AKP ile iktidara gelen "muhafazakâr demokratlar" despotikleştikçe Türkiye düşünce dünyası başka bir yere dönmeye başladı.
Türkiye’de bir Marquis de Sade hayaleti dolaşıyor! Pierre Klossowski’nin Ayrıntı tarafından yayımlanan kitabından sonra bir başka yayınevi (Kafekültür) Marquis de Sade’ın Can Çekişen Ateist ve Kadercilik adlı altındaki kitaplarını yayımladı. Bunların yanında Juliette ikinci baskı yapmış vaziyette. Yeniden basılan Erdemle Kırbaçlanan Kadın baskılarını yenilemekte. Bu kitabın arka kapağına baktığımızda, aynı yayınevinin beş küçük kitap daha yayımlayacağını görüyoruz. Türkiye’de en muhafazakâr siyasetin ve sosyolojik bakışın yaşandığı şu dönemlerde, bu kitapların yayımlanması bize, sanıyorum ki, dinamiklerin çoklu ve çoğul olduğunu göstermekte. Türkiye sosyolojik olarak son yirmi-yirmi beş yıl boyunca muhafazakâr ve İslami bir düşünceyle barışmaya uğraşırken, AKP ile birlikte iktidara gelen “muhafazakâr demokratlar’’ 2010’lu yıllardan itibaren despotikleştikçe, grosteskleştikçe, Türkiye düşünce dünyası başka bir yere dönmeye başladı. Eleştiriler şiddetlendikçe Marquis de Sade’ın unutulan dünyası da yeniden gündeme geldi.
Türkçe okuyan okurlar Marquis de Sade’la Erdemle Kırbaçlanan Kadın olarak çevrilen Justine kitabının Bilgi Yayınları tarafından (sanırım Attilâ İlhan’ın önerisiyle) yaptırılan çevirisi ile 1970’li yılların yarısında tanışmıştı. 1970’li yılların özgürlükçü ve libertenleşmeye çalışan gençliğinin Marquis de Sade ve Nietzsche ile ilişkisi o yıllarda pekişmeye başlamıştı. Ancak, bu düşünceler az sayıda insanı etkilemekteydi. Rüzgâr, özgürlüklerden yana esmeye başladığında, Marksizmin kuvveti ve devrimci hareketin dinamiğiyle aynı zamanda muhafazakârlaşmaya başlayan sol ve 1980 darbesi bizi salladı, başka yerlere götürdü.
Minör bir Aydınlanma düşünürü olan Marquis de Sade’ın devrimci dünyası unutulmuştu veya pek de kaale alınmamıştı Türkiye’de. Halbuki, Marquis de Sade ruhban sınıfının da aristokratların da pisliğini ortaya sermekteydi. İktidarı ellerinde tutanların kötücüllüğünü göstermekteydi. Cinayetler, katiller, fakirleri soyanların cinsel dünyasındaki sapkınlıkların tasnifini yapan Sade’ın Juliette kitabı ilk psikiyatrik sapkınlıklar kitabı olarak kabul edilmekte bugün. Psikiyatri dünyası açısından Kraft-Ebing’in Psychopatia Sexualis kitabının ilk versiyonu olarak durmakta. Evet Marquis de Sade 1768’de bir davadan yargılanmıştı; kızlara kantaridli (bir çeşit İspanyol sineğinin sıvısı) şeker vererek onların cinsel arzularını kışkırttığı ve uşağı ile birlikte onlara şiddet uyguladığı haberi yayılmıştı. Bu bir söylenti miydi yoksa gerçek miydi? Bunu bilinmediği söylenmekte. İkinci işlediği suç olarak anlatılan hikâye ise, baldızı ile Marsilya’da büyük bir aşk yaşamasıydı ve bu olayın öncesinde de La Coste’daki şatosunda bir balo düzenleyip yine kantaridli pastalarla herkesi azdırıp şiddetli bir orji sırasında baldızıyla birlikte olmasıydı. Kayınvalidesinin dostu olan Marsilya’daki Duc de La Vrillière’in krala 1772’deki şikâyetiyle Fransa’dan kaçmak zorunda kalmıştı. Marquis de Sade, dönemindeki diğer libertenler gibi azgındı. Ama onu yazar olmaya götüren macera, yani hayal gücünün aşırı uyarılmayla birlikte, onu nasıl deneylerden ve söylentilerden yola çıkarak bir yazar ve düşünür haline getirdiği, bu hikâyenin ilginç kısmı gibi durmakta.
Sade’ın dönüşü
Marquis de Sade’ın kitaplarına önsöz yazan bir liberten bir yazar olan Jean Paulhan 1951’de yazdığı uzun makalesinde (Le marquis de Sade et sa complice), Sade’ın 19. yüzyılda unutulduğunu ama 20. yüzyılın hemen başında bir yandan Guillaume Appolinaire’in, diğer yandan da 1922 yılında, bağlı bulunduğu Fransız Komünist Partisi’nden ayrılmaya zorlanan Maurice Heine’ın çabalarıyla yeniden düşünce dünyası sahnesine yerleşmeye başladığını yazdı. Georges Bataille bu konuda öncü olanlardan biri; ama sadece o değil, aynı zamanda Bataille’ın Tüm Eserleri’ni (Pleiade) yayıma hazırlayan ve önsöz yazan Michel Foucault’nun yasakaşma üzerine metni unutulmaz yazılardan birisi olarak düşünce tarihine yerleşmiş durumda. Maurcie Blanchot, Roland Barthes, Philippe Sollers’den Lacan’a kadar Marquis de Sade düşünce dünyasında yerini bulmuştur. Michel Foucault’nun 1961’de yayımlanan Deliliğin Tarihi Sade’ın yaratıcı devrimciliğinin hakkını vermiştir. Jean Paulhan, makalesinde Sade’ı okuyarak onun bir bakıma taklidini yapanları meşru sayıp okuyorsak, o zaman Sade’ı da okumaya başlayabileceğiz diye yazmaktaydı. Marivaux’nun kitapları daha “soft” olarak Marquis de Sade dünyasının bir parçası olarak durmuştur. Feminizmin Fransa’daki kurucu düşünürü olarak bilinen Simone de Beauvoir da Sade’ı Yakmalı mı? adlı bir kitap yazmıştı; bu da Türkçeye çevrilen kitaplardan birisidir. Maurcie Heine, Sade’ın eserini yayımlamak için ve onu tanıtabilmek için bütün servetini harcamış birisi.
Kafekültür’den çıkan Can Çekişen Atesit kitabı ateist ile bir papazın konuşması üzerine kurulu. Ölüm sırasında tanrı ile hesaplaşmaya giren ateistin papazın argümanları karşısında neden inanmadığını açıkladığı yorumu bize Sade’ın ateist olduğunu düşündürmekte; ancak o 18. yüzyıl Aydınlanma düşünürlerinin atesitliğinden veya deistliğinden çok daha karmaşık bir düşünce ortaya sermektedir. Tanrı ve tanrıtanımaz arasındaki ilişkiyi ikisinin de monist bir düşünceye sahip olması nedeniyle eleştirmektedir. Marquis de Sade çoğulcudur, temsili bir parlamenter siyasi sisteme pek de güvenmemektedir: Fransız vatandaşlarına “bir çaba daha!” diye seslenerek, haklarınızı ve sözünüzü politikacılara bırakmayın diyecek kadar bireyciliğe yaslanan; ama bireyciliğin de monist değil tersine kolektif bir insan karmaşası olduğunu vurgulayacak kadar psike ve politikayı birbiri içine sokmasını bilen bir düşünür olmuştu. Tıpkı 20. yüzyılda düşünürlerin psikenin aynı zamanda bir politika olduğunu görmeleri ve göstermeleri gibi, Marquis de Sade ruh ve beden birlikteliğini gördüğü gibi ruhların göçünün de farkında bir antropoloji ortaya çıkarmaktaydı. Fransız değerlerinin dışında, başka diyarlardaki adetlerin farkındaydı ve bazı değerlerin nasıl da evrensel olmadığını göstermeye çalışmaktaydı. Japon harakiri dünyası ile Hıristiyan intihar yasağı arasındaki çelişkiyi görmekte ve göstermekteydi. İnsanın metafizik olarak ne iyi ne de kötü, ama sadece karmaşık olduğunun farkındaydı.
Maurice Heine’ın Türkçeye yeni çevrilen bu kitaba yazdığı önsözde erdemlerden söz edildiği bir dönemde bir dini tarikattan dışlanan Justine ve Juliette adlı kız kardeşlere dair romanlar yazan Marquis de Sade’ın hem büyük önsözde, Hein, Sylvain Maráchal’den bir alıntı yaparak başlamıştır: ‘’Atesit doğanın insanıdır’’. Neredeyse Spinoza ile Nietzsche arasında bir yere yerleşen Marquis de Sade düşünce ve edebiyat dünyasındaki yerini almıştır artık. Onu Proust ile kıyaslayan Paulhan, Marquis de Sade’ın da otuz küsur yıl boyunca yazarak kendisini bir yazar yaptığını ve bunun Proust’un da deneyimi olduğunu hatırlatır.
O zaman yayınevlerine seslendiğimizde Marquis de Sade’ın siyasi mektuplarının ve yazılarının önemini vurgulamak lazım. Çünkü o mektuplarda ve yazılarda devrimi en kuvvetli bir şekilde olduğu sırada inceleyen ilk elden bir şahit çıkmaktadır karşımıza: Güzel okumalar ve düşünceler.
Redikal/Ali AKAY