Hadi gelin bu hafta tiyatronun içine bir tutam bilim katalım. Sizi her anı milim milim işlenmiş bir oyuna davet ediyorum. Metninden, rejisine, oyunculuklardan, sahnesine varana kadar doya doya anlatmak istediğim oyunun adı; Sivrisinekler. Hazırsanız 8 Kasım tarihinde İBB Şehir Tiyatroları Müze Gazhane sahnesinde prömiyeri yapılan oyunun yönetmeniyle olan söyleşiyi de aralara serpiştirerek içinizdeki merak duygusunu gıdıklayacağım.
-Oldukça yenilikçi, çok çağdaş bir metin ile karşılaşacaksınız. Kurumsal tiyatronun içine bu metin nasıl sızmış öğrendim, sizinle de paylaşacağım tabi ki, oyunun yönetmeni Ali Gökmen Altuğ’a çok teşekkürler.
İngiliz yazar Lucy Kirkwood, Sivrinekler oyununu pandemiden önce (PÖ), 2017 yılında yazmış. Her yazımın içinde milat haline gelen pandeminin bu metindeki önemi şu ki yazar olacakları ön görmüş. Buna ‘‘yazar bilgeliği’’ denir. Uyduruyorum tabi ki böyle bir tanım yok. Ama hayranlık duyulası uzgörüye sahip bir yazar var karşımızda. Örneğin metne sonradan eklenmiş gibi gelen ‘‘…kontrol edilemeyen bir virüs mesela…’’ cümlesi 2017 de oyun metninde var. Ya da dünyayı kasıp kavuran Covid 19 salgını sırasında karşılaştığımız aşı karşıtlığına ilişkin tartışmaları oyunda başka bir hastalıktan, en trajik haliyle seyredeceksiniz. Ve daha birçok yerden tanışık çıkacaksınız oyunla ve oyun kişileriyle.
Yazar ‘‘oyun inşaat mühendisi’’ bana kalırsa ama daha sanatsal söylemle modern dünyanın Çehov’u demek bu sayfaya daha çok yakışır.
Yönetmen oyunu keşif ve seyirciyle buluşturma yolculuğunu şöyle aktarıyor; yazarın Türkçeye çevrilmiş iki oyunu var. Bu anlamda tanıdığım bir yazar Kirkwood. 2019 yılında Londra’ya gittiğimde oyunun kitabını aldım. Oyun National Theatre’da oynanmış, bitmişti maalesef ben yetişemedim. Metin ile aramdaki ilişkiyi ilk görüşte aşk olarak tanımlayabilirim. Oyunun içinde geçen fizik katmanı beni çok heyecanlandırdı. Tiyatroya bu metni sunmamadaki en önemli sebeplerinden biri repertuvar tiyatrosu olarak bizim çağdaş metinlere ihtiyaç duyuyor olmamızdı. Klasikleri, Türk yazarları her zaman oynamalıyız ama çağdaştan yana da durmalıyız. Genç kuşakla kurulan bağın zayıflamaması için güne ait ve içeriği zengin metinler sahneye koymayı önemsiyorum. Güncel meseleleri, katmanları, kurgusu ile bu metnin Şehir Tiyatrosu repertuvarında olmasını çok istedim. Genel Sanat Yönetmeni Ayşegül İşsever de destekledi ve oyunun yolculuğu başladı.
Oyunda kadınların hâkimiyeti ön planda. Üç kuşaktan aile üyeleri var. Size onları tanıtayım biraz. Aralara da konuyu serpiştiririm, dikkatli okuyun bence. Ailenin en genç bireyi Luke (Volkan Öztürk), ‘‘özel bir çocuk’’ ama her şeyden önce tehlikeli ölçüde bir ergen. Nobel Ödülünü kocasına kaptırmış, yaşlanmanın ondan çalacağı en büyük gücü olan aklının bulanmaya başladığı çapkın anne, Karen (Ayşin Atav). Yıllarca aile içinde aptal yerine konulan, ezilen ve bilime sırt çevirdiği için bedelini çok sert ödeyen kız kardeş Jenny (Senan Kara) ve tüm bu çarpışmaların odağında bilim insanı, her şeyi doğru yapmaya çalışırken hiçbir şeye dokunamayan kardeş, anne, evlat Alice (Yeliz Gerçek). Yazar çekirdeğe Alice’i yerleştirse de oyundaki herkesin tek tek ve birbirleriyle etkileştikleri, bugün ve geçmişteki hikâyeleriyle değişime uğraması aşırı halde tanıdık insanlık halleri. Psikiyatr Jacques Lacan’ın ayna evresi gibi, herkes karşısındakine göre şekilleniyor. Jenny karakteri çok renkli ve sürprizli. En trajik anlarda bile yükü hafifletmek adına şakalar yapabilen, ele avuca gelmez yanlarıyla, ne yaparsa yapsın aileye, kan bağına olan sarsılmaz inancı olan bir kadın. Kafası ters çalışan, vicdanlı, azaplı bu kadın seyircisinin midesine indirdiği yumruklara rağmen, bizi güldürüyor, sümüklerimiz burnumuzdan akarken güldüğümüze utandırıyor; ona kızmak isteyip, kızdığımıza beş dakika sonra bizi pişman ediyor. Ailenin bir de kayıp üyesi var; Luke daha 8 yaşındayken bir anda kayıplara karışan, biraz kaçık bilim insanı koca, aileye kütle kazandıran, o yüzden özel bir adı olan Bozon (Özgür Dereli). Gerçeküstü anlarda ortaya çıkıp, seyircinin görselde gönlünü fetheden, anlattıklarıyla akıllarını alan, Alice’i arafta tutan bu adam dünyanın yok oluş teorisine fena halde takık.
Yazarın metni parçacık fiziğine yatırdığı ve aslında rejideki incelikli metoforları oluşturan şey Alice’in Cenevre’de CERN’de (Avrupa Nükleer Araştırmalar Merkezi) çalışıyor olması. Tanrı cisimciği desem daha kolay aklınıza gelecek şeyin havalı adı Higgs Bozon’u ve Alice bunun üzerine çalışıyor. Gerçek dünyamızda olagelen bu bilimsel deneyler için çok üst düzey bilim insanları çalışmakta ve büyük bir ekonomik yatırım ve iş birliği ile sürdürülmekte olan Büyük Hadron Çarpıştırıcısı bugün İsviçre-Fransa sınırında, yerin 103 metre altında kurulu, 27 metre uzunluğunda dev mıknatısların olduğu tünellerden oluşuyor. Nasıl? Çok etkileyici değil mi?
Yönetmen oyuna hazırlanırken önce kendi fizik çalışmış, sonra ekibe seminer vermiş. Diyor ki; evet gerçekten fizik konularında çalışma yaptım. Babamın fizik öğretmeni olması hayatın tatlı bir tesadüfi ya da yardımcısıydı diyebilirim. Önce mesleğin olsun sonra tiyatro yap denmiş biri olarak bir yıllık mühendislik maceramın olması ve çağdaş fizikle olan ilgimin hiç kopmaması bana kolaylık sağladı tabi. Belki de aşkı başlatan da buydu. Bilgilerimi yenilemem gerekiyordu. Babamdan kaynak yardımı aldım ve çok sayıda okuma yaptım. En keyifli tarafı da ekibimle masa başı çalışmasının ilk günleri fizik dersi vererek geçti. Temel kavramlardan başlayarak modern fiziğe kadar bir seminer hazırlığı yaptım ve ders yaptık. En son lisede bırakılmış fizik dersinden yıllar sonra en keyifli hatırlamayı yaşadılar diyebilirim.
Yazar metinde hiç boşluk bırakmadığı gibi Alice’in adını da tesadüfi seçmiyor. Deneylerden birinin adı Alice. Metinde adı geçen Atlas yazılımı da başka bir deneyin adı. Oyunda bu deneyin başarıldığı sahne oldukça hareketli, heyecan verici. Karen’ı en güçlü haliyle bize gösteren an deneyin yürütücülerinden Gavriella (Ümran İnceoğlu) onu tanıdığı an. Haber spikeri Lara Gallagher’ın (Pınar Pamuk) böylesi olağan üstü bir bilim olayını yerinden canlı sunuşunun hemen ardından ‘‘basit bir röntgenden sonra Rus aksağını ile konuşan çocuğu’’ anons etmesi ise medyanın ve haberciliğin dünyanın her yerinde aynı olduğunun bir göstergesi sanki.
Alice’in sevgilisi Henri (Ahhan Şener) sivrisineklerin hayat döngüleri üzerinde çalışan, sıtma başta olmak üzere çok sayıda hastalığa çare arayan bir böcek bilimci. Bu yakışıklı Fransız sevgili oyunda iki kız kardeş arasındaki hesaplaşmada fena halde hırpalanıyor. Jenny’nin en savunmasız kaldığı anları, oyunun en etkileyici ve eğlenceli sahnelerini bu ikilinin bar sahnesinde görüyoruz. Bize metinde sivrisineklerden ilk kez Henri bahsediyor. Oyuna adını metaforik bir yerden veren sivrisineklerin çarpışması kadar bir enerjiyi aklınızda tutun.
Yönetmene de bunu sordum; Oyunun adı oyun hakkında aslında gerçek bir paralellik göstermiyor. Ama yazarın zekice yaptığı kurguda oyunun içinde iki üç yerde aslında oyunun nereden geldiği ile ilgili göndermeler var. Bulmaca gibi düşünmek lazım. Seyircinin oyunun sonunda ‘‘hımm anladım’’ diyebileceği bir ad bence.
Bir de Luke’un gitmekten nefret ettiği okulunda en büyük desteği diğer ergenikus Natalie (Pınar Demiral) var ki ona yardım eli uzattığı sırada hayatta beklemediği en büyük ilk kazığı da ondan yiyor. İkisi arasındaki iletişim yeni çağın metotlarını içeriyor. Eğlenceli, sürprizli, tuhaf bir arkadaşlık. İkinci perdede Luke kadar seyirciye de ters köşe yapıyor Natalie.
Karakterlerin yanında okuduğunuz isimler onlara hayat veren oyuncular. Oyuncuların birbiriyle yakaladığı uyum ve oyunun çekirdeğini oluşturan çarpışmalardaki enerjileri oyuna hizmet ederken bu seçimlerin hiç de rastgele olmadığı anlaşılıyor. Oyunculuklara hayran kalacaksınız. Ve yönetmen diyor ki bu tesadüfi bir durum değil. Ekibini nasıl kurduğunu anlatıyor.
Doğru bir cast yani oyuncu seçimi yapmak çok önemli. Kurum içinde çok sayıda oyuncu var. Dikkat edecek çok kriterimiz oluyor. Bazı oyuncuların devam etmekte olan oyunları oluyor. Ve bazen birlikte çalışmak istediğim oyuncu için tabiri caiz ise kurumla sıkı pazarlıklar yapıyorum. Her yönetmenin kendi kurduğu dünya içinde belirlediği bir castı vardır. Kendince en doğrusudur. Kafamda bu oyuna ilişkin kurduğum dünyada oyuncularıyla birlikte yapıyorum bunu. Takım kurmak olarak adlandırdığım ve özendiğim şey ekibin sadece oyunculuk becerileri değildir. Sinerji, uyum, ahenkle yol alabilmesi, kulisinin iyi olması oyunun başarısını getirir. O kulisin ne kadar uyumlu çalışıldığı, enerjisi, eğelenebilmesi, mutluluğu ile başarı gelir. Rejiyi inşa ederken de parçacıklardan, yörüngelerden ilerlediğim için ekibin bunları biliyor olması provaların çok daha anlaşılır ve sağlıklı gitmesini sağladı.
Oyun oldukça çağdaş bir yerden cinsel yolla bulaşan virüs için rahim ağzı kanserinden koruyan HPV aşısından bahsedilirken, diğer tarafta bebeklere yapılması şart olan aşının yaptırılmamış olması ikilemini seyircinin kucağına bırakıyor. Defalarca tüp bebek denemesi sonrası sahip olunan, teknolojinin son derece işin içine girdiği bir gebelikte ultrasonun zararlı olabileceğinden korkan bir kadın gösteriyor. Ve çok sayıda kontrolsüz bilgiye ulaşım yolu olan internetin nasıl kullanılacağını sorgulatıyor. Ve başka büyük tartışma konusu ‘‘kimler anneliğe uygundur?’’ sorunun yanıtı herkesin kendi vicdanına kalıyor. Kadın doğum uzmanı ve tüp bebekle yıllarca uğraşmış biri olarak yıllarca bu kaosunun içinde yaşadım. En büyük rakibim Dr. Google oldu. Benim için çok anlaşılabilir bu zıtlıklar seyirciye oldukça sarsıcı ya da saçma gelebilecektir. Ama gerçek.
İklim krizine olan hassasiyet, sigara karşıtlığı yeni kuşağın taşıyıcılığında Luke üzerinden seyirciye ulaştırılıyor. Oyunun broşüründe ‘‘İki kız kardeş Alice ve Jenny arasındaki çarpışma mı, protonlar arasındaki çarpışma mı daha kuvvetli?’’ sorusunu sormuş yönetmen, oyunu seyrettikten sonra karar sizin. İnsan ömrü uzadıkça daha çok karşımıza çıkan Demansın insan seçmediği, beyninin gri hücrelerini Nobel Ödülü’nü almaya yaklaşacak kadar çok çalıştıran bir kadını da bulabilecek olma ihtimali, sert bir gerçeğin daha fark edilmesini sağlıyor. Ergen zorbalığına birkaç farklı şekliyle tanık olurken ebeveynlerin bu konuda ne kadar bocaladığını, çocukların nasıl yalnızlık çektiğini de seyrediyoruz. Güçlünün zayıfı yok ettiği evrim teorisi de elimizdeki kartlardan bir diğeri. Ayrıca oyuna dünyanın yok oluş şekillerini de mutlaka çalışıp gelin.
Oyun meydan sahnede oynanıyor. Tüm reji buna uygun çalışılmış. Yani oyun seyircilerin ortasında oynanıyor. Sahnede olan her anın en yakın tanığısınız. Bazı planlarda bir oyuncunun sırtını seyrediyorken diğerini tam karşıdan görüyorsunuz. Salondaki diğer seyircilerle göz gözesiniz, reaksiyonlarınızı birbirinizi görerek veriyorsunuz. Etkileşimi yüksek, etkisi bambaşka bir deneyim. Karşıdan setretmeye alışık olduğumuz sahne düzenin adı İtalyan Sahne. Oysa burası bir arena. Bu sahneleme oyuncu için oldukça zorlayıcı oyundan, andan asla kopamaz. Ve Sivrisinekler oyuncuları siz yokmuşsunuz gibi, oyunun kendi gerçekliğinde 2 perde, toplam 2 saat inanılmaz bir performans sergiliyorlar. Yazarın sahiciye yakın kurmacasına oyuncuların katkısı tartışmasız çok büyük. Seyirci olarak oturduğunuz yerden onlara elinizi uzatsanız değecek kadar yakındasınız ve kalp atışlarını, akan teri, göz yaşının tuzunu hissedebilirsiniz. Pardon o tuzlu, ıslak şey sizin göz yaşınızın da olabilir.
Yönetmen meydan sahne ile ilgili reji deneyimini şöyle anlatıyor; en keyifli ve oyuncaklı kısmı meydan sahnede bu rejiyi yapmaktı. Metnin içeriği ve kurgusu bana en başından itibaren meydan sahneyi hayal ettirdi. Tekst içinde geçen bütün fizik kavramlarının karşılığıydı. Atom modelindeki yörüngeler ve hareket eden parçacıklar aklımdaydı. Oyuncuları hep o dairesel yapıda hayal ettim. Tekste en iyi hizmet eden mekân ve sahne olarak düşündüm. Benim için de ekipteki oyuncu arkadaşlarım için de meydan sahne deneyimi ilkti. İtalyan sahnede oynama alışkanlığını kırmak en zorlusu oldu. Seyirciyle burun buruna bir performansta sahicilik, sadelik, seçilmiş anlar ve yaratılmış oyunculuk gerektiriyor. Oyuncunun sesini kullanma tekniğinden, kendini gösterme arzusuna her alışkanlık kırılması gereken hallerdi. Reji masasından değil salonun her yerinden onları izledim ve mizansenleri her açıdan görünür kılmanın yollarını aradım, birlikte bulduk.
Oyunda Ali Gökmen Altuğ ile birlikte, yönetmen yardımcısı olarak Aslıhan Kandemir ve Buket Kubilay çalıştı. Dramaturg Özge Ökten Yılmaz, oyunu çeviren Ekin Tunçay Turan. Dekor ve ışık için isimde sürpriz yok Cem Yılmazer. Kostüm tasarımını Gamze Kuş yaparken, ses efekt tasarımını yönetmenle birlikte Metin Küçükyılmaz yaptı. Video ve görsel tasarım da Enes Altuğ Avşar’a ait. Oyunun reji asistanlığını ise Pınar Pamuk ve Sefa Turan yaptı.
Efektler, görsel tasarımlar ve ışığı ile oyun sıradan bir evden bir anda bir bilim merkezine, sanal dünyalara ya da tanrı cisimciğini içine alıyor. Bu görsel ve işitsel tasarımları nasıl çalıştıklarını sorduğumda; bu oyunun görsel tasarımı, dünyası daha oyuncaklıydı. Bahsedilen konun içinde Higss Bozonu, Atlas, Alice Deneyleri, Büyük Hadron Çarpıştırıcısı gibi makro kozmos ile günlük yaşamlarımızın mikro kozmosu ayrıştırmakta atmosfer yaratmakta oldukça değerliydi. Zengin bir tasarıma ihtiyaç vardı ve çok başarılı bir ekiple çalıştık. Tam anlamıyla bu kısım da bir takım çalışmasıydı. Ayrıca kostümlerin günlük yaşamdan seçilmesi de gene metnin çağdaşlığından kaynaklı.
Çok sorular sordum ve usanmadan hepsine cevap verdi sevgili Ali Gökmen Altuğ, çok teşekkürler. Size harika seyirler diliyorum. Oyunun yolculuğu uzun sürsün, çok sayıda seyirciye ulaşabilsin. Tüm ekibi huzurunuzda bir kez daha avuçlarım acıyana kadar alkışlıyorum. Oyunun prova süreci ve seyirciye teslimi ile ilgili sorduklarımın cevapları da burada.
Oyunun planlanan prova başlangıcı çok canımızı yakan Şubat depremi ile aynı tarihlere denk gelince, hepimizin heyecanı, çalışma arzusu doğal olarak söndü. İlk ön görülen prömiyer tarihimiz Nisan 2023 iken tabi ki tüm hayatın durduğu anda tiyatrolar için de durum farklı olmadı. Tekrar provalara başlasak da oyunumuzu yeni sezona bırakmak üzere son iki sahne dışında oyunu iyi bir şekilde çalışıp yaz arası verdik. Bu arada ben Cumhuriyetimizin 100. Yılı için, İBB Şehir Tiyatroları’nın, büyük projesi ‘‘Bu Memleket Bizim’’ eserinde, dört yönetmenden biri olarak çalışmaya devam ettim. Ekim başından itibaren dekor, kostüm, ışık, efekt gibi rejinin diğer unsurlarıyla tamamlandı.
Bu oyunun farklılıklarıyla, özeni ile seyirciyle uzun soluklu buluşması devam eder umarım. Çok emek var tabi ki. Oyunu prömiyer yaptıktan sonra ilk iki haftasında oyunu seyretmeye devam edip, notlarımı almaya devam eden bir yönetmenim. Bu oyuncu arkadaşlarım tarafından da istenen, beklenen bir alışkanlık. Bir oyuna gelmesem ‘‘neredeydin?’’ diye hesap sorarlar hatta. Oyunu takip etmemin nedeni oyuncuların everilmesini, seyirciyle olan yolculuğu, değişimleri görmek benim için çok heyecan verici olmasıdır. Aslında ben oyunu prova sürecinden itibaren oyuncularıma emanet ediyorum. İçimize sinen, iyi çalışılmış işlerde prömiyerde rahatlıkla alkışlıyorum. Rol artık sahnede oyuncunundur. Onlara inancım ve güvenim tamdır.
Başlangıçtaki hayalim yani çağdaş bir tekstin, meydan sahnede sahnelenebilmesi gerçek oldu. Emeği geçen herkese ama herkese çok teşekkürler. Seyircinin seyretmeyi alıştıklarının dışına çıkmaya zorlamak istiyoruz. Herkesi oyunumuzu görmeye davet ediyoruz.