Siyaset kurumu; yasama ve yürütme organları aracılığıyla yurttaşlarının tüm ihtiyaçlarına hukukun ön gördüğü biçimde çözüm yollarını bulmak ve uygulamak ile sorumludur. Devletin zenginliklerini tabana yayarak, toplumsal kesimlere aynı mesafede durarak eşit yurttaşlık anlayışı içinde toplumsal barışı sağlamakla yükümlüdür. Ülkede yaratılan üretimi ve katma değeri tabana yaymak ve bölüşümü adil bir biçimde sağlamak bu kurumun asli görevidir.
Siyaset kurumu, devletin kamu düzenini sağlama, ülke ve insan yönetimini adaletle gerçekleştirme görevini yerine getiren bir yapı olmak zorundadır.
Bugün ülkemizin en çok ihtiyaç duyduğu şey barış içinde birarada yaşamaktır. Bir türlü çözülemeyen Kürt sorunu çatışma dinamiğini sürdürüyor. Aynı şekilde Alevi toplumunun tüm sorunlarına kulaklarını tıkayan, görmezden gelen AKP-MHP iktidarı, yurttaşlar arasında kutuplaşmayı derinleştiriyor.
Siyaset kurumunun görevi üretimi artırmak, bölüşümü adil yapmak ve bütün bunların barış ortamında gerçekleşmesini sağlamaktır.
Asırlar boyunca kapalı bir sosyal ve dini düzen içerisinde yaşayan dolayısıyla iktidar dışında kalan Alevilerin siyaset kulvarında varoluşu da yepyeni bir olgudur.
Kentleşmeyle birlikte Aleviler de siyasi hayatta varolma düşüncesini, okuyan gençlerinden güç alarak olgunlaştırmaya başladı. Gerek siyasi iktidarın ötekileştirici bakış açısı gerekse Diyanet İşleri Başkanlığı’nın nefret içeren açıklamaları üniversiteli Alevi gençliğinin uyanışına yolaçtı. İlk kıpırdanmalar, 1963 yılında Alevilerin Diyanet İşleri Teşkilatı’nda temsiline olanak tanıyan yasa tasarısına karşı sağ basının ayrımcılık ve nefret yüklü söylemlerine gösterilen tepkiyle başladı denilebilir. Çünkü, o tarihte üniversite öğrencisi olan Seyfi Oktay ile Mustafa Timisi’nin arkadaşlarıyla birlikte bir bildiri yayınlayarak, Alevilerin hak ve menfaatlerinin anayasal güvence altına alınmasına dikkat çektiler. Ortak bildiride Sünnilere tanınan haklar gibi Alevilere de ibadet, inanç eğitimi gibi hakların verilmesi belirtiliyordu.
1965’te Nurcuların desteğiyle iktidara gelen AP hükümeti, bu cemaate mensup İbrahim Elmalı’yı Başkan olarak Diyanet İşleri Teşkilatı’na (DİT), Cemalettin Kaplan’ı ise Başkan Yardımcılığı’na atadı. Nurcu İbrahim Elmalı, siyasi iktidardan aldığı destekle yüzyıllardır sürdürülen “mum söndü” iftirasını çağrıştıran “Alevilik sönmüştür” deme cüretinde bulunur. Bu açıklama Aleviler arasında yeni bir tepki dalgasına yol açtı. Üniversiteli Alevi öğrenciler ikinci bir bildiri yayımlayarak DİT Başkanı Elmalı’yı protesto ettiler.
Ne acıdır ki yüz yıllık cumhuriyetimizin hiçbir döneminde sorunun kaynağı olmayı tercih etmeyen Alevi toplumu siyasetin etkili bir öznesi olamamıştı. Bunun, sosyo-ekonomik açıdan pek çok nedeni vardı kuşkusuz. Ama 27 Mayıs Anayasası’nın sağladığı göreceli özgürlük zemini, köyden kente göç eden Alevilerin siyaset yapma arzusu, Alevi tepkiselliğini artıran olayların peşpeşe yaşanması, Demokrat Parti döneminde tarikat ve cemaat çevreleriyle kurulan ittifakın 1960 sonrasında Adalet Partisi çatısı altında devam etmesi gibi nedenlerle Aleviler, siyasallaşma çabası içine girdiler.
Bu noktada; Muğla Ortaca olaylarının tetikleyici etkisi olduğu söylenebilir.
ÇATLAYAN SABIR TAŞI
Muğla’nın Ortaca ilçesinde, "Ağaçeri" soyundan gelen ve Osmanlı kayıtlarında “Cemaat-i Tahtacıyan” olarak geçen Tahtacılar (Türkmen Aleviler) yaşamaktaydı.
Göç zamanında bataklık olan bu bölge, Tahtacı Alevileri tarafından kurutulur ve yaşanabilir hale getirilir. 1961 genel seçimlerinden sonra kurulan koalisyon hükümeti tarafından, Alevi olan Fevziye Köyü'ne yakın olan bir bölge, yani günümüzdeki adı Güzelyurt olan Kızılyurt Köyü, Nur Tarikatı'na bağlı Sünni cemaate ve onların şeyh-ağasına verilir.
1966 yılı Haziran’ında Fevziye Köyü'nden bir adam ve eşi odun toplamak amacıyla Kızılyurt yakınlarındaki ormanlık araziye girer. Bunu gören Kızılyurt Köyü'nden beş Sünni, "Alevilerin namusu olmaz" diyerek bu iki kişinin arkalarından gider, ardından adamı bir ağaca bağlayıp onun gözlerinin önünde eşine tecavüz eder. Adam ve eşi köye dönünce durumu anlatır. Bunun üzerine Fevziye Köyü’nün Alevi halkı, Kızılyurt ağasının mekanını basar.
Bir süre sonra olaylar büyür ve bir kısım Nurcu Kızılyurtlular "Bir Tahtacı öldüren cennetliktir" sloganları ile Ortaca merkezine yürümeye başlarlar. Ardından bu topluluk, içinde Alevilerin bulunduğu bir sinemayı basar ve burada 2 kadına tecavüz ederler. Kaçmayı başaran Aleviler kurtulur. Sinema, sahibi ile birlikte yakılır. Daha sonra bu kalabalık grup belediye binasını basarak, Ortaca'nın ilk belediye başkanı ve bir Alevi olan Ziya Çavuş'u makamında yakalar ve uzun olan saç ve sakalını keserler. Alevi düşmanı bu güruh Belediye Başkan Çavuş’a, bir kağıt zorla imzalatılarak istifa ettirilip, makamından indirilir ve yerine cemaatten bir kişiyi yerleştirirler.
Bir Alevi köyünün günlerce komşu Sünni köylünün ablukası altında kalması yurttaki tüm Alevileri tedirgin etmiştir. Bu tedirginlik siyasal iradenin sorunu ele alma tarzıyla yakından ilişkilidir. Adalet Partisi (AP) soruna sıradan bir adli vaka olarak yaklaşma eğilimindedir. CHP’nin yaklaşımı ise nüans farkıyla Alevi-Sünni farklılaşmasını reddeden bir yaklaşımdır. Alevilerin, mevcut siyasal yapılara olan güveni sarsılmış ve varolan sorunlarının giderilmesi konusundaki inancı azalmıştır.
ALEVİ GENÇLERİ ÖRGÜTLENDİ
Bu olaylar, Ankara ve İstanbul’daki üniversiteli gençler başta olmak üzere Alevi kamuoyunun tepkilerine neden olur. Bildiriler ve hükümete çekilen protesto telgraflarıyla tepkiler ifade edilir.
Kendilerini yalnız ve sahipsiz hisseden, tüm siyasi partilerin sorunlarına kayıtsız kaldığını düşünen Alevilerin partileşme arayışları işte bu süreçte hızlandı. Alevilere bu memlekette huzur yüzü gösterilmediği, sürekli ret politikaları uygulandığı ve iftiralar atıldığı gibi gerekçelerle yeni bir partinin gerekli olduğu düşünülür. Hacı Bektaş Veli Dergahı’nın Postnişi Feyzullah Ulusoy da partileşme süreci içinde yeralır.
Ortaca katliamından dört ay sonra 17 Ekim 1966’da kurulan Birlik Partisi’nin genel başkanlığına emekli İstihbaratçı General Hasan Tahsin Berkman’ın seçilmesi manidardır. Ayrıca, Milli Birlik Komitesi üyesi Sıtkı Ulay’dan, Alaattin Kıral’a, Sadettin Süataç’tan, Celil Gürkan’a ve Lütfü Gezer’e kadar çok sayıda emekli subayın bu parti içinde yeralması dikkat çekicidir. Kimi gelişmeler ve isimler, sürece bir dış müdahalenin yapıldığı iddialarını güçlendirmektedir.
BİRLİK PARTİSİ 8 MİLLETVEKİLİ İLE TBMM’DE
Birlik Partisi (TBP), 1969 seçimlerinde 8 milletvekili kazandı. Malatya Milletvekili Sami İlhan mazbatasını almak için Ankara’ya gelirken trafik kazasında hayatını kaybedince TBMM’nde 7 milletvekili ile temsil edildi. İçlerinden 5 milletvekili Demirel Hükümeti’ne güvenoyu vererek AP’nin iktidar olmasını sağlayınca yer yerinden oynadı. Parti büyük bir sarsıntı yaşadı. Güvenoyu vermeyen Sivas Milletvekili Mustafa Timisi ile İstanbul Milletvekili Haydar Özdemir parti yönetimini toplayarak bu 5 milletvekilini ihraç ettiler. İhraç edilen 5 milletvekili Hüseyin Balan, Kazım Ulusoy, Ali Naki Ulusoy, Yusuf Ulusoy ve Hüseyin Çınar Adalet Partisi (AP) saflarına katıldılar. Bu katılım Alevi toplumunda büyük bir kırılmaya ve güven duygusunu yitirmesine neden oldu. AP’ye katılan bu 5 milletvekili toplum tarafından ihanet ile suçlandı. Alevi toplumu bu ihanet karşısında siyasetten uzaklaşmaya başladı.
Birlik Partisi’nin siyaset tarzı ve söylemleri dönemin CHP’sinden çok da farklı değildi. Hatta programında “komünizmle mücadele” bile yer alıyordu. Sağ eğilimli bir yapıda başladığı siyasi yolculuğuna, Türkiye Birlik Partisi olarak Mustafa Timisi’nin genel başkanlığında demokratik sol bir politik değişimle devam etti.
SOSYALİST SOL KİTLESELLEŞİYOR
Bu yıllarda Türkiye’deki sınıf mücadelesinin yarattığı sosyalist sol hareketin kitleselleşmesi ile birçok dengenin değiştiğine tanık oluyoruz. Devlet, sıkıyönetimlerle daha totaliter bir yapıya dönüşürken; işçiler, köylüler bir kurtarıcı olarak gördüğü sosyalist sol hareket etrafında kümeleşti. Sınıflar arası mücadelenin boyutu büyüdü. Egemen sınıflar adaletli olup yönetme yetisini kaybediyordu. Geniş emekçi halk kitlesi artık eskisi gibi yönetilmek istemiyordu. Köylüler emeğinin karşılığını alamadığı için protestolar yaparken; fabrikalarda işçi sınıfı “Eşit işe, eşit ücret” talebiyle direniş ve grev yoluyla sesini yükseltiyordu. Öğrenci gençlik “Tam Bağımsız Türkiye” şiarıyla bu hareketliliğin motor gücünü temsil ediyordu.
Türkiye Birlik Partisi’nin yönetim kadrosu bu süreçte siyasi rotasını halkçı söylemlerle güçlendirdi. Ardından 12 Eylül 1980’de faşist askeri darbesinin kararıyla partinin siyasi hayatına son verildi.
Alevi toplumunun en ufak kıpırdamasına ve ses çıkarmasına tahammülü olmayan devletin ve siyasi iktidarların müdahale girişimleri her zaman olduğu gibi bu dönemde de karşımıza çıkmaktadır. Nitekim TBP’ne müdahalesini tam da bu anlayışın ürünü olarak görmek yanlış olmaz.
Oysa Alevi toplumu tarihinin hiçbir döneminde sorun çıkaran olmamıştır. Maraş’ta, Malatya’da, Çorum’da, Madımak’ta ve Gazi’de feci saldırılara maruz kalan Alevi toplumu ferasetini ve hukuka bağlılığını korumuştur ve demokratik yollarla mücadele etmekten vazgeçmemiştir.
Not: BP (TBP) ile ilgili gazeteci yazar Kelime Ata’nın dönemin tanıklarından topladığı bilgilerle yazdığı “Alevilerin İlk Siyasal Denemesi (Türkiye) Birlik Partisi (1966-1980)” adlı eserini inceleyebilirsiniz.