İşte Akif Beki'nin 'Kime yakışıyor bu karalamalar' başlıklı o yazısı:
Saadet Partisi ezan düşmanlığıyla suçlanıyor; hem de CHP, İYİ Parti ve HDP’yle organize bir şekilde...
Bir gün Saadet’in bile bu suçlamayı tadacağına inanır mıydınız? Buna inanmak mı daha zor? Yahut ‘dinsiz, imansız, Allah düşmanı’ ilan edilen muhalefet partilerinin ezana saldırmak için birlik olduğuna gerçekten inanmak mı?
Peki ya “Karamollaoğlu üç oy için ülkeyi ve milleti sattı, İYİ Parti lideri Akşener’le beraber PKK’yla sözleşme yaptı, Kandil’le ortaklık kurdu, teröristleri Meclis’e taşıdı, söyleyince de katlanamıyorlar, densizler bir de utanmadan sokağa çıkıyor” iddialarına ne buyurulur?
Bu iddiaları dile getirenin İçişleri Bakanı olması ve bu ağır cezalık suçlar gözünün önünde işlendiyse gereğini niye yapmadığını, görevi neden ihmal ettiğini anlatacak yerde hesap sormaya kalkması, bu suçlamaları siyasi polemik malzemesi yapması mı inanılmayacak kadar gerçek üstü?...Veya; böyle yenilir yutulur olmayan, zehir zemberek ithamlara dayanamayıp PKK’lılara bela okuyarak tepki gösteren Saadet Partilinin gözaltına alınması ve ancak adli kontrolle serbest bırakılması mı? İlaveten; Saadetlinin kanuna aykırı görülen eylemi, teröristlere müstahaklarını bulsunlar diye ilenmesi mi? Yoksa koskoca İçişleri Bakanı’na karşı gelerek cevap yetiştirmesi, suçlamayı kaldıramayıp reddetme densizliği mi? Hangisi daha ikna edici?
Hayır, yani inanabiliyor musunuz; terör örgütüyle ortaklık kuran ve siyasetlerini uluorta savunanlar elleri kolları serbest seçim faaliyeti yürütüyor, üstelik oy hırsıyla gözlerini karartıp İçişleri Bakanı’yla tartışmaya dahi girebiliyorlar. İçişleri Bakanı da bunu sadece propaganda malzemesi yapmakla yetiniyor. Öyle mi?
Şu çarpıklığın hangi izahı yatıyor aklınıza; öyle görmeniz istenilen şekli mi daha inandırıcı geliyor, yoksa gösterilenin içyüzünün farklı olduğu açıklaması mı? Biri kandırmaca olmak zorunda ama hangisi?
Mansur Yavaş’a, seçime 20 gün kala sahtecilik ve avukatlık yetkilerini kötüye kullanmaktan iddianame düzenlenmişti. 12 gün kala, üstüne bir de müstehcen görüntü bulundurmak ve suçu bildirmemekten soruşturma açıldığı haberleri çıktı dün.
Mağduru olduğu sahtecilik ve dolandırıcılık suçlarının faili gibi gösterildiğini söylemişti Yavaş. Sapkın cinsel içerik bulundurmaktan asıl yargılananın da, şikayeti üzerine sahtecilikten ceza almış ve başka sabıkası da ortaya çıkmış ihtilaflısı olduğunu baştan açıklamıştı.
Hangisi daha hukuki; dolandırılan ve sahteciliğe uğrayan kişinin siyasi rakibi tarafından kirli ilişkiler ağına bulaşmakla suçlanması mı, yani gerçeğin tersyüz edilerek topluma sunulması mı? Veyahut da; seçim arifesi açılan dava ve soruşturmaların amacının yalnız ama yalnızca adaleti aramak olduğu savı mı?
Peki ya bütün bunların yargı darbeleri görmüş, kara propaganda ürünü iftira ve kumpaslara uğramış, 367 garabeti gibi skandal ayak oyunlarıyla çelmelere maruz kalmış, kapatma davası ve haksız siyasi yasaklarla diskalifiye edilmek istenmiş, demokratik rekabete antidemokratik müdahalelerden çok çekmiş, ama her defasında milli iradenin gaspına karşı durmuş ve tercihlerin sandıkta özgürce tecellisini savunmuş, bu sayede de seçimleri yargı ve polisle etkileyerek kendisini yarış dışı bırakma seçeneği zorlandıkça mağduriyet mağduriyet büyümüş bir partinin devr-i iktidarında yaşanmasına ne dersiniz? Alıyor mu havsalanız?
Yakışan iftiradan korkacaksınız derler. ‘PeKeKeli’ yakıştırması Ekrem İmamoğlu’na mı uyuyor, Temel Karamollaoğlu’nun üstüne mi cuk oturuyor mesela? Ya milli iradeyi yanıltmak ve engellemek için film çevrildiği şüphesi! Yeni düzenin sahiplerine kondurmak kolay mı?
Şöyle bir bakınca; en inandırıcısı ve dolayısıyla en korkutucusu hangi karalama düşünün şimdi.