Bugünkü siyasi iktidarın medyayı tamamen bloke ettiğini ifade eden Bildirici, artık ana akım medya diye bir şeyin kalmadığını söylüyor.
Bildirici, Türkiye’deki medyanın yeniden yapılanması gerektiğinin altını çiziyor ve ekliyor; “Haberler doğru kanallarla insanlara ulaşamıyor. Kontrol edilmiş, gazetecilik ürünü haline gelmiş kanallarla insanlara bilgiler ulaşıyor. Bir şekilde yeniden yapılanacak. Bu yeniden yapılanmada teknolojik dönüşüm belki bizim avantajımız olabilir, biz gazetecilerin. Belki de dezavantajı olacak, bilemiyorum. Çünkü bu, hıza ayak uydurduğunda avantaj haline gelir. Ayrıca mali olarak, daha az mali olanaklarla dijitalde gazetecilik yapabilmek mümkün. Fakat orada müthiş bir hız var, o hıza ayak uyduran gazeteciler gerekli.”
İşte Politikyol'dan Ali Haydar Fırat'ın, Faruk Bildirici ile yaptığı o söyleşi:
- Hocam, Türkiye’de medyanın çok farklı süreçlerden geçtiğini görüyoruz. Daha bağımsız bir medyadan, daha iktidar odaklı bir medyaya geçiş yapıldı. Siz Türkiye’deki medyanın gelişim sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Medya bu noktaya durup dururken gelmedi, medyanın kendi yapısal problemleri vardı. Özellikle 80’lerden sonra başlayan, 90’larda tamamlanan medyanın sahiplik yapısının değişmesi bugünlere gelinmesinde çok etkili oldu. Sahiplik yapısı değişip, holding sahipleri bu alana girdikten sonra 90’lar Türkiye’sinde önemli bir sürece de tanık oldu. Nedir bu; medya, siyaset mühendisliğine soyundu. Hükümetler kurup hükümetler yıkmaya çalıştı. Çünkü işadamı patronların kendi çıkarları söz konusuydu. Öyle bir medyanın, tamamen iktidar odaklı, iktidarın medyası haline gelmesi çok zor olmadı. Çünkü günlük hayatta baktığımızda “Para güçtür” denir ancak medya sahipleri söz konusu olduğunda tam tersi para zayıflık demektir. Şunu kastediyorum; daha çok paranız, daha çok şirketiniz, daha büyük holdinginiz olduğu zaman elinizde bulunan medya kuruluşları daha güçlü olmuyor, elinizde bulunan medya kuruluşlarının iktidara ya da bütün siyasi, sosyal, ekonomik bir çok alana karşı yumuşak karnı genişliyor. Dolayısıyla daha zayıf hale geliyor.
ARTIK ANA AKIM DİYE BİR ŞEY YOK
Türkiye’de medyanın bir bölümünü siyasi iktidar bildiğiniz gibi TMSF süreçleri ile ele geçirdi. Ondan sonra kanalların bir kısmını baskıyla hatta tek tek gazeteci arkadaşlarla uğraşarak onları saf dışı etti. Sonra kanalları da çeşitli zorlamalarla, baskı kullanarak ele geçirdi. Şu anda geldiğimiz noktada artık bir ana akımın varlığından bile söz edemiyoruz. Bugün artık ana akım diye bir şey yok. Sadece iktidar yanlısı medya kuruluşları ya da iktidarın dümen suyuna giden medya kuruluşları var. Bir de onun dışında bağımsız, daha küçük ya da daha az tirajlı yayın organları var.
- Bu durumda insanların sosyal medyaya yöneldikleri, kendi medyasını oluşturmaya çalıştıkları yani yeni bir çıkış bulmaya çalıştıkları görülüyor. Bu durum medya kuruluşlarının bundan sonraki sürecini nasıl etkiler?
Ben haberi suya benzetiyorum. “Su yolunu bulur” derler ya. Haber de öyle, ben 38 yıllık gazeteci olarak bilgiye, habere tapan bir insanım. Benim kutsalım odur. Haber dediğiniz şey de eğer bir olay, bir bilgiyle haber ortaya çıkmışsa bir şekilde tüketicisine ulaşır. Siz istediğiniz kadar bunu sınırlandırın, bir şekilde ulaşır. Neden bunu söylüyorum? Bakın Türkiye’de gerçekten sosyal medya daha çok kullanılmaya başlandı. Daha uçtaki, daha farklı bir takım medya kuruluşları daha çok izlenmeye başladı. Bununla da kalmadı insanlar “WhatsApp” gibi daha özel kanallar üretmeye başladılar. Haberleşmek ve bilgi vermek için. Bunun ciddi bir sakıncası var, bunların hiçbiri gazetecilik bilgisi değil. Gazetecilik haberi değil. Gazetecilerin ürettiği haberler, bilgiler olmayınca çarpıtma ve yalan, yanlış bu sefer çok daha fazla olmaya başlıyor.
SİYASİ İKTİDAR MEDYAYI TAMAMEN BLOKE ETTİ
Biz gazeteciler her zaman söylemişizdir; “Haber en başta eleştirdiğin kişinin lehinedir, ona yarar sağlar.” Bugünkü siyasi iktidar medyayı tamamen bloke ederek hem insanların haber alma hakkının kullanılmasını engelliyor hem de onunla kalmayıp kendilerinin eleştirilmesini de engelliyor. Eleştiriden kastım düşmanlık değil, sadece “Bir yanlış var” deme meselesinden bahsediyorum. O bile yapılamıyor. Dolayısıyla eleştirilemeyen bir siyasi iktidar elbette büyük yanlışlar yapacak. Nitekim de öyle oluyor.
- İletişim fakültesindeyken “etik” çok önemli bir unsurdu. Hocalarımız hep bunun üzerinde çalışma yapardı. Sizin kitabınızı okurken de gazeteci ve siyaset arasındaki bu ilişki ile bizim okuduğumuz dönem arasında çok ciddi bir kırılma olduğunu, gazetecilerin ve siyaset arasındaki o çizgilerin kalmadığını gözlemliyoruz. Buna ilişkin yorumunuz nedir?
Galiba önce şunu söylemem lazım; benim bu kitapta yazdığım şeyler, gazetecilikle ilgili etik problemler, etik yanlışlar; ben Hürriyet’in okur temsilcisi olduğum için Hürriyet’ten aldığım örnekler. Ancak emin olun bu yanlışlar sadece Hürriyet’e özgü değil. Hürriyet, o dönem için söyleyeyim, Türkiye’de zaten ana akımı temsil ediyordu ve Hürriyet’te yapılan yanlışlar zaten hemen hemen bütün medyada tekrarlanan yanlışlardı. O nedenle ben Hürriyet’te yapılan bu yanlışların kitaplaştırılmasına özel bir önem verdim. İkincisi de bizim buradan giderek yapacağımız şeyler, insanlara söyleyeceğimiz hataların düzeltilmesi konusunda hep birlikte bir arınma sürecine girilmesini istedim açıkçası.
Türkiye’de olan maalesef sadece siyasetle iç içe geçmiş bir gazetecilik değil. Ekonomi muhabirlerinin ekonomi yöneticileriyle iç içe geçtiği, savunma muhabirlerinin askerlerle iç içe geçtiği, futbol muhabirlerinin futbol takımları ve yöneticileriyle iç içe geçtiği; yani bütün izlediği kurumlarla bütünleşmiş, iç içe geçmiş bir yapı haline geldi gazetecilik. Biz her zaman şunu söylüyoruz; gazetecilik editoryal bağımsızlığın olması gereken bir kurum ki tamamen bağımsız ve nesnel haber yapılabilsin. Şu anda hiçbirinde öyle bir şey yok. Magazinde bile haber kaynaklarından bağımsız bir gazetecilik yok çünkü o haber kaynaklarıyla iç içe ilişkiler var. Çıkar ilişkileri var. Patronajdan söz etmiyorum; çalışanların, yazarların, gazetecilerin ilişkilerinden söz ediyorum. Bunun üzerinde bir de gazete sahiplerinin ticari ve siyasi ilişkileri var. Hepsi iç içe geçtiği zaman gazeteciliğin g’sinden bile söz etmek imkansız hale geliyor. Şu anda içinde bulunduğumuz nokta bu. 10 yıl önce de böyleydi ama şimdi bunun boyutları değişti, sorun daha ağırlaştı. Bunun dışında kalan, bu ilişki ağının dışında kalan medya kuruluşları ve kişiler çok çok azaldı. Ancak tamamen gazetecilik yapılmıyor falan demiyorum tabi ki.
- Bir tarafta son derece doğal hale gelen bir iktidar ve medya ilişkisi var diğer taraftan da buna karşın kendini geliştiremeyen bir muhalif medya görüyoruz. Neden muhalif medya güçlenemiyor?
Doğrusu ben muhalif medya tanımını çok tutan birisi değilim. Çünkü gazetecilik siyasi iktidara karşı bir pozisyonla, bir ideolojiyle yapıldığı zaman bağımsız gazetecilik olmaktan çıkıyor. Elbette bağımsız gazetecilik dışındaki gazetecilik türlerini yadsıyor muyum? Yapılmasın mı? Tabi ki yapılsın. Onların da yapılması lazım. Yani siyasi ideolojiye sahip bir dernektir, vakıftır onlar da gazete çıkarabilirler, burada sorun yoktur. Ancak bu tabi ki farklı bir kategoridir.
ELEŞTİREL MEDYA KENDİSİNİ DOĞRU KONUMLANDIRAMADI
Muhalif medya konusuna gelince, Türkiye’de de Dünya’da da şu anda gazetecilik başka bir sorunsalın içinden geçiyor; o da teknolojik dönüşüm. Dijital medya, konvansiyonel medyayı çok zorluyor zaten. Dijital medyadaki dönüşüm genç kuşakları oraya çekti. Tam bu dönüşümün ortasında biz bir de böylesine ağır siyasi, ekonomik, ticari iç içe geçme sorunlarıyla karşı karşıyayız. Bu kadar sorun içerisinde galiba eleştirel medya da kendisini doğru konumlandıramadı. Hem teknolojik değişiklikler alanında hem de bu siyasi, ticari ilişkiler alanında kendisini tam konumlandıramadı.
Aslına bakarsanız şu anda Türkiye’de bence bir şekilde medya yeniden yapılanmak zorunda. Çünkü sizin söylediğiniz gibi insanların haber alma ihtiyacı var. Haberler doğru kanallarla insanlara ulaşamıyor. Kontrol edilmiş, gazetecilik ürünü haline gelmiş kanallarla insanlara bilgiler ulaşıyor. Bir şekilde yeniden yapılanacak. Bu yeniden yapılanmada teknolojik dönüşüm belki bizim avantajımız olabilir, biz gazetecilerin. Belki de dezavantajı olacak, bilemiyorum. Çünkü bu, hıza ayak uydurduğunda avantaj haline gelir. Ayrıca mali olarak, daha az mali olanaklarla dijitalde gazetecilik yapabilmek mümkün. Fakat orada müthiş bir hız var, o hıza ayak uyduran gazeteciler gerekli.
Şu anda Türkiye’de başka bir sorunsal var; muhalif medya dediğiniz medyanın haber kaynakları çok zayıf. Türkiye’de mesela eskiden Hürriyet Haber Ajansı, Milliyet Haber Ajansı dahil hepsinin neredeyse küçük ilçelere kadar uzanan muhabir ağı vardı. Şimdi öyle bir şey yok. Mevcut haber ajanslarının; Anadolu Ajansı, Demirören Haber Ajansı ve İhlas Haber Ajansı gibi, bunların da eskisi kadar etkili olduklarını sanmıyorum. Dolayısıyla ne olacak? Bir; haber kaynakları zayıf. İki; gazetecilik ve haber pahalı bir iş. “Az parayla ben iyi iş yaparım” demek olmuyor. Tamamen profesyonel kadroların ve deneyimli kadroların olması gerekiyor. Onlar olmadan, ciddi mali yatırımlar olmadan yapamıyorsun. Sadece Anadolu’da habercilik ağı değil, büyük gazetelere bakın onların da dünya ile ilgili haber ağları hep uluslararası ajanslar oluyor. Eskiden büyük başkentlerde; Paris’te, Londra’da, Atina’da, Bağdat’ta, Tahran’da büyük gazetelerin hepsinin temsilcisi olurdu. Şimdi onlar çok azaldı.
- En son olarak Habertürk Gazetesi de basılı olarak çıkmamaya başladı. Sizce dijitalleşme ne kadar hızlı şekilde yayılır? Gazetelerin çoğu bu alana geçer mi yoksa basılı yayın uzun süre varlığına devam eder mi?
NE KADAR MÜTHİŞ HABER YAPARSANIZ YAPIN ÖMRÜ 1 DAKİKA
Dijitalin egemenliğine gidişi biz Türkiye’de birbirine benzeyen sağ iktidarın sesini yansıtan gazeteler çıkararak zaten hızlandırdık. Tirajlar inanılmaz düştü, belki normalde bu kadar hızlı düşmeyecekti. Buradan çıkışın yolu daha iyi gazetecilik yapmak olacak belki. Ancak dijitale geçişin Türkiye’de yasal altyapı sorunları var diye düşünüyorum.
Şu anda siz dijitalde ne kadar müthiş bir haber yaparsanız yapın ömrü 1 dakika. 1 dakika sonra bütün internet siteleri alıyor ve sadece arasına sizin kaynağınızı gösteriyor, ondan sonra haber onun oluyor. Zaten 10 dakika geçtikten sonra haberin kimin olduğu bile anlaşılmaz hale geliyor. Dolayısıyla siz ne kadar iyi habercilik yaparsanız yapın, insanlar sadece sizin sitenize bakmak zorunda değil. İnsanlar her yere bakıyorlar. Mesela Washington Post 2,5 milyon abone yapabiliyor çünkü onun haberleri orada kalıyor. İnsanlar Washington Post’un haberlerini okumak için oraya girmek zorunda. Türkiye’de öyle değil çünkü bizim telif hakları yasamızda hala haber bir sanat ürünü, bir fikir ürünü olarak kabul edilmiyor. Haber kamu malı olarak kabul ediliyor. Haberi almak istiyorsanız sadece kaynak göstermek zorundasınız. Bu geçen çağda kalmış bir yaklaşım. Çünkü haber var, haber var. Örneğin bir trafik kazası haberi var bir de günlerce uğraşıp bir araştırma dosyası hazırladığınız bir haber var. Bunlar aynı şey değil. Bunların yasal olarak düzenlenmesi lazım.
Teknolojinin nereye evrileceğini bilmiyoruz. Mesela 3-5 yıl önce tablet gazeteler vardı. Gazeteler tablete yatırım yapmaya başladılar. Çok fazla tutmadı. İnsanlar galiba basılı gazeteler değil özelleşmiş gazeteler istiyorlar. Onları göreceğiz. Ancak dünyada bu konuda müthiş çalışmalar, tartışmalar var. Temelde şu; insanlar farklılık istiyorlar. “Ben bu kağıt gazeteye para vereceksem internetten farklı bir şey göreyim.” diyor.
ASLOLAN HABERCİLİK
Dijitalin ne olacağı, dönüşümünün nasıl olacağını kestirmek zor. Şunu söylemek mümkün, dijital; gazetelerin insanların eline ulaşmasını özgürleştirdi, demokratikleştirdi. Eskiden siz Türkiye’de, Mardin’de ya da Kars’ta oturuyorsanız İstanbul’dakilerle aynı gazeteyi göremiyordunuz ve aynı saatte gelmiyordu gazete. Artık öyle değil siz isterseniz Amerika’da oturun aynı Hürriyet’i görüyorsunuz. Bütün bunlar bize avantaj olarak dönebilir ama yine de her şeyin özünde yer alan şey nedir? Gazetecilik. Elbette basılı gazete kalmayabilir, internette bugünkü olandan çok da farklı biçimlerde gazetecilik yapılabilir ama aslolan habercilik olacak. Araçlar değişebilir ama habercilik bence kalıcı ve insanların da buna ihtiyacı bitmeyecek.
Hatta günümüzde medya okur yazarlığı deniyor ya medya okur yazarlığının da öğretilmesi gerekiyor artık. Eskiden benim gazeteye başladığım yıllarda 7-8 gazete vardı, bir televizyon, bir radyo, bir iki ajans vardı, şimdi öyle değil. Şimdi siz haber tüketicisi olarak ya da medya okur yazarı olarak haberlerin karşısına geçtiğinizde; sosyal medyaya mı bakacaksınız, WhatsApp’a mı bakacaksınız, radyolar, televizyonlar, internet siteleri… Eskiden bir derenin karşısında olan okur, haber tüketicisi şimdi okyanusun karşısında. Hangisini nasıl seçecek, nereden alacak? Bu da ayrı bir yetenek, ayrı bir bilgi birikimi gerektiriyor. Medya okur yazarlığı burada önemli. Bir; seçici olmak, fazla enerji harcamadan, doğru istediğiniz veriyi almak. İki; o istediğiniz verileri doğru yorumlayabilmek.
- Güvencesizlik, örgütsüzlük, sendikasızlaşma durumu çalışan gazeteciyi nasıl etkilemektedir?
GAZETECİLER HAKLARINI ARAYAMAZ DURUMDA
Teorik olarak baktığınızda gazeteci toplumdaki sessizlerin sesidir, ezilenlerin hak savunucusudur, hakkı yenenlerin hakkını arar. Ancak iş kendisine gelince maalesef şu anda Türkiye’de gazetecilerin kendisi çok zayıf durumda. Kendi hakkını arayamaz, kendi örgütünü kuramaz durumda. Bu durum başta da söylediğim gibi gazetelerdeki sahiplik durumunun değişmesi ve Türkiye’deki demokrasi koşullarıyla ilgilidir. Örneğin sendikasızlaşma sadece medya ile sınırlı değil, Türkiye’de bir çok alanda sendikasızlaşma söz konusu oldu. Gerçekten doğru düzgün gazetecilik ya da eleştirel, bağımsız gazetecilik yapabilmek sadece bizim, gazetecilerin kendi gücüne, isteğine de bağlı değil. Medyanın yapısal sorunlarını çözmesine de bağlı değil, tabii ki ülkedeki demokrasi koşullarının da buna uygun olması gerekiyor. Demokratik koşullar ne kadar olumsuz hale gelmişse, siz de o kadar yapamıyorsunuz. Türkiye’de de bireysel olarak gazetecilere bakıldığında maalesef gazeteciler çok zayıf durumda ve kendi haklarını da arayamaz durumdalar. Buradan çıkışın yolu demokrasiyi güçlendirmekten ve onun için mücadele etmekten geçiyor.
İDEAL GAZETECİLİK İLKELERİNİ SÖYLEMEDEN BURADAN ÇIKMAMIZ MÜMKÜN DEĞİL
İkincisi, bir yerde bir sorundan bahsediliyorsa, bugünlerde herkes gazetecilik ilkelerinden bahsediyor, anlayın ki olmadığı için bu kadar bahsediliyor. Türkiye’de gazetecilik ilkelerinin bir metin haline gelmesi konusundan en önemli çalışma Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin 1999’da yaptığı “Türkiye Gazetecilik Hak ve Sorumluluk” bildirgesiydi. O bildirgede Umur Talu ve diğer arkadaşlar çalıştılar. Gerçekten Türkiye gazeteciliğinin temel metnini, temel anayasasını ortaya çıkardılar. O anayasanın ortaya çıkmasındaki neden gazetecilikte etik dışı bir dolu sorun yaşanmasıydı. Oradan çıkmak için yapıldı. Nitekim ondan sonra önce Milliyet’te başladı sonra diğer gazetelerde okur temsilciği ortaya çıktı yani iç denetim mekanizması oluşturuldu. Bütün bunların nedeni zaten etik probleminin çok yaygın olmasıydı. Doğan Grubu da o dönem yayın ilkelerini benimsedi. Doğan Grubu’nun yayın ilkelerini Demirören yayın ilkeleri olarak kabul ettiler. Onun güncellenmesi için çalışacağız. Ben bir öneride bulundum, herhalde önümüzdeki günlerde konuşacağız. Doğuş Grubu’nun yayın ilkeleri var, Ciner Grubu’nun yayın ilkeleri var, bu tarz çalışmaların ben çok önemli olduğuna inanıyorum. Evet, etik dışı bir dolu gazetecilik uygulamaları var ama buradan çıkabilmek için kendi içimizde tartışmamız ve evrensel gazetecilik ilkelerine bakmamız gerekiyor. Başka çıkış yok. İdeal olan gazetecilik ilkelerini söylemeden buradan çıkmamız mümkün değil. Bir de öyle bir gazetecilik noktasındayız ki; bizler gideceğiz, ben artık eski kuşakları temsil ediyorum. Bizler gittikten sonra gelen yeni kuşaklar doğru gazeteciliğin nasıl yapılacağını nereden öğrenecekler? O yüzden bunlar gerekiyor. Ya da ilerde birileri derse Türkiye’de bir dönem gazetecilikte nasıl yanlışlar yapılmış diye bu kitaba baksınlar istiyorum. Bir daha bu yanlışlara düşmeyelim.
- Son söz olarak kitabınıza ilişkin ne söylemek istersiniz?
Bu kitabın ismini koyarken arkadaşlarımdan eleştiriler aldım. “Günahlarımızda yıkandık” dedim. “Günah dinsel bir kavram neden bu işin içinde kullandın?” dediler, dedim ki; “Günahtan daha ağır bir sözcük bulamıyorum, bulabilsem onu koyacağım.” Şunu söylemeye çalışıyorum; ilkelerle, doğru gazetecilik şudur budur demekle günahlarımızdan arınmaya çalıştık. Ben de mesela zaman zaman Hürriyet’te geçmişte yapılan bir takım yanlışları yazarak arınmaya çalışıyorum, arınma çabasına destek olmaya çalışıyorum ama arınabildik mi? Hayır. Çünkü yanlışlar yapmaya devam ediyoruz. Bu yanlışlardan kurtulabilmemiz için sadece bireysel olarak gazetecilerin çabası yetmez. Hem bütün editoryal zincirin bunu kabul etmesi gerekli, hem gazete sahiplerinin kabul etmesi gerekli hem de Türkiye’deki demokrasi koşullarının toparlanması gerekli. Bu antidemokratik koşullarda mükemmel gazetelerin olması çok zor.