Vücudum Tükense De Ruhum Bana Ait

Haruki Murakami’nin Türkçeye çevrilerek yayımlanan ikinci öyküsünde, günlerce uyumayan bir kadının varoluş meselesini anlatıyor.Uyuyamıyorum, tam 17 gün oldu, diye başlayan bir kitap. Evli, çocuk sahibi, hemen her gün aynı...

Haruki Murakami’nin Türkçeye çevrilerek yayımlanan ikinci öyküsünde, günlerce uyumayan bir kadının varoluş meselesini anlatıyor.

Uyuyamıyorum, tam 17 gün oldu, diye başlayan bir kitap. Evli, çocuk sahibi, hemen her gün aynı şeyleri yapan bir kadının uykusuzlukla tanışması... Bilincinin bedeninden ayrılışı, dünyanın sessizce ondan uzaklaşması. Uyuyamaz hale gelmeden önceki kadınla sonrası arasındaki duygu farkları... Bir kadeh, bir kadeh daha; brendi... Evlenene kadar çok kitap okumuş, sonra o işi rafa kaldırmış. Uykusuzluk gelince aniden, Anna Karenina’ya sarmış, bir kez bir kez daha okuyup duruyor. Anna ve Vronski’nin dans partisinde birbirlerine bakışları, aşka düşen kaderleri hakkında düşünüp duruyor. Kocası onunla sevişmek istediğinde dahi bir an önce kitaba dönmek istiyor. Tabii ki her Murakami karakteri gibi o da spor yapıyor. Kendine bakıyor. Ama gel gör ki, uykusuzluk onu kendinden bile gizli gizli çikolata yemeye götürüyor. Ailesine karşı görevlerini yapıyor ama bunlar onun varoluşuna etki etmiyor. Sessiz bir rüzgâr gibi etrafından esip gidiyorlar. Ama kadın uykusuzluk anında sanki varoluşunun şifrelerini çözüyor gibi, bu duruma sıkı sıkı sarılıyor.

Uyku, Murakami’nin Türkçeye çevrilerek yayımlanan ikinci öyküsü. İlk öyküsü “Kurbağa Kardeş Tokyo’yu Kurtarıyor”, Radikal Kitap tarafından Hüseyin Can Erken çevirisiyle 2011’de iki bölüm halinde tefrika edilmişti. Murakami, bu öyküyü “Depremden Sonra” başlığını koyduğu öykü derlemesine dahil etmişti. 1995 yılında yaşanan Kobe depremi sonrasında yaşadığı deneyimlerden yola çıkarak yazdığı öykülerinin bir derlemesiydi. Ancak şimdi tanışacağımız Uyku, Türkçe yayımlanan bu ilk öyküsünün yer aldığı derlemenin devamında kaleme aldığı “TV People”a dahil ettiği uzun bir öykü. O yüzden, aslında aynı çizginin ürünü iki öykü olarak değerlendirilebilir.

SIRADAN ARABANIN SIRRI

Murakami’nin şifrelerine baktığımızda kitaplarının ortak örgüsünde müzik, otomobiller, giyim kuşam, kitaplar ve spor ağırlıklı olarak gözümüze çarpar. İşte Uyku kitabında yine sık sık karşımıza bir Honda City çıkıyor. Ne zaman bir Murakami kitabı okusam, hemen telefonu elime alır ve çevirmeni ve bence bir Murakami uzmanı olan Hüseyin Can Erkin’i ararım. Yine aynı şeyi yaptım ve ona bu Honda City’nin anlamını sordum. Beklediğim gibi yine önemli bir altmetni vardı bu markanın. Erkin, rahat kullanılabilen, rahat park edilebilen bir araba olarak Japon ekonomisinin köpüklenme zirvesini yaşadığı 80’ler, 90’lar başının aile arabasını sembolize ettiğini söyledi. Ancak buradaki aile arabasının yanıltıcı olabileceğinin altını çizdi:

“Dönemin aşırı ekonomik büyümesi Japon toplumunda reşit olan (aynı evde yaşadıkları halde) her aile bireyinin bir araba sahibi olması çılgınlığına da yol açmıştır. Dolayısıyla, bu öykü bağlamında aile arabasından anlamamız gereken ev kadının arabasıdır. Murakami’nin diğer öykülerinde karşımıza çıkan arabalar ve markaları genellikle marjinal olanı yansıtır. Buradaki fark ise sıradan olmasıdır.”

1Q84’ü okuyanlar hatırlayacaktır. Yazarın 1256 sayfalık romanında George Orwell’e gönderme vardı. Bu kez Uyku’da sıkça Tolstoy’la karşılaşacaksınız. Kadın kahramanımızın defalarca Anna Karenina’yı okuduğunu göreceksiniz. Buradaki şifrenin adı “tükenmişlik”... Tolstoy, Anna Karenina’yı bir ahlaki tükenmişlik sembolü olarak, en azından bu görüşün doğru olup olmadığını sorgulayarak tasvir eder. Murakami’nin Uyku’sundaki kadın kahramanımız ise tesadüfen baş gösteren bir fiziksel tükenmişliğin sembolüdür. Öykünün içerisinde genel ahlakı tedirgin eden hiçbir unsur barınmadığı halde, kadın kahramanımız fiziksel tükenmişliğin sınırındadır. Hüseyin Can Erkin, “Bence” diyor, “Murakami’nin sorusu şu? Kadının fiziksel tükenmişliği, kocasıyla olan kadın-erkek ilişkisini minimum düzeye düşürdüğünde, kadın geri kalan ev kadınlığını tamamen yerine getiriyorsa burada ahlaki bir bitkinlik aramalı mı? Elbette, arka planda bu erkek için de geçerli...”

MÜZİK NEREDE?

Yazarın her kitabının bir müziği vardır bilirsiniz. Geçen yıl çıkan Renksiz Tsukuru Tazaki’nin Hac Yılları’nda Franz Liszt’in Le Mal du Pays’ini kitabın tanıtımında bile duymuştuk. Bu kez kitabın müziği biraz gizlenmiş gibi. Hatta yok bile diyebiliriz. Erkin’e göre öykünün akışı ve sahnelendiği zamanlarda müziğe yer yok zaten.

Ve kitabın sonu. Yine bir sonu yok elbet. Murakami, her seferinde okuyucuya yüklediği sorumluluğu bu kez biraz daha ileri götürmüş gibi geldi. Sonu hakkında bir hayal kurmakta biraz zorlanıyorsunuz. Erkin, “Murakami’nin öykülerinin, anlatılarının sonunda okuruna yüklediği sorumluluk, çevirmenine yüklediği sorumluluktan çok daha hafif” diyor.

Sırada ne var diye soruyorum. Erkin, “Dance, dance, dance” diyor. Hararetli bir çeviri, çevirmen-editör trafiği yaşanıyormuş şu günlerde. Sıradaki kitap 550 sayfalık bir roman. Müjdeyi bizden duyun istedik.

BİLİNCİM BERRAK

Ne oldu da bir anda uyuyamama hastalığına yakalandım, sonra ne oldu da aniden tekrar düzeldim bilemiyorum. Bu uyuyamama hali uzaklardan, rüzgâra kapılıp gelmiş kalın, koyu, karanlık bir bulut gibiydi. O bulutun içi benim ne olduğunu kestiremediğim lanetli bir şeyle kaplıydı. Nereden çıkıp geldiğini, nereye gittiğini hiç kimse bilemez. Fakat neticede, önce gelip başımın üzerine çöreklenmiş, sonra da bir anda çekip gitmişti.

Fakat benim şu an uyuyamıyor olmamın, o sıralarda yaşadıklarımla uzaktan yakından ilgisi yok. Her şeyiyle bambaşka bir durum bu. Yalnızca uyuyamıyorum işte. Gözüme bir damla uyku girmiyor. Fakat uyuyamadığım gerçeğini bir yana bırakırsak, aşırı normal bir durumdayım. Hiç uykulu değilim ve bilincim de gayet berrak. Hatta normalde olduğundan çok daha berrak bile diyebilirim. Vücudumda da herhangi bir değişiklik yok. İştahım yerinde. Yorgunluk da hissetmiyorum.

Kitaptan

UYKU

Haruki Murakam

Çeviren: Hüseyin Can Erkin

Doğan Kitap

2015, 90 sayfa, 35 TL.

Radikal

Kültür Sanat Haberleri