Müge İplikçi, Balkan Savaşı yıllarında başlayan yeni romanı “Babamın Ardından”da savaşı ve göç duygusunu kahramanı Ülker’in gözünden anlatıyor.
Müge İplikçi, Balkan Savaşı yıllarında başlayan yeni romanı “Babamın Ardından”da savaşı ve göç duygusunu kahramanı Ülker’in gözünden anlatıyor. İplikçi, gerçek edebiyatın şifacı olduğunun altını çiziyor.
Savaş ve göç işleniyor romanda. Halen yanı başımızda süren bir savaş var ve o savaştan kaçıp Türkiye’ye göç eden sığınmacılar... Kitapta Balkan Savaşı anlatılsa da duygular hep aynı. Öyle değil mi?
Hiç değişmiyor. İnsan olduğu, insanın savrulması olduğu müddetçe hiçbir şey değişmiyor. Ama şunu bekliyorsun; bütün bunlar yaşanmışsa artık savaş olmaz, bir daha insanlık trajedisi yaşanmaz diye umut ediyorsun. Hayır; savaşlar daha da güçlenerek, daha da artarak, katlanarak sürüp gidiyor.
Okullarda tarih kitaplarında savaşlara ve göçlere ilişkin yaşanan her şey rakamdır. “Şu kadar insan öldü, şu kadar insan göçe maruz kaldı” denir. Oysa edebiyatta o rakamlar ete kemiğe bürünür. Edebiyat bu bağlamda unutuşun önüne geçiyor, ne dersin?
Bereket ki edebiyat var. Resmi tarih, her zaman güçlünün, iktidardakinin perspektifinden yazılmıştır. Belki de savaşların devam edegeliyor olmasının da nedeni budur. “İnsanlara ya da halklara bırakıldığında savaşlar sürer mi?” sorusu bence burada önemli. “İnsanların vicdanlarına bırakıldı mı savaşlar sürer mi?” sorusu da. Bu noktada resmi tarih sürekli olarak savaş üretirken edebiyat gibi resmi tarihin dışındaki alanlar savaşın o feci yüzünü bize sunuyor ve vicdanlarımıza sesleniyor. Bu yüzden bereket edebiyat var, bereket sanat var. Çünkü sanat vasat politikanın ya da resmi tarihin yapmadığı bir şeyi yapar; merkezine insanı kor. Merkeze insan konduğunda da o kaçılan, sumen altı edilen gerçeklerin kendisi ortaya çıkar. Bu yüzden de bu gerçeklerle yüzleşme anlamında sanattan başka sahici bir alanımız kalmıyor elimizde. Bugün de böyle, geçmişte de böyleydi. Biz 2. Dünya Savaşı’nı o dönemin yazarlarından çok net bir şekilde okuyoruz. Tarih kitaplarına baktığımız zamansa her şey farklı! Hep bir düşman üretme hali. Bir araya getirme yerine hep parçalama. Hep o parçaların içerisinden kendine dair bir cephe çıkarma. Oysaki özgür bir edebiyat ya da özgür bir sanat eseri bunu yapmaz. Burada özgür vurgusu önemli elbette; zira sanat ve edebiyat da satın alınabilir ve iktidar diliyle konuşabilir. Bu anlamda gerçek bir edebiyat eseri, en azından benim anladığım kadarıyla, en ters köşe durduğu zamanlarda bile çoğulluğu arar, oradaki sese dikkatimizi çeker ve o sesin insanlara o ya da bu şekilde şifa sunmasını sağlar. Genelgeçer anlamıyla edebiyat şifacıdır yani.
Bu kez Balkanlar’a uzanmışsın. Neden?
Çünkü dedem o taraflıydı. “Niye şimdi?” diye soracak olursan bilmiyorum; zamanı şimdi gelmiş demek ki. Dedim ya resmi tarih diye. Ailemden öğrendiğim bir şey değil bu. Ailemde Balkan ruhu o kadar az tartışılır ve o kadar az bilinirdi ki... Ben gerçekten Balkanlar’a ait bir yanımın olduğunu Balkanlar’a gittikten sonra öğrendim, daha doğrusu hissettim. Ve dedemin zamanında anlattığı küçük küçük şeyleri kafamda birleştirmeye çalışarak bir pencere pervazı yarattım kendime ve oradan böyle bir hikâye doğdu.
Bu romanda, çocuk kitapları yazdığın kendini ne kadar da hissettirmiş. Dil çok yalın, naif. Büyülü gerçeklik var. Bu kitabı küçük çocuklar da okuyabilirler.
Bunu senden duyduğuma çok sevindim. Umarım buradaki bu savaşın iç kanırtan yanı onları çok fazla üzmez ve kitabı gerçekten okurlar. Çünkü arka planda bir de o savaşın keskinliği var. Ancak bir de şu gerçek var: Çocuklar da bu dünyada yaşıyor ve dünyadaki savaşların içerisinde cebelleşiyorlar; duygu olarak ya da gerçek anlamda. Bu yüzden de neden olmasın, bu kitabı okuyabilirler.
Evet bir savaş ve göç hikâyesi ama kanırtan bir acı, ajite yok. Kan yok ama savaşın ve savaşla gelen savruluşun verdiği duygu var.
Çok haklısın yok. Orada epey frene bastım. Çok kanlı sahneler olabilirdi, alenen tecavüz sahneleri olabilirdi, bunları vermek istemedim. Çünkü dediğim gibi savaş zaten kötü bir şey. Zaten içindeyiz ama insanı ortaya koyduğumuzda, insanın çektiği acıları yansıtmaya çalıştığımızda zaten bu yeterli bence. İnsanın kaybettiğini aktardığın zaman, kişisel olarak böyle düşünüyorum, bence yeterli.
HT