Bu kış çok zor geçecek. Evet!
Ama sadece bizler, ekonominin ezdiği yoksullar, "olağan şüpheli" gençler için değil. Erdoğan ve Saray için de çok çok zor geçecek.
Çünkü dış politikadaki muhatapları artık oyalanamıyor. Her biri, en kısa sürede taleplerinin yerine getirilmesini istiyor. "Her biri" derken, elbette büyük güçleri ve dünyanın neredeyse yarısını kastediyorum: ABD, Rusya, Merkel sonrası Almanya ve Avrupa Birliği, giderek güçlenen Mısır'ın başı çektiği Arap Birliği.
Soçi'de konuşulanları öğrenemedik. Ancak, Rus medyası ve Erdoğan'ın cümlelerinin arasına sıkışan ayrıntılar sayesinde öğrenmiş kadar olduk. Putin, Suriye ve özellikle İdlib konusunda daha fazla tolerans gösterilmeyeceğinin işaretini verdi.
Bir TC vatandaşı olarak utanç ve hüzün karışımı duygularla okuduğum "Rusya'dan iki nükleer santral daha istedik.." açıklaması Soçi'de işin nerelere vardığını özetlemiyor muydu zaten! Sarın iki santral, bir de ikinci parti S 400.. Anlaşalım.
Putin "geçiniz" dedi mi acaba?
Erdoğan Soçi'den hayal kırıklığı ile dönerken, seçmenlerine hiç değilse BİDEN MÜJDESİ vermeye çalıştı. New York'ta görüşememişlerdi, ama Roma'da, olmadı Glasgow'da görüşebileceklerdi!
Kendi ifadesiyle, "hayra alamet bazı adımlar atılıyor"du!
* * *
Neredeyse tam da o sırada, Washington'daki bir toplantı tam tersini söylüyordu.
ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi'nde, Biden'ın Ankara Büyükelçisi olarak atamak istediği Jeff Flake, onay oturumunda "mülakat"taydı.
O mülakatta neler söylemedi ki Flake!
Başta, Türkiye'nin gelecekte S 400 veya benzeri Rus silahları alması halinde karşılaşacağı ek yaptırımlar, pek çok başlıkta daha gelmeden Ankara'yı bombardımana tuttu.
Ancak, ilginç bir vurgu vardı konuşmasında: Tam olarak bu kelimelerle olmasa bile, hedefinin Türkiye değil Erdoğan iktidarı olduğunu tekrarlayıp durdu. Örneğin, bir NATO üyesi olarak Türkiye'nin değerli bir müttefik olduğunu söylüyor, ardından Erdoğan için ağır yorumlarda bulunuyordu:
"Türkiye'nin bölgedeki saldırgan eylemleri ve Erdoğan rejiminin kendi halkına karşı uyguladığı baskıcı tutum göz önüne alındığında, Türkiye'yi sorumlu tutmaktan çekinmeyecek bir büyükelçiye ihtiyacımız var. Erdoğan'ın baskısı bir demokrasiye, bir NATO müttefikine yakışmıyor. Demokrasiler gazetecileri hapse atmaz, akademisyenleri yıldırmaz ve din özgürlüğünü ihlal etmez. Kadınlara yönelik şiddeti durdurma taahhütlerinden caymaz ve siyasi muhaliflerini hapse atmaz."
* * *
Bu ne şimdi?
Erdoğan yönetimi, Biden'in Ankara büyükelçisi olarak kimi atayacağından habersiz mi?
Jeff Flake'in bu düşüncelerini kendisine anlatan olmadı mı?
Yanıt "hayır" ise, kocaman bir AYIP!
Biliyorlarsa ve bilmezden geliyorlarsa daha kocaman bir AYIP!
Eğer (tıpkı Mısır ve Suriye konusunda olduğu gibi) Washington'la bu atama konusunda ARKA KAPI DİPLOMASİSİ yapılmıyorsa, önümüzdeki süreçte neler yaşanacağını tahmin etmek zor değil.
Yani, fırtınanın büyüğü kapıda. Ama, Saray bahar türküleri söylüyor. Daha doğrusu söylemeye çalışıyor!
(Bir not paylaşmadan devam edemeyeceğim: Erdoğan fahiş fiyata karşı 1000 tarım kredi kooperatifi marketi açılacağını açıklamış. Doğalgaz, elektrik, dolayısıyla ulaşım, her türlü ithal maldaki korkunç artışları o marketler mi önleyecek-miş? Bilemedim)
* * *
Durum ortada!
Diplomaside tam anlamıyla bir tıkanmışlık yaşanırken, içerde de TÜKENMİŞLİK SENDROMU hakim.
Sabah Yazarı Dilek Güngör bile geçenlerde itiraf ve isyan etmedi mi:
"İletişimde algı ve aktarma modelinde sıkıntı var. İletişim, algıyı yönetmek, davranış biçimleri oluşturmak ve hedefe ulaşmak için bir araç değil mi? O halde, kitlenin zihninde yer edecek, onların algısını etkileyecek faaliyetlerde bulunmak gerekmez mi? Ya da muhalefetin oluşturduğu algı insanlar tarafından gerçek olarak kabul edilmeden müdahale etmek?
Maalesef, iktidar, bu kadar hizmete ve devasa projeye rağmen kendi tabanında dahi motivasyonu sağlayamıyor. Söylem üstünlüğü kuramıyor. Yaptıklarını tam olarak kitlelere anlatamıyor."
Hakikaten olmuyor.
Son aylarda, Erdoğan ve kozmik ekibinin attığı her adım ters tepiyor. Gündemi artık muhalefet belirliyor.
Belki de, "artık Erdoğan ve ekibine laf anlatamadığı için" Saray'ın siyasi kampanya danışmanı İyi Parti'ye transfer olmadı mı!
Üstelik, Erdoğan'a "veda etmediğini, sadece gidiyorum diye haber bıraktığını" söylemedi mi!
Ankara / Saray / medya çevresindeki gelişmeleri dikkatle takip edenler şunu görüyor: Yandaş ya da "yakın" medya giderek Erdoğan'dan uzaklaşmaya başladı. Hatalar itiraf ediliyor, sıkıntılar dışa vuruluyor artık.
Erdoğan'ın yanında bu gidişle AKİT gazetesiyle, Atatürkçüleri asmak kesmek için sabırsızlanan Fatih Tezcan gibi fanatiklerden başka kimse kalmayacak.
Peki neden? Saray'da neler oluyor? Ya da neler olamıyor?
Erdoğan Soçi'ye neden ilgili bakanlarını değil de, sadece MİT Başkanı Hakan Fidan, kara kutusu İbrahim Kalın ve "algı bükücü" Fahrettin Altun'u götürdü mesela?
Ekibi / çevresi neden bu kadar daraldı?
* * *
Bu soruların yanıtlarını elbette bizler kadar dünya da merak ediyor. ABD siyasetine yön veren odaklardan biri, Foreign Policy Dergisi'ndeki bir yazı ise, yanıt adına ortaya çok ağır iddialar atıyor.
Foreign Policy köşe yazarı Steven A. Cook imzalı yazıda, örneğin, Erdoğan'ın "bir sonraki seçimlerde aday olamayacak kadar hasta olabileceği" iddia edildi.
Dahası var!
ABD'li köşe yazarı, "Erdoğan'ın unutkanlığının arttığını, nefes almakta zorlandığını, kafa karışıklığı yaşadığını, kusma problemleri yaşadığını ve kendisine implante edilebilen kardiyoverter defibrilatör takıldığını, çevresindeki doktor sayısının arttığını, basınla temasının azaltıldığını ve kamuya açık etkinliklerde kendisine ağrı kesici pompalandığını" yazdı.
Bu kadar ayrıntılı olmasa da, Erdoğan'ın sağlık durumu Ankara kulislerinde de en önemli gündem maddelerinden. Özellikle, başta Bakü ziyareti olmak üzere çeşitli görüntülerinde gözlenen yürüme zorluğu herkesin dilinde.
Özel olarak onun için kurulup 24 saat hizmet veren Saray Hastanesi, elbette Erdoğan için gerekeni yapıyordur.
Ama, o hastanede, dış politikadan ekonomiye, yargıdaki krizden mülteci meselesine... Türkiye'nin en kritik sorunlarına ilaç olduğunu sanmıyorum.
Bu kış sahiden çok zor geçecek. Hem Erdoğan, hem de bizler için!