Marcus Miller'dan Unutulmaz Bir Gece!

Harbiye Açıkhava'da sahneye çıkan Marcus Miller'i biraz izledikten sonra anladık ki, enstrümanı çalmıyor, kendisi estrüman olmuş!“Müzik hakkında konuşmak, mimarlık hakkında dans etmeye benzer” demiş zamanında Frank Zappa....

Harbiye Açıkhava'da sahneye çıkan Marcus Miller'i biraz izledikten sonra anladık ki, enstrümanı çalmıyor, kendisi estrüman olmuş!

“Müzik hakkında konuşmak, mimarlık hakkında dans etmeye benzer” demiş zamanında Frank Zappa. Etten, kemikten, ruhtan müzik olmuş Marcus Miller’ı ve performansını anlatmaya başlamadan belirtelim, bunca zor bir meseleye kalkışıyoruz. Hakkını vermek zor elimizdeki sınırlı ifadelerle. “Açıkhava inledi!” gibi klişelere başvurmak gerekecek, ki evet Açıkhava inledi!

22. İstanbul Caz Festivali’nde bir Marcus Miller rüzgarı esti! Dün akşam Marcus Miller ve saz arkadaşları, Harbiye Açıkhava Sahnesi’ndeydi. Yeni albümü ‘Afrodeezia’yı tanıttılar bize. Saksofonda Alex Han, gitarda Adam Agati, tuşlu çalgılarda Brett Williams, davulda Louis Cato ve 1980’lerde birlikte Miles Davis’le sahne aldığı Nino vurmalı çalgılarda... Albüm, Afrika’dan köle olarak çıkarılan, hayatları tamamen değişen ve özgürlük için mücadele eden atalarını, müziklerini, özgürlük yolculuklarını kutlamak için yaptığı bir çalışma.

Marcus Miller ve ‘Afrodeezia yolculuğuna çıkmadan önce sahnede TRT Hafif Müzik ve Caz Orkestrası vardı. Türkiye’nin usta caz müzisyenleriyle başladı gece. Ferit Odman, İmer Demirer, Ozan Musluoğlu gibi isimler Kamil Özler yönetiminde lezzetli bir giriş yaptılar. ‘Yine Bir Gülnihal’ caz yorumu etkileyiciydi. Ardından, kısa bir aradan sonra, aniden sahnede belirdi Marcus Miller! Tabii biraz sonra anladık ki, o bir bas gitar aslında... Enstrümanı çalmıyor, kendisi enstrüman olmuş!

Afrodeezia’dan Hylife, B’s River, Papa Was a Rolling Stone derken bir önceki albümünden Goree’ye geçti konu. Bu albümün de temelini oluşturan hikayeyi anlattı: “Goree adasına gittiğimde beni, ‘Köle Evi (The Slave House)’ isimli bir müzeye götürdüler. Köle olarak tutsak aldıkları Afrikalıları buraya ‘depolayıp’, zamanı geldiğinde köle gemisine götürmek için arkadaki bir kapıdan çıkarıyorlarmış. Kapının adı ‘Dönüşü Olmayan Kapı’. Ben de bu melodiyi, orada bulunduğumda hissettiklerimi anlatmak için yazdım. Ve üzerinde çalışırken, çeşitli duygular yaşadım. Öfke, üzüntü, acı.. Ama sadece bu duygular üzerine olmasını istemedim. Bu aynı zamanda, hayatın devamı, güçlü olup, mücadele ederek özgürlüğe kavuşmanın, baskıya başkaldırmanın kutlandığı bir melodi..” Afrodeezia’yı da bunun bir devamı olarak hazırlayan Miller, synthesizer ve piyanoyla tutkulu ve sakin bir giriş yapan Brett Williams’ın ardından saksafonla girdi konuya..

Artık daha da bunun üzerine birşey çıkamaz dediğimiz sırada, Afrodeezia’ya geri döndük. Dünyanın farklı köşelerinde kayda girmesi boşuna olmamış. Nijerya’dan Sao Paolo’ya, Karayipler’den Louisiana’ya farklı toprakların farklı ritmleri hissediliyor her tınıda. Caz, soul, rhythm&blues, hepsinin tarihi modernleşerek, “gölgelerin gücü adına” su yüzüne çıkıyor. Sadece müzik duyulmuyor, tarih de yaşıyor bir yandan..

Ve tabii sonunda, Miller ve muhteşem ekibi bise çıktıklarında, vurmalı çalgılar üstadı Mino Cinelu’nun katkılarıyla, tüm Açıkhava ayakta dans ediyordu. Uzun süre sarhoşluğu geçmeyecek performans bittiğinde sadece sustuk.

Radikal

Kültür Sanat Haberleri