Halkların Demokratik Partisi Genel Başkanı Mithat Sancar konuşmasında Gara'da gerçekleştirilen operasyonu katliam olarak nitelendirdi. "Biz bunu açıkça kınıyoruz ama kınamak yetmez. Eğer hakikati ortaya çıkaramazsak ne adaleti ne de barışı sağlayabiliriz. Hükümetin dediklerine kayıtsız şartsız inanmamız beklenemez" diyen Sancar'ın konuşmasından satır başları şu şekilde:
“Hulusi Akar’ın yaptığı açıklamada katledilen insanlarla ilgili bilgiler de vardı çelişkiler de. Bu 13 kişinin daha önce belirli aralıklarla PKK’nın alıkoyduğu askerler polisler ve istihbarat görevlileri olduğu ortaya çıktı. HDP olarak hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, ailelerine baş sağlığı diliyoruz. Bu bir katliamdır. İnsancıl hukukun vahim ihlalidir, ihtiyacımız olan şey hakikattir. Bu bir infaz mıdır yoksa ölümler bombardımanların sonucu olarak mı gerçekleşmiştir? Nasıl gerçekleşmiş olursa olsun bu durumu kabul etmek mümkün değildir. Biz bunu açıkça kınıyoruz ama kınamak yetmez. Eğer hakikati ortaya çıkaramazsak ne adaleti ne de barışı sağlayabiliriz. Hükümetin dediklerine kayıtsız şartsız inanmamız beklenemez.
Sancar, mahkeme kararlarına geçen Kuşkonar ve Koçağalı, Güçlükonak ve Roboski katliamından örnek vererek şöyle devam etti:
“Bu katliamlardan sorumluların neler söylediğini görmek isteyenler kısa bir araştırma yapmakla yetinebilirler. O zamanki tablo hemen görülecektir. Anayasa Mahkemesi o zamanki hükümetin söylediklerinin gerçeği yansıtmadığını ortaya koydu. Roboski Katliamı hafızalarda tazedir. Katliamın ardından neler yazılıp çizildiğini, sorumluların neler söylediğini hatırlamak için kendimizi zorlamaya gerek yok. O insanlar savaş uçaklarından atılan bombalarla katledildi. Bunların büyük bir kısmı çocuktu. Eğer demokratik ülkeyseniz hükümetin açıklamalarına kuşkuyla yaklaşma sorumluluğunuz vardır. Hakikatin peşine düşmezsek bunun üstüne başka operasyonlar bindireceklerdir. Bu operasyonlar toplumun tümünü rehin almaya, demokratik siyaseti bitirmeye yönelik olacaktır. HDP’nin tavrı nettir. Böyle bir katliamı hem insanlık açısından hem uluslararası hukuk açısından kabul etmek söz konusu olamaz ama hakikatin peşinde olmaya da devam edeceğiz.
İç hukuk hakikati ortaya çıkarmada yeterli olmuyorsa uluslararası hukuk daha açık yollar öneriyor. Bağımsız bir soruşturma komisyonu oluşturulabilir. Öte yandan hayatını kaybedenlerin ölüm sebeplerini ve şekillerini ortaya çıkarmanın en etkili yollarından biri de otopsi raporlarının ayrıntılı bir şekilde kamuoyuyla paylaşılmasıdır.
İktidarın sorumluluğu burada bitmez. Bu sorumluluk iki alanda söz konusudur. Bunlardan birincisi operasyonun yapılma şeklidir. İkincisi operasyon dışındaki seçeneklerin değerlendirilmemiş olmasıdır. Operasyonun amacı hakkında kamuoyuna bilgi verilmedi. Cumhurbaşkanı'nın dünkü konuşmalarından anlıyoruz ki amaç, alıkonmuş görevlilerin kurtarılması olarak belirlenmiş. Eğer amaç alıkonmuş ve rahmetli olmuş görevlilerin kurtarılmasıysa operasyon bu şekilde mi yapılmalıydı?
Amaç, insan hayatını kurtarmaksa bu yollar daha önce denenmiş ve bu çerçevede başarılı olmuş yöntemlerdi, bunlara başvurulabilirdi. Çeşitli kuruluşlarının, insan hakları örgütlerin, siyasi kişilerin ve partilerin, bundan önceki yıllarda yaptıkları girişimlerden ve ulaştıkları başarılı sonuçlardan söz ediyorum. Başarının tek ölçütü vardır. O insanların sağ salim ailelerine kavuşmalarını sağlamak. Bu yoksa, operasyonun icrasında görevli bütün yetkililer, siyaseten açık bir şekilde sorumludurlar. Bu sorumluluğun gereğini yerine getirmek zorundadır. Topluma ve halka bu sorumluluk çerçevesinde hesap vermek zorundadırlar. Hiçbir mercii, bu sorumluluktan kaçmayı haklı gösterecek yollara başvurma hakkına sahip olamaz. Bunu ne ailelerin acısı kaldırır ne toplumun vicdanı kaldırır, ne de Allah katında bunun bir yeri vardır. Bu sorumluluk hesap vermeyi gerektirir.
Bundan önce bu tür durumlarda neler yapıldı? İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi, 1990-2012 yılları arasını kapsayan PKK'nın alıkoyduğu kişiler raporu hazırladı. 22 yıl içerisinde 335 kişinin alıkonduğunu tespit etti. 335 kişinin tamamı görüşmeler sonucu ailelerine sağ salim kavuştular. Sadece onların hayatı değil söz konusu olan, bu ülkede toplum olma açısından ihtiyaç duyduğumuzu hayata saygı ve vicdanlı duruşun da bir teyididir.
Çocuklarının serbest bırakılması için uğraşan aileler, 2015-19'da partimizi 4 kez ziyaret ettiler. O zaman grup başkanvekillerimizle ve diğer yetkili arkadaşlarımızla yaptıkları görüşmelerde çocuklarının serbest kalması için destek istediler. Her seferinde arkadaşlarımız üzerine düşenleri yapmaya hazır olduklarını dile getirdiler. Fakat her seferinde son düğüme kadar gelinip çözülemedi. Neydi o son düğüm? İktidarın adım atmasıydı. Beklenen buydu. İktidardan ne bekleniyor diye soranlar bu 13 insanın mektuplarına baksınlar. İktidar burada bir adım atacaktı ve bu insanlar serbest kalacaklardı. Bu adım atılmadı. Bunun dışında bizler genel kurulda konuşmalar yaptık. Arkadaşlarımız bu insanların serbest kalması için Meclis kürsüsünden bütün partilere seslendiler. Basın toplantısı yaptı arkadaşlarımız. Ayrıca burada sürekli çabalayan arkadaşlarımız da var, milletvekili olmadan önce de insan hakları mücadelesi içinde yer alan sevgili Ömer Faruk Gergerlioğlu her daim bu ailelerle birlikteydi. Şimdi iktidar medyası ve trolleri onu hedef gösteriyor. Çünkü hayat için ne yapılabileceğini herkesin gözünün içine sokarak yaptı. Sevgili Hüda Kaya aynı şekilde bu çabaların içinde oldu. Bu iki arkadaşımı özel olarak burada anmak istedim. Çünkü özel olarak bu iki arkadaşımıza yoğun saldırı içindeler. Saldırdıkları şey, ölüme karşı hayat mücadelesinin savunulmasıdır. Soru önergeleri verdik, bu insanların serbest bırakılma yollarının Meclis'te bulunmasını istedik. Ama karşımıza hep o son düğüm çıktı. O son düğüm hayata atılmış bir düğümdü. O düğümü atan, bu insanların sağ salim eve dönmelerini engelleyen, eve dönmelerini sağlayacak adımı atmayan iktidarın kendisidir. Bu sorumluluğu kimse örtemez.
2013'te çözüm sürecinde daha önce alıkonmuş Kenan Erenoğlu vardı, 6 asker ve 1 polis memuruyla birlikte, partimizin girişimleri sonucu serbest bırakılmıştı. 2015'ten sonra bu girişimler sonuç alamaz oldu. İktidar, mutlak savaş politikasını, kutuplaştırıcı politikalara sonuna kadar sarıldığı için bu yönde adım atmadı.
Geriye dönüp bakılırsa, adının anılması gereken özel şahsiyetler de görürüz. Dönemin Refah Partisi Milletvekili Fethullah Erbaş. O zaman şimdiki Cumhurbaşkanı ile aynı partide yer alıyordu. Dağlara çıktı, aylarca uğraştı, hayatını riske attı. Linçlere maruz kaldı ama vazgeçmedi. Gitti ve alıkonmuş kişileri bizzat teslim alıp getirdi. Başka zamanlarda başka ülkeler tarafından ve Türkiye tarafından da geçmişte ve başka durumlar için uygulanmış bu basit yöntem neden şimdi uygulanmıyor? Elimizden geleni yaptık diyor iktidarın yetkilileri, ne yaptınız? Bunu açıklayın. Bu iktidar, bu alanda sorumluluğunu yerine getirmelidir. Ölümler nasıl gerçekleşirse olursa olsun, bu girişimleri yapmamış olmak en büyük siyasal sorumluluktur. Bu sorumluluk bu iktidardadır. Bu nedenle apaçık sorumludur.
Korsanlar tarafından Türkiye vatandaşları alıkondu. Bu insanlar operasyonla mı kurtarıldı? Ayrıntıları açıklamadılar ama tahmin etmek zor değil. Doğrusu budur. O insanların hayatını kurtarmak için fidye ödemişlerse de doğrudur çünkü asıl olan hayattır. Devletler yurttaşlarının yaşamlarından sorumludurlar.
Hiç polemik yapma niyetinde değilim, iktidarın temsilcilerinin kullandığı sözleri tekrar etmek de istemiyorum. Müjde filan gibi... Şunun altını çizmem lazım. Gara'da bu kadar açık sorumululuğu olan iktidar, sorumluluğunu örtmek için partimizi günah keçisi ilan ediyor. Muhalefeti de kendi sorumluluğuna ortak etme peşinde koşuyor. İşte bu yeni ve ağır bir operasyondur. Bu demokratik siyasete ve demokrasi umuduna yönelik bir operasyondur. Yeni kırılmalar peşinde koşuyor bu iktidar. HDP'nin tutumu bellidir. Biz demokratik çözümde ısrarcıyız. Barış ancak bizlerin demokratik siyasette mücadelesine saygı duyularak gelebilir. Biz bu ülkede barışın teminatıyız. İstedikleri operasyonları yapsınlar bize karşı, bu hedefimizden zerre şaşmayacağız. İnancımızı zerre sarsmayacağız. Bu ülkeye demokrasi ve barışı hakikatin peşinde koşanlar getirecektir. Ölümlerden avantaj devşirmeye çalışmanın hangi kitapta yeri vardır?
Biz kayıtsız şartsız hayattan yanayız, bu yol yol değildir. Kürt sorunu bu politikalarla çözülmez, sadece derinleşir, acı büyür. Toplum büyük tahribatlar yaşar. Toplum haline gelebilmemiz için tercihimizi hayattan yana kullanmak zorundayız. Sorunları diyalogla, müzakereyle çözmeyi seçmeliyiz. Bunu yapamazsak, diğer yol nefret dilidir, ölüm patikasıdır, yoksulluktur. Atılan her bomba canlarımızı almakla kalmıyor, soframızdan ekmeğimizi de alıyor. Her kurşun bu siyasette ısrar edildikçe bu ülkede yoksulluğu derinleştiriyor. Kocaeli'de yaşanan intiharı da hatırlatmadan geçemeyeceğim. Çocuklarını komşularına bırakıp yoksulluk halinden dolayı hayatlarına son veren insanlardan söz ediyorum.
Barış ile refah, savaş ile yoksulluk mutlak şekilde birbirine bağlıdır. Bu ülkede adil, onurlu bir yaşam istiyorsak bunun ön şartı savaş politikalarına her alanda karşı çıkmaktır. Biz bu görevi yerine getireceğiz. Bütün ölümler bizim kalbimizde yaradır, bütün acılar bizim kalbimizdedir, ve bunu bütün toplum olarak yaşayabilirsek o zaman onurlu bir hayat kurabiliriz. Bizim mücadelemiz savaşa karşı barış, yalana karşı hakikat, ölüme karşı hayat, zulme karşı adalettir. Umudumuzu, inancımızdan ve haklılığımızdan alıyoruz"