John Ross; Shakespeare, Milton, Swift, London, Joyce ve Orwell’ın da aralarında bulunduğu on yazarı tıpçı gözüyle inceleyip irdeliyor.
Süheyl Ünver, Bedi N. Şehsuvaroğlu benzeri yazarlar kimi tarihi şahsiyetler ve onların geçirdikleri hastalıklar üzerine yazılar yazdılar. Kanuni’nin gut hastası olduğu, Yavuz Sultan Selim’in şirpençe yüzünden öldüğü söylenegelir. Ama Yunus Emre hiç hasta oldu mu, olduysa bu onu nasıl etkiledi hatta şiirlerine nasıl yansıdı hiç bilemeyeceğiz. Belki ileride bazı yetkin araştırmacılar, şiirlerinin evrenine dalacak, oradan bazı ipuçları bulacak. Kayıtsızlık, belgesizlik büyük suçumuz tarihi deşerken. Shakespeare’in belsoğukuluğuna yakalandığını kolaylıkla söyleyebilen, bu rahatsızlığın karşılığını satırlarında bulan Batılı araştırmacı ne kadar da şanslı olmalı. El yazmaları, çağdaş tanıklıklar, kayıtlar, hastalıktan şahsiyete, oradan eseri gitmeyi kolaylaştırıyor.
John J. Ross, bir tıp doktoru. Kitabın girişinden öğrendiğimize göre, sifilis hastalığı üzerine bir sunum hazırlarken Shakespeare’den alıntıyla konuşmasını süslemek ister. Üniversite yıllarından hatırladığı kadarıyla frengi ile dalga geçmeye bayılan bir yazardır o. Artık toz tutmuş Shakespeare kitabını açıp da okumaya başlayınca “Vay anasına, burada sifilisle ilgili ne çok şey var” diye düşünmüştür. Orta yaş sonrası el yazısının titrekleşmesi gerçeğinden hareketle Ross, dikkatini derinleştirir, makalesi beklenenin ötesinde ilgi görüp hatırı sayılır internet dedikoduları türeyince, “yazarlar ve hastalıkları hakkında, tıbbi bakış açısından yazılmış bir kitabın ilgi çekebileceğini düşünmeye başlar.” Eldeki kitap da tam olarak budur. Shakespeare, Milton, J. Swift, W. Butler Yeats, J. London, J. Joyce ve G. Orwell’ın da aralarında bulunduğu on yazarın tıp gözüyle incelenip irdelenmesidir.
İnsan Ross’u okurken düşünmeden, hayıflanmadan edemiyor. Fuzuli hakkında ne biliyoruz bu konuda? Ya Şeyh Galip, erken yaşta ölen Şeyh Galip? Hastalığı da hayatın ve yaratıcılığın bir parçası, etkeni, tetikleyeni diye düşünmek az şey değil. Ki çokça hastalıklar yapmaktadır, şairleri, yazarları. Ross, tıp dilini öylesine ustalıkla aralara sıkıştırır, terimleri, semptomları, sebep ve sonuçları bir hastanın yakınına anlatır gibi içten anlatır ki, insan edebiyatı hastalık üzerinden sevmeye başlayabilir. Gerçi hastalık az tükenmez konu olmamıştır edebiyat açısından.
Frengiden başlar Ross. Shakespeare’i kendi biyografisi içinde illetine iliştirir. Tıptaki yeni bilgi ve bulguları, tarihteki yanılgılarla harmanlar. Yer yer dedikoduya, merakı kamçılayan popüler dile yaklaşsa da ciddiyetini kaybetmez. Hamlet ve Kral Lear’da su yüzüne çıkan kadın düşmanlığını zührevi hastalığına bağlar. Yer yer yorumları genişlese de çok sağlam bir delili vardır; el yazısının belli yaştan sonra titremesi. Tutacağı yeri tam bilmiştir yazar.
Milton’ın körlüğü, adım adım körlüğe gidişi, bu süreçte duyuşların değişmesi, algının şiire gömülmesi, orta yaşlarında birkaç yıl içinde amansız ve dayanılmaz şekilde körleşmesi ve eğer “Milton kör olmasaydı Kayıp Cennet asla yazılmamış olacaktı” hükmü dikkat çeker. Çünkü körlük, şairin tercihlerini ve hayata bakışını değiştirmiştir. Cemil Meriç bu durumu bambaşka bir psikoloji ile kendisine mal edecektir bizde. Sadece tıbbi sonuçlar üzerine eğilmez Ross. Yer yer ilişki bozukluklarına değinir. “Milton’ın insan ilişkilerinde çektiği zorluklar onda yüksek işlevli otizm sendromu olduğuna işaret eder” der ve şairi demokrat olmamakla değerlendirir. Ve ona göre miyop bir medeniyet hastalığıdır ve okuma yazma bilmeyen toplumlarda nadir görülür.
Bunama, tüberküloz, delilik, yüksek tansiyon, “Chlamydia’nın yol açtığı idrar yolu iltihabı, birden fazla cinsel yolla bulaşan enfeksiyon kapmış hastalarda yaygın olarak görülen türden,” hastalıklar. G.Orwell’in öyküsünden Ezra Pound’un çabalarına, Ulysses’deki izlerden mide kanserine, şırınga ve mezartaşına kadar, zevkli ve ilginç bir edebiyat deneyimi, okuması.
Radikal