gül: Koltuklar gelip geçici
NOT: Bu arada Eski Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’ü aradım, konuşmak istemediğini söyledi. Görevden ayrılmasında iddia edildiği gibi Soylu ve MHP’nin etkisi olup olmadığını sorduğumda da, konuşmak istemediğini tekrarladı, ancak şunu da söyledi: “Koltuklar gelip geçici”… Sözü Prof. Sözüer’e bırakalım…
Sizce Abdulhamit Gül neden gitti?
Sayın Abdulhamit Gül’ün hemen tüm demeçlerinde hukukun üstünlüğü, hukuk devleti, adil yargılanma hakkı, masumiyet karinesi gibi ilkeleri vurgulayan bir bakandı. Yargı reformu paketleriyle uygulamadaki sorunları gidermek, özellikle tutuklamadaki sorunları çözmek, gece baskını şeklindeki gözaltına alınma gibi hukuka aykırı uygulamaları önlemek istediğini ifade ediyordu, ama bu güzel söylemleri uygulamaya geçirecek önemli ve yetkili bir makamdaydı. Uygulamada özellikle haksız ve keyfi tutuklamalar sürdü. AİHM’in Kavala kararı uygulanmadı. Türkiye’ye yönelik Avrupa Konseyi’nden çıkarılmaya varacak süreçler başladı. Adalet Bakanı HSK Başkanı olarak yetkisini kullanıp AİHM ve AYM kararlarını uygulamayan hâkimlere yönelik bir girişimde bulunabilirdi, yapmadı, sadece “Kararlar bağlayıcıdır” şeklindeki güzel söylemlerde bulundu. Sedef Kabaş’ın hukuka aykırı şekilde gece yarısı gözaltına alındıktan sonra kendisinden hiç beklenmeyecek şekilde, sosyal medyada paylaşımda bulundu ve adeta yargıya talimat verircesine tutuklanmasını sağladı. Bu Sayın Gül’den hiç beklenmeyecek bir davranıştı. Söylemlerinde lekelenmeme hakkı, masumiyet karinesi gibi ilkelere son derece dikkatli ve özenli olan müstafi bakanın Twitter’daki paylaşımı sadece benim için değil, herkes için çok şaşırtıcı oldu. Kendisini nazik, zarif ve saygılı bir şahsiyet olarak tanıdım. Bu nedenle de kadın bir gazeteci ve bir anne hakkında hakaret iddiasıyla ilgili bir soruşturma sürerken “Lanetliyorum, karşılığını bulacak” gibi bir söylem Sayın Gül’e hiç uygun düşmedi. Ben bir an hesabı ‘hacklendi mi’ diye düşündüm. Diğer yandan 6. Yargı Paketi’nde nafaka konusunda geri adımlar atılmak isteniyor. Tecavüzcüyle evlendirmenin geri getirilmesi hep gündemde. Devletin suçu önlemek için kullanması gereken MOBESE kayıtları amaç dışı kullanılıyor. Bu ortam ve koşullarda Adalet Bakanlığı görevini yürütmek ateşten gömlek giymek gibi…
Bekir Bozdağ atanınca eski videolar ortaya çıktı. Fethullah Gülen’e övgü dolu sözleriyle dikkat çekmişti. FETÖ mensubu olduğu iddia edilen bir hakimin mahkeme tutanaklarına yansıyan açıklamalarında da Bozdağ ve ailesinin adı geçti. Siz bir hukukçu olarak bu kadar tartışılan bir ismin yeniden Adalet Bakanlığı’na atanmasını nasıl yorumlarsınız?
Öncelikle belirtmem gerekir ki, yeni cumhurbaşkanlığı sisteminde bakanların ve bu bağlamda Adalet Bakanı’nın kim olacağı çok fazla önem taşımıyor. Sebebi de şu: Türkiye’ye özgü Cumhurbaşkanlığı sisteminde bakanlık bizim daha önceden bildiğimiz türden bir bakanlık değil. Artık parlamenter sistemde olduğu gibi bakanlar kurulu yok, bakanın Meclis’e karşı siyasi sorumluluğu olan bir bakanlık değil. O yüzden kimin bakan olacağı prensipte çok da önem taşımamakta. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde başkanın belirlediği politikalar uygulanmaktadır. Ancak daha önceki bir adalet bakanının tekrar adalet bakanı olarak atanması tabii ki manidar sayılabilir.
Neden manidar?
Bekir Bey daha önce Türk Ceza Kanunu ve reformlar hazırlanırken Adalet Komisyonu’ndaydı. Oradan kendisini yakından tanıyoruz. Reformlara da destek vermişti. Fakat Türkiye’de maalesef reformlara destek verenler, reformları yapanlar daha sonra bunlardan geri adım attılar. En önemli geri adımlardan biri tecavüzcüsüyle evlendirmeyi tekrar geri getirme girişimidir. Bunu da maalesef Bekir Bozdağ’ın Bakanlığı döneminde 2016 yılında yapılmak istemişti ve tüm toplum kesimlerinden büyük bir tepki almıştı. Sayın Cumhurbaşkanı o zaman bu tepkileri dikkate alarak bu girişimi durdurmuştu. O yüzden bu noktada bazı endişeler tekrar gündeme gelebilir. Diğer yandan Türkiye’deki tüm siyasetçiler veya siyasi olmayan kişiler bakımından da geçmişteki tutum ve davranışları tartışma konusu oluyor. FETÖ’nün kurucusunu övücü konuşmalar herkes bakımından gündeme gelebiliyor. Konuşmalar, tutumlar, davranışlar bizzat suç değilse, bundan dolayı herhangi bir ceza hukuku sorumluluğu doğmaz. Önemli olan bu davranış, ceza kanunlarında suç olarak düzenlenmiş mi? Dolayısıyla ‘geçmişte o onu övdü, bu bunu övdü’den hareketle ceza sorumluluğuna gidilemez. Burada sorun şu: Bazı kişiler, “şununla fotoğraf çektirdi” ya da Zaman gazetesi abonesi oldu diye ceza verilip mahkûm edilirken, o gazetenin sahibinin ceza sorumluluğuna gidilmedi. Halbuki salt abonelik başkalarının kamu görevinden ihracı ve cezalandırılmak için yeterli sebep sayıldı… Eşitsiz bir uygulama ortaya çıkıyor. Suç olmayan davranışlar siyasi tartışma konusu olabilir ama ceza hukuku açısından eşit uygulama yapılmalı. Bizim için önemli olan yeni bakan Türkiye’de 2005 ceza hukuku reformu ilkelerine uygun bir uygulama için etkin bir girişimlerde bulunacak mı, AİHM ve AYM kararlarını uygulamayanlar için bir şey yapacak mı? Keyfi tutuklamalara, gece baskını şeklindeki göz altılara son verecek mi? Son dönemlerde söylemler oldu ama iyileşme ve ümit verici bir uygulama olmadı son dönemlerde.
Yine 2016’da Bozdağ, cinsel istismar suçunda mağdurla failin evlenmesi durumunda cezayı ortadan kaldıran yasayla ilgili bir açıklama yapmış, çocuğa tecavüzü ‘küçüğün rızası’ diyerek savunmuştu… Sizin özellikle bu konuda ne kadar duyarlı olduğunuzu ve çalıştığınızı biliyorum. Şimdi bunu söyleyen bir bakan geliyor ama bir yandan da bir gece yarısı kararnamesi yayınlanıyor, orada milli ve manevi değerler vurgusu yapılıyor, aile, çocuk ve gençlerin öncelendiğini anlatan maddelere yer veriliyor…
RTÜK gündüz kuşaklarını denetlese burada ne kadar sakıncalı programlar olduğunu görür, bütün uzmanlar bu konuda hemfikir. Aslında yapılması gerekenler yapılmıyor, çocuk koruma, kadın koruma, aile koruma gibi olumlu amaçlar ifade ediliyor ama gerçekte ifade özgürlüğü ve eleştiri hakkı sınırlamaları gündeme geliyor. Örneğin RTÜK aile ve çocukların korunması konusunda istendiği kadar etkin olmazken televizyonların hükümete karşı eleştirilerine karşı yaptırım uygulama yoluna giriyor. Basın İlan Kurumu da muhalefet yazarları, eleştirileri engelleme yoluna giriyor. Aile, çocuk, kadın korunmasıyla ilgili Türkiye’de kanunlar var. Bu kanunlar uygulanması gerekir. Ülkemizde çocuk yaştakilerin evliliğe zorlanması mesela BM’nin raporlarında bile var. Çocukları korumak istiyorsak çocuk evliliklerini ve çocuk istismarını engellemek lazım. Biz ne yapıyoruz, tecavüzcüsüyle evlendirmeyi geri mi getirelim, evlenme yaşını düşürelim mi, nafaka haklarını mı sınırlayalım, kadına yönelik şiddet kanununun neresini kırpalım diye düşünüyoruz. Dolayısıyla asıl yapılması gereken kanunların etkin olarak kullanılmasıdır. Böyle iyi amaç gibi gösterilerek, yargı paketlerinde olduğu gibi birçok olayın tam aksi olduğunu görmekteyiz.