İnsan Hakları İzleme Örgütü: Türkiye'de akademik özgürlüklere ve üniversitelerin özerkliğine saygı duyulmuyor

İnsan Hakları İzleme Örgütü, Boğaziçi Üniversitesi rektörülüğüne Melih Bulu'nun atanmasıyla başlayan protestolar ve yapılan tutuklamalarla ilgili açıklamada bulundu.

İnsan Hakları İzleme Örgütü, Cumhurbaşkanlığı kararıyla Boğaziçi Üniversitesi rektörülüğüne Prof. Dr. Melih Bulu'nun atanmasıyla başlayan protestolara katılan yüzlerce öğrenci hakkında ceza davası açabileceğini belirtirken, yapılan açıklamada "Tutuklu öğrenciler serbest bırakılsın, toplanma özgürlüğüne saygı duyulsun" denildi.

İnsan Hakları İzleme Örgütü Avrupa ve Orta Asya direktörü Hugh Williamson "Erdoğan'ın seçilmemiş bir rektörü Boğaziçi Üniversitesi'ne ataması ve bunu barışçıl bir şekilde protesto eden öğrencilerin şiddetle gözaltına alınmaları, hükümetin temel insan haklarını hiçe sayan yaklaşımının bir özeti niteliğinde" dedi. Williamson "Seçilmemiş, cumhurbaşkanı tarafından doğrudan atanmış bir rektörü üniversiteye hiç danışmadan dayatmak, Türkiye'de akademik özgürlüklere ve üniversitelerin özerkliğine saygı duyulmadığını gösteriyor" şeklinde konuştu.

Örgütün açıklaması şu şekilde:

"İnsan Hakları İzleme Örgütü aralarında polis tarafından gözaltına alındıktan sonra serbest bırakılan dört kişinin de bulunduğu 18 öğrenci, dört avukat ve iki akademisyenle görüştü, görüntüleri ve hukuki belgeleri inceledi ve öğrencilerin düzenlediği dört protesto gösterisini takip etti.

Öğrencilerin ve öğretim üyelerinin gösterileri Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 1 Ocak 2021 günü Melih Bulu'yu Boğaziçi Üniversitesi'ne rektör olarak atamasının hemen ardından başladı. Cumhurbaşkanı'nın Adalet ve Kalkınma Partisi'nin yakın bir müttefiki olan Bulu, üniversitelerde ve savunma sanayiinde çalışmış ve iki özel üniversitenin rektörü olarak kısa süreler görev yapmış bir isim.

Üniversite kampüsündeki protesto gösterilerinin, 4 Ocak Günü polisler tarafından sert bir şekilde dağıtılmasının ardından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 5 Ocak Günü sabaha karşı saat 3:00 sularında, iddialara göre İstanbul valisinin talebi üzerine, en az 28 öğrencinin gözaltına alınmasına, cep telefonlarına, bilgisayarlarına ve veri depolama aygıtlarına el konulmasına karar verdi. Sabaha karşı saat 5:30 civarında polis en az 17 eve baskın düzenleyerek kapıları kırdı, bir vakada duvarı yıktı ve bir gün önceki protestolara katılmış öğrencileri gözaltına aldı. Birkaç vakada polisin yanlış evlere baskın düzenlediği ortaya çıktı.

"İlerleyen haftalarda İstanbul'un başka bölgelerinde ve Türkiye'deki 38 farklı şehirde de Boğaziçi protestolarına destek gösterileri düzenlendi.

Yetkililer bu gösterilerden bazılarına aşırı polis gücü kullanarak, insanları sorgusuz sualsiz gözaltına alarak ve evlere baskınlar düzenleyerek karşılık verdi. Toplamda 560'tan fazla gösterici yetkililer tarafından gözaltına alındı, bunlardan birçoğu kısa bir süre sonra serbest bırakıldı. Ocak ayının başlarında İstanbul'da gözaltına alınıp, sonradan serbest bırakılan protestocular İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne polislerin kendilerine çıplak arama yaptığını, bazı vakalarda sözlü tacize uğradıklarını ve tehdit edildiklerini anlattılar. Üç protestocu ev baskınları sırasında polisin kafalarına tabanca dayadığını söyledi, ikisi de polisler tarafından tokatlandıklarını ve hakarete uğradıklarını anlattılar.

Cumhurbaşkanı ve üst düzey yetkililer tüm bu süreç boyunca polisin sert müdahalelerde bulunmasını teşvik ettiler. Cumhurbaşkanı Erdoğan protestocu öğrenciler için önceleri "tembel ve dar kafalı" gibi ifadeler kullanırken, daha sonra bu öğrencilerin "terör örgütlerinin üyesi olduklarından" bahsetmeye başladı ki bu demokratik muhalefeti ve hükümet karşıtlarını kriminalize etmek amacıyla yetkililer tarafından sıkça kullanılan bir suçlama.

Sürmekte olan gösterilerde lezbiyen, gey, biseksüel ve trans öğrenciler ve protestocular önemli bir rol oynuyorlar. Öğrencilerin sürmekte olan gösterilerle dayanışma amaçlı olarak Boğaziçi Üniversitesi kampüsünde düzenlendikleri ve birçok başka sanat eserinin yanı sıra Müslümanların en önemli kutsal mekanı olan Kabe'yi LGBT bayraklarıyla ve yarı yılan yarı kadın mitolojik Şahmeran figürüyle birlikte resmeden bir sanat çalışmasına da yer veren bir sergiyi bahane eden yetkililer, 29 Ocak günü LGBT öğrencileri ve protestocuları hedef alan yoğun bir baskı kampanyası başlattı. Polis serginin internet üzerinden canlı olarak yayınlanan videosunda yer alan iki öğrenci ile kampüsteki organizasyonu düzenleyen LGBT öğrencilerin arasında olduklarını varsaydığı iki kişiyi gözaltına aldı.

Aynı gün polis LGBT öğrenci kulübünün kullandığı odayı basarak, burada bulunan bayraklara ve kitaplara el koydu. İki gün sonra yeni rektör Bulu, LGBT öğrenci kulübünü kapattı.

İçişleri Bakanı ve Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) sözcüsü anlaşıldığı kadarıyla yukarıda anılan sanat çalışmasına gönderme yaparak, çok sayıda sosyal medya platformunda öğrenciler hakkında "sapkın" ifadesini kullandı. Halkı kin ve düşmanlığa tahrik (Türk Ceza Kanunu madde 216/1) şüphesiyle iki öğrenci hakkında tutuklama, iki öğrenci hakkında da ev hapsi kararı verildi.

Bu satırlar yazıldığı sırada mahkemeler kin ve düşmanlığı tahrik, toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununu ihlal etme, polise mukavemet suçlarını işledikleri şüphesiyle en az 25 protestocu hakkında ev hapsi, 9 protestocu hakkında da tutuklama kararı vermişlerdi. Onlarca protestocu adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. Gözaltı ve tutuklamalar, Türkiye'de kamusal alandaki protesto gösterilerinin ciddi bir şekilde kısıtlandığı, hükümetin muhalif grupları susturmak için yetkilerini kötüye kullandığı ve LGBT bireyler gibi azınlık gruplarını hedef aldığı bir bağlamda gerçekleşti. Yetkililer protesto gösterilerini yasaklamak için, zaman zaman, Kovid-19 salgını ile kamu düzenine yönelik açıkça tanımlanmamış bazı tehditleri gerekçe olarak gösteriyorlar.

Williamson "yetkililer LGBT öğrencilere saldırmak yerine, onların örgütlenme ve kendilerini ifade etme haklarını tanımalı ve korumalıdırlar" şeklinde konuştu. "Türkiyeli yetkililer toplanma özgürlüğüne saygı göstermeli, muhalifleri polis taciziyle susturmaya çalışmaktan vazgeçmeli ve keyfi olarak tutuklanan öğrencileri derhal serbest bırakmalıdır."

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 1 Ocak 2021 günü beş üniversiteye rektör atadı ki bu üniversitelerden biri de hükümetin 2016 yılından itibaren akademik hayat üzerinde kurmaya başladığı baskıdan nispeten daha az etkilenmiş bir kurum olan Boğaziçi Üniversitesi’ydi. Boğaziçi Üniversitesi'nin rektörleri 2016 yılına dek üniversitenin öğretim üyeleri tarafından seçilerek göreve gelirlerdi. Erdoğan 2016 yılında öğretim üyelerinin oy çoğunluğu ile seçtiği aday yerine, rektörlük seçimlerine katılmamış bir ismi rektör olarak atadı. Bu atama o dönemde bazı tartışmalar ve protestolar yaratmış olsa da atanan isim sonradan üniversitenin öğretim üyeleri ve öğrencileri tarafından kabul görmüştü.

O dönemde atanan rektörün görev süresi 2020 Kasım’ında dolunca, söz konusu isim bir dönem daha rektörlük yapmak için aday oldu. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan alışılmadık bir adım atarak, Boğaziçi Üniversitesi'nde öğretim üyesi olmayan ve kurumun bazı öğretim üyelerine göre bunun akademik ölçütlerini de karşılamayan Melih Bulu'yu rektör olarak atadı. 4 Ocak günü Boğaziçi Üniversitesi ve başka üniversitelerden yüzlerce öğrenci, öğretim üyeleri ve eski mezunlar, atamayı protesto etmek, rektörün istifasını istemek ve üniversitelerin kendi rektörlerini seçme hakkını talep etmek amacıyla Boğaziçi Üniversitesi kampüsünün içinde ve dışında toplandı. Polis göz yaşartıcı gaz, plastik mermi ve tazyikli su ile müdahale ederek, toplanan göstericileri dağıtmaya çalıştı.

Protesto gösterileri o günden beri sürüyor. Öğrencilerin düzenlediği protesto gösterilerinin yanı sıra, Boğaziçi Üniversitesi’nde görev yapan akademisyenler de her gün yeni rektörün ofisinin önünde 20 dakika süreyle toplanıp, rektörlük binasına sırtlarını dönerek sessiz bir protesto eylemi gerçekleştiriyorlar.

Polisin Aşırı Güç Kullanımı

Türkiyeli yetkililerin protesto gösterilerine aşırı güç kullanarak ve keyfi gözaltılar uygulayarak karşılık vermeleri süreklilik arz eden bir uygulama. 

4 Ocak'ta, yani protestoların daha ilk gününde, aşırı güç kullanıldığı belirgindi. Protesto gösterilerine katılan ve misillemelerden çekindiği için ismini vermek istemeyen bir Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi, polisler tarafından sertçe tutularak yerde sürüklendiğini ve bu nedenle bileklerinin, kollarının ve sırtının yaralandığını anlattı. Muhammed isimli bir öğrenci ise, bir göstericinin polisler tarafından yerde sürüklenerek kampüsün içinde park halindeki bir otobüse götürüldüğünü gördüğünü söyledi.

Polisin kampüsün içindeki öğrencilerin dışarı çıkmasını, dışarıdaki öğrencilerin ise içeri girmesini engellemek amacıyla 1 Şubat günü yaptığı müdahale daha da sertti. Polisin herhangi bir saldırganlık göstermeyen en az dört barışçıl göstericiyi gözaltına almak için aşırı güç kullandığı, İnsan Hakları İzleme Örgütü tarafından da gözlemlendi. Çevik kuvvet toplanan kalabalığı dağıtmak için o gece kampüse girerek elliden fazla öğrenciyi gözaltına aldı.

2 Şubat günü aşırı güç kullanımı önemli ölçüde tırmandı. İnsan Hakları İzleme Örgütü dişleri kırılmış, suratları kan içinde kalmış, hiçbir direniş göstermemelerine rağmen polisler tarafından tekmelenen öğrenci görüntülerinin yer aldığı fotoğrafları gördü, videoları izledi. Polislerin öğrencilere yönelik şiddetli baskısı bunu takip eden günlerde de sürdü.

Tutuklamalar

Türkiyeli yetkililer en az 38 şehirde 560 göstericiyi gözaltına aldı, bunlardan 9'u halen tutuklu olarak cezaevinde bulunuyor, 25'i ise ev hapsinde. Yüzlerce öğrenci salıverildi, çok sayıda öğrenci ise yurt dışına çıkış yasağı veya belirsiz bir süreyle düzenli olarak en yakındaki polis merkezine giderek imza vermek gibi koşullarla serbest bırakıldı. 

İlk gözaltı kararları 5 Ocak günü sabaha karşı saat 3:00'da, avukatlara göre İstanbul Valisi'nin talebi üzerine verildi. İstanbul'daki bir savcı en az 28 öğrencinin gözaltına alınmasına ve bunların cep telefonlarına, bilgisayarlarına ve veri depolama aygıtlarına en konulmasına karar verdi. Aynı gün sabaha karşı saat 5:30 civarında polisin özel kuvvet timleri 17 eve baskın düzenledi.

Protestolara katılan Yıldız İdil Şen ve Havin Özcan isimli iki trans kadının kaldığı ev, sabaha karşı polis tarafından basıldı. Şen, polis memurlarının kafalarına tabanca dayadığını ve onlara tokat attığını söyledi. Şen ayrıca hastanedeki zorunlu sağlık muayenesi sırasında polis memurlarının muayene odasından çıkmadıklarını, gözaltında bulundukları süre boyunca da polisler tarafından transfobik hakaretlere maruz kaldıklarını anlattı. Şen, polis memurlarının ona copla tecavüz tehdidinde bulunduklarını ve ona "Senin hoşuna gider bu” dediklerini aktardı.

5 Ocak günü gözaltına alınan Boğaziçi Üniversitesi’nin yüksek lisans öğrencisi Burak Çetiner şunları anlattı:

4 Ocak günü protestolara gittim ve polis anne ve babamla yaşadığım evi 5 Ocak günü sabaha karşı bastı. Kapının kırılmaya çalışıldığı seslere uyandık. Tam teçhizatlı polisler bizi yere yatırıp kafamıza silahlarını dayadılar. Benim odamı arayıp cep telefonuma el koydular sonra da beni gözaltına aldılar. Gözaltındayken polis ellerimizi öyle sıkı kelepçeledi ki çoğumuzun bileklerinde yaralar oluştu.

Öğrencilerden bazılarının vekaletini üstlenen bir avukat şunları söyledi:

Süreç o kadar hızlı işledi ki savcı gözaltı kararını polise elle yazılmış bir notla iletmiş. Savcı ayrıca yakalananlar için 48 saatlik gözaltı süresine izin vermiş. Suçlamaların hafifliği göz önüne alındığında bu süre Türkiye'nin iç hukukuna aykırı. Polis, öğrencileri gözaltına almak isterken yanlış evleri basmış, kapıları kırmış, duvarları yıkmış, evde yaşayanlara kötü muamelede bulunmuş ve aşırı güç kullanmış. Müvekkillerimizin gözaltına alınmasının üzerinden saatler geçmesine rağmen, biz avukatlar ne bir dosya numarası bulabildik ne de itiraz edecek bir savcı. Yetkililerin dile getirdiği terör suçlamaları açıkça aldatıcı, zira bu suçlamaları destekleyecek en ufak bir kanıt bile yok.

Avukatlardan alınan bilgilere ve hukuki belgelere göre gözaltına alınma gerekçesi olarak "toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanuna muhalefet" (2911 Sayılı Kanun) ve "polise mukavemet" gösteriliyor.

6 Ocak günü İstanbul Valisi Kovid-19 salgınını bahane ederek Boğaziçi Üniversitesi'nin kampüslerinin bulunduğu iki ilçede her türlü gösteriyi ve kitlesel eylemleri 5 Şubat gününe dek yasakladı. Ankara'da düzenlenen protestolar sırasında bir öğrencinin bacağı göz altına alınırken kırıldı.Muhalefetten bir milletvekili, Ankara'daki bir üniversitenin, protestolara katılan sekiz araştırma görevlisini bütçe kısıtlamalarını gerekçe göstererek işten çıkardığını açıkladı.

İstanbul'daki mahkemeler, Ocak ayı başında serbest bırakılan 26 kişi hakkında yurtdışına çıkış yasağı ve adli denetim kararları aldı. İki kişi koşulsuz olarak serbest bırakıldı.

Polisler, sürmekte olan gösterilerle dayanışma amaçlı olarak Boğaziçi Üniversitesi kampüsünde düzenlenen ve birçok başka sanat eserinin yanı sıra Müslümanların en önemli kutsal mekanı olan Kabe'yi LGBT bayraklarıyla ve mitolojik bir figürle birlikte resmeden bir sanat çalışmasına da yer veren bir serginin organizatörlerinden olduklarına inanılan öğrencileri 29 Ocak günü  hedef aldı. Serginin kapanmasından sonra polis serginin internet üzerinden canlı yayınlanan videosunda yer alan iki öğrenci ile kampüsteki LGBT faaliyetlerini organize edenler arasında oldukları bilinen iki kişiyi gözaltına aldı. Savcılık bu dört kişi hakkında "halkı kin veya düşmanlığa tahrik etmek" (Türk Ceza Kanunu 216/1) suçunu işledikleri kuşkusuyla soruşturma başlattı. Mahkemeler iki öğrencinin tutuklanmasına, iki öğrencinin de ev hapsinde tutulmasına karar verdi. Kısa bir süre gözaltına alınan beşinci bir öğrenci ise serbest bırakıldı.

1 Şubat günü, gece yarısı civarlarında, onlarca çevik kuvvet polisi Boğaziçi kampüsüne girerek rektörlük önünde protesto gösterisi yapan öğrencileri tutuklamaya başladı. Polis, kampüste en az 51 öğrenciyi, kampüs dışında ise 108 öğrenciyi gözaltına aldı. Savcılık bu öğrencilerin birçoğu hakkında "kamu malına zarar vermek," "toplantı ve gösteri yürüyüşleri yasasına muhalefet etmek" ve "kişiyi hürriyetinden yoksun kılma" suçlarını işledikleri şüphesiyle soruşturuyor ki, bunlardan sonuncusu için bir ila beş yıl arası hapis cezası öngörülüyor.

Bunu takip eden günlerde gözaltına alınanların sayısı çok büyük ölçüde arttı. İçişleri Bakan Yardımcısı 4 Şubat günü, bir ayda 38 Şehirde 528 protestocunun gözaltına alındığını açıkladı ve “Hiç kimse devletimizin gücünü sınamasın,” dedi İnsan Hakları İzleme Örgütü gözaltına alınan kişi sayısının 560 civarında olduğunu tahmin ediyor.

LGBT Karşıtı Söylemler

İnsan Hakları İzleme Örgütü, hükümet yetkilileri LGBT karşıtı bir söylem kullanarak muhafazakar kesimlerin öfkelerine hitap etmek ve protestoları gayrimeşru göstermek istiyorlar.

Çok sayıda LGBT öğrencinin protesto gösterilerine yoğun bir şekilde katılmasının temel sebeplerinden biri, LGBT karşıtı olarak niteledikleri görüşlerini sosyal medyada paylaşmış olan yeni rektörün, kampüste yarattıkları kırılgan güvenli alanlara bir tehdit oluşturmasından ve LGBT örgütlenmesine müdahale etmesinden endişe etmeleri.

Boğaziçi Üniversitesinde eğitim gören bir trans kadın şunları söyledi:

[Atamadan] çoğunluğun etkilendiğinden daha çok etkilenen, LGBTQİ'ler [Lezbiyen, Gay, Biseksüel, Kuir ve İntersex] gibi bazı azınlık grupları var, özellikle de trans kadın ve erkekler. Benim gibi trans kadınların zaten çok kısıtlı güvenli alanlarımızın olduğu bir dönemde, böyle bir atama, bizi bu alanlardan mahrum bırakma çabası gibi geliyor, bana. Biz sadece var olmak istiyoruz.

Diğer öğrenciler de yeni rektörün, protesto gösterilerine ve örneğin LGBT sinema geceleri gibi uygunsuz görülen öğrenci kulübü faaliyetlerine müdahale etmek amacıyla polisin kampüse girmesine izin vererek zaten kısıtlı miktarda olan ifade özgürlüğünü daha da boğmaya çalışacağından kaygı duyduklarını ifade ettiler.

İçişleri Bakanı 29 Ocak günü Twitter hesabından LGBT göstericilere "sapkın" dedi. Twitter kısa süre sonra bu paylaşıma, nefret söylemleri ile ilgili kurallarını ihlal ettiğine ilişkin bir uyarı ekledi.  Cumhurbaşkanı Erdoğan ise 3 Şubat günü partisi tarafından düzenlenen bir organizasyonda yaptığı kamuoyuna açık bir konuşmada, öğrencileri "terörist" olarak niteledi ve "LGBT, yok öyle bir şey. Bu ülke millidir, manevidir," dedi.

Öğrencilerin yeni rektör ile ilgili korkularının yersiz olmadığı, Türkiye'nin iletişim başkanı Fahrettin Altun'un 2 Şubat günü Twitter hesabından bir belge paylaşarak, Bulu'nun Boğaziçi Üniversitesi'nin LGBT kulübünün kapanmasına ilişkin kararı imzaladığı için protesto edildiğini söylemesiyle anlaşıldı.

Akademik yaşama yönelik müdahaleler

Türkiye'de akademik hususları düzenleyen kanunlar ve yönetmelikler, 1940'lardan beri siyasi güç kaymalarına koşut olarak değiştiriliyorlar.

Üniversiteler 1981 yılına dek kendi rektörlerini seçmek konusunda büyük ölçüde özerklik sahibiydi. Ancak o yıl askeri cunta rejimi Yükseköğretim Kurulu’nu (YÖK) ihdas etti. YÖK'ün görevlerinden biri üniversitelerin üst düzey makamlarına Cumhurbaşkanının içlerinden seçerek atayacağı bir aday havuzu oluşturmaktı. Hükümet 1992 yılında bu sistemi yeniden yapılandırarak, rektör adayların seçimine öğretim üyelerinin de katılmasına olanak tanıdı.

Rektörlerin atanması konusundaki mevzuat en son 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL) koşullarında değiştirildi. Bir OHAL kararnamesi (KHK 676) ile Cumhurbaşkanına rektörleri doğrudan atama yetkisi verildi, 2018 yılında yayınlanan başka bir kararname ile de (KHK 703) rektör olarak atanmak için daha önce aranan en az beş yıl önce profesör ünvanı almış olma şartı, üç yıla düşürüldü.

2016 ile 2018 yılları arasında yayınlanan KHK'lar ile 15 özel üniversite kapatıldı, 6800'den fazla akademisyen işten çıkartıldı ve yüzlerce akademisyen Türkiye'nin güneydoğusunda yaşanan onlarca yıllık çatışmanın, yani Kürt sorununun barışçıl bir çözüme kavuşturulması için yazılmış toplu bir dilekçeye imza attıkları gerekçesiyle, terör propagandası yaptıkları iddiasıyla ağır ceza mahkemelerinde yargılandı.

Tasfiye edilmiş akademisyenlerin Türkiye'deki üniversitelerde çalışmalarının engellenmesine ek olarak, hükümet bu akademisyenlerin pasaportlarını iptal ederek, ülke dışına seyahat etmelerine veya başka ülkelerde iş aramalarına da engel oldu.

Hükümet, Bulu rektör olduktan sonra Boğaziçi Üniversitesi'ne ayrılan kaynakları artırdı. Cumhurbaşkanı Erdoğan 6 Şubat günü, Resmi Gazete aracılığıyla, üniversitede iki yeni fakültenin kurulduğunu açıkladı. Öğrenciler ve muhalifler bu hamlenin rektörün başka üniversitelerden getirdiği akademisyenlerle, üniversitedeki karar alma süreçlerini belirleyebilecek bir yönetim ekibi oluşturmasına ve üniversitenin politikaları üzerinde etkili olmasına olanak tanımak amacıyla yapıldığı görüşündeler. Bildirildiğine göre üniversitede görev yapan akademisyenlerin çoğu yeni rektörle çalışmayı reddettiler.

Cumhurbaşkanı Erdoğan 2020 yılında İstanbul Şehir Üniversitesi’nin çalışma iznini iptal etti. Söz konusu üniversitenin kurucuları arasında, eskiden Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığında başbakanlık yapmış olmakla birlikte, bugün onun siyasi rakiplerinden biri olan Ahmet Davutoğlu bulunuyordu. Erdoğan'ın söz konusu üniversiteyi kapatması, bağımsız medya kuruluşları tarafından, Davutoğlu'na yönelik bir misilleme olarak yorumlandı. 

Darbe girişiminden bu yana iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi ile bağlantılı rektör ve akademisyenlerin terfi ve atamalar konusunda önemli avantajları var. Erdoğan son yıllarda AKP'li çok sayıda eski milletvekilini ve parti üyesini önde gelen üniversitelere rektör olarak atadı.

Boğaziçi Üniversitesi’nden akademisyen Esra Mungan "Ankara, üniversitelerin devlet dairesi, akademisyenlerin de devlet memuru olmadığını anlamalı" şeklinde konuştu. Üniversitenin yüksek lisans öğrencilerinden Burak Çetiner de "Türkiye'de üniversiteler başta olmak üzere hayatın her alanında baskı var," dedi.

2018 yılında bir grup öğrenci, başka bir öğrenci grubunun Türkiye'nin Suriye'nin kuzeydoğusundaki Afrin'e yaptığı askeri harekatı desteklemek amacıyla Boğaziçi Üniversitesi kampüsünde açtığı standı barışçıl bir şekilde protesto etmişlerdi. Söz konusu protesto eylemine katılan öğrencilerden otuzu önce tutuklandılar, daha sonra da bu öğrenciler hakkında "terör propagandası yapmak suçundan" ceza davası açıldı. 2020 yılında İstanbul’daki bir ağır ceza mahkemesi söz konusu öğrencilerden 27'sini 10 ay hapis cezasına çarptırdı, üç öğrenciye de para cezası verdi.

Akademik Özgürlük ve Kurumsal Özerklik ile İlgili Uluslararası Standartlar

İfade ve toplanma özgürlüğü, uluslararası hukuk tarafından, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) 10. ve 11. maddeleri ve Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi'nin (UMSHS) 19. ve 21. maddeleri gibi, herkesi kapsayan ve barışçıl protesto hakkını koruyan enstrümanlarla teminat altına alınmıştır. Akademik bağlamda bu özgürlükler özellikle önemlidir zira eğitim hakkı ile birlikte akademik özgürlük ve kurumsal özerklik ilkelerinin özünü oluştururlar. (Eğitim Hakkı AİHS'nin 1. Protokolünün 2. Maddesi ve Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi'nin (UESKHS) 13. Maddesi ile teminat altına alınmıştır).

Akademik özgürlük eğitimcileri ve öğrencileri koruyan geniş bir ilkedir ve resmi veya gayri resmi, sınıftaki veya sınıf dışındaki ve bunların ötesindeki tüm akademik faaliyetler için geçerlidir. Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi'ni yorumlamakla mükellef olan Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi, "akademik özgürlük, bireylerin çalıştıkları kurum veya sistem ile ilgili görüşlerini dile getirme, işlerini devletten veya herhangi başka bir aktörden baskı veya ayrımcılık görme korkusuna maruz kalmadan yapma özgürlüklerini de içerir," der. Komite "akademik özgürlüklerden yararlanmak için, yüksek öğrenim kurumlarının özerk olması gereklidir" vurgusunu yapar.

Avrupa Konseyi, Türkiye gibi üye devletlerin hem akademik özgürlüklere hem de kurumsal özerkliğe saygı duymalarını şart koşar; Konsey'in Bakanlar Komitesi de üye devletlere bu konuda çok sayıda tavsiyede bulunmuştur. Komite "akademik özgürlüklerin ve kurumsal özerkliğin yüksek öğrenimin asli değerleri olduğunu" belirtmiş ve bu değerlerin "demokratik toplumların kamu yararına hizmet ettiklerini" vurgulamıştır. Komite, akademik özgürlüğü, diğer haklarla birlikte, kurumların ve bireylerin, devlet yetkililerinden veya başkalarından gelebilecek usulsüz dış müdahalelerden korunma hakkını da teminat altına alacak şekilde tanımlar. Türkiye'nin üyesi olmadığı Avrupa Birliği'nin Temel Haklar Şartı 13. Maddesinde akademik özgürlüklere saygı duyma yükümlülüğüne yer verir."

Türkiye Haberleri