Çok tatsız bir haftayı geride bırakıyoruz. Halk TV ailesinin değerli muhabiri Seyhan Avşar’ın gündeme taşıdığı ‘‘cinsel istismar’’ dosyası, vicdanı olan herkesi perişan etti. Takipçisi olmaya yetişemediğimiz bir açık yara daha listemize eklenmiş oldu.
Konunun detaylarına web sitemizin arşivinden ya da YouTube kanalımızdan ulaşmanız mümkün. Benim kendi kelimelerimle bu konuyu şimdi yazmam çok zor. Empatinin dipsiz kuyularında boğuluyor insan.
‘‘Adaletin hepimize gerekli olduğu’’ konusundaki çenesi düşüklüğümü parmak sallamak değil de bir hatırlatma olarak alın lütfen.
Adalet hiç tanımadığımız insanlarla, güven içinde yaşamamızın en önemli yoludur. Birey olarak hepimizin can, mal güvenliğimizin teminatıdır. Vicdanımıza da aklımıza da pansumandır.
Başımıza ne zaman ne gelecek endişesiyle yaşarken, hukuk sistemine ve onun uygulayıcılarına inanmak istiyoruz. Suçların pervasızca işlenmesinde, suçluların kendini saklama gereksinimi bile duymadan arsızca ortada gezmesinde en büyük etken CEZASIZLIK olsa gerek.
Peki ‘‘Adalete neden ihtiyacımız var?’’ Çünkü;
Kadınlar, yakın çevrelerinden tanıdıkları ya da akraba oldukları erkekler tarafından öldürülüyor.
Çocuklar, kız ya da erkek demeden cinsel istismara uğruyor.
Sağlık çalışanları, hasta yakınları tarafından şiddetin her türlüsüne maruz kalıyor.
Gazeteciler, siyasetçiler, işlerini yaptıkları için hapis cezalarıyla hizaya çekiliyor.
Trafikte herkes diğerinin hakkını gasp ediyor, eşkıyalığa soyunuyor.
Evlerimiz, iş yelerlerimiz hırsızlar tarafından soyuluyor.
Sokakta yaşamaya mahkûm edilen hayvanlara eziyet hiç bitmiyor.
Çalışanlar gerekçesiz, tazminatları ödenmeden işten çıkartılıyor.
Toplumun büyük kesimi açlık sınırında yaşatılıyor.
Eşit işe eşit maaş ödenmiyor.
Ücretsiz eğitime, sağlığa gerçek anlamda ulaşılamıyor.
Gerçek akademisyenler üniversitelere sokulmuyor.
Seçilen değil atanan rektörler üniversiteleri yönetiyor.
Yeni dönem kurallarıyla edinilen şaibeli unvanlılara akademik kadrolar pay ediliyor.
Muhalefet eden, hak arayan sanatçılar işsiz bırakılıyor.
Doğal afetlerle evlerimiz, iş yerlerimiz yerle yeksan oluyor. Ne ölümlerden ne kayıplardan kimse sorumlu olmuyor.
İyi hal sadece suçluları koruyor. Suçlular aflarla serbest kalıyor.
Para cezaları, vergi cezaları siliniyor, sistem ödemeyeni kayırmış oluyor.
Orman arazilerimiz yanıyor, yangınlar söndürülemiyor, yerine imar izinleriyle büyük işletmeler açılıyor.
Kazanılan seçimler sayılmıyor, sayılanlar kayyumla geri alınıyor.
Futbol kulüplerinin başkanlarından, taraftarına eşkıyalıklar boyumuzu aşıyor.
İtibar suikastları, iş yerinde mobingler, akran zorbalıkları, sosyal medyadan hakaretler doz aşımına giriyor.
Üst mahkemeler birbirlerinin kararına uymuyor.
Haksız rekabet nedeniyle çok sayıda işyeri batıyor.
İş ortaklıkları kolay kuruluyor, para kazanıldığında biri diğerini dolandırıyor.
Yüksek hızlı trenler devriliyor, kimse istifa etmiyor, yargılanmıyor.
Madenlerde, tersanelerde ve şantiyede işçiler ölüyor, iş kazalarına ‘fıtrattandır’ deniyor.
Kamu arazileri, sit alanları her gün imara açılıyor, tarım arazileri yok ediliyor.
Her şeyin ikili üçlü vergisi alınmaya devam ediliyor ama nereye harcandığı söylenmiyor.
Deprem yardımları şeffaf dağıtılmıyor.
Herkes birinin yakını sıfatıyla devlet / belediye kadrolarında işe alınıyor.
Mülteciler kayıtsız olarak her yerden ülkemize giriş yapıyor.
Yaşamak için şans arayan bu insanlar her türlü kötü muameleye maruz kalıyor.
Mahalleler bölüşülüyor, küçüklü büyüklü mafyalar türüyor.
Askerlerimiz sınırda, sivil insanlarımız sokaklarda ölmeye devam ediyor.
Silahlanma tüm hızıyla devam ederken, maganda kurşunlarının sonu gelmiyor.
Birçok ilacı bulmak mümkün değilken uyuşturucu maddelere ulaşmanın kolaylığı ile her gün binlerce genç zehirleniyor.
Sigara yasakları filen her mekânda çiğneniyor.
İhaleler sürekli belli adreslere teslim ediliyor.
Kara paraları aklamak ya da hızlıca zengin olmak için güzellik merkezleri, çiftlik banklar, saadet fonları, coin vurgunları gibi akla gelmez uygulamalara her gün bir yenisi ekleniyor.
Sansürün her çeşidi; yasaklama, para cezaları, kapatmalar, kolluk güçleriyle evden almalar son hız devam ediyor.
Azınlık hakları geçmişte nasıl ihlal edilmişse, farklı yollarla aynı sonuçlara ulaşılmaya devam ediliyor.
Gücü yetenin zayıf gördüğüne sınıfsal, siyasal, ekonomik olarak uyguladığı şiddet, haksızlık sürerken, bunu böylece kabul etmeye zorlanmamız ya da gücü ele geçirince aynısını yapar olmamız, yani ezen/ezilen ilişkisinin döngüsü tam da bugün neden adalete ihtiyaç duyduğumuzun cevabıdır aslında. Yanlışın, kötünün, suçun ve suçlunun övüldüğü her alan hızla uzaklaşmamız gereken çürümüşlüktür.
Haftaya Mahalli İdareler Seçimi var. Siyasete olan inancını kaybetmiş çok sayıda insan oy kullanmak bile istemiyor. Ama yukarıdaki liste her seçimden sonra biraz daha uzuyor. Değil sandığa gitmemek, oy kullanırken iki değil on kere falan düşünmek şart.
Bir ‘‘Kendin yaz, kendin gibiler okusun’’ köşemizin daha sonuna geliyoruz. Aslında acıklı olan bu ülkenin yasalarının yokluğu değil, yasaların var olmasına rağmen keyfiyete göre uygulanması. Özlük hakları, çalışma hakları, sendikal haklar, öğrenci hakları, kadın hakları, hayvan hakları, toplu yürüyüş ve eylem hakkı, azınlık hakları… nihayetinde insan hakları.
Ölmek için değil, insan gibi yaşamak için adalet, hemen ve şimdi.