Terkoğlu, Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü görevinden alınan AKP'li Melih Bulu'nun YÖK tarafından defalarca istifasının istendiğini ifade etti.
Terkoğlu devamında "Saraç, Cumhurbaşkanı’na hem yaşananları hem de Bulu’nun görevden alınmasını istediklerini ancak onun kabul etmediğini aktardı. Erdoğan da Bulu’nun bile haberi olmadan bir gece yarısı onu görevden aldı. Nihayetinde bu süreç Saraç için de iyi olmadı. Saraç 'süreci yönetememekle', 'Boğaziçi’nde sessiz kalmakla' suçlandı. Tüm hadiseler yan yana gelince Saraç’ın göreve devam etmemesine karar verildi" diye belirtti.
Terkoğlu'nun yazısı şöyle:
Geçen cuma günü Türkiye yine tuhaf bir atamayla güne uyandı. Sorsanız Başkanlık sistemi Türkiye’yi hızlandıracaktı. Devlette her şey kolaylaşacaktı. Ama bir YÖK Başkanı’nın ataması dahi krizli hale geldi.
Önce Marmara Üniversitesi, kendi sosyal medya hesabından, “Rektörümüz YÖK Başkanı oldu” paylaşımı yaptı. Herkes “Nasıl olur” diye sordu. Zira Rektör Erol Özvar, YÖK üyesi değildi. Başkan olmak için önce üye olmak gerekiyordu. Ayrıca Cumhurbaşkanı’nın imzasıyla tamamlanacak bu kararı duyuracak kurum, Resmi Gazete’ydi. Sonunda üniversite yaptığı paylaşımı sildi. Resmi Gazete, aynı gece, Özvar’ı önce YÖK üyesi yaptı. Ardından da YÖK Başkanı. Devlet, yönetim karmaşasını böyle aşmıştı.
YÖK ‘Pök’ ‘Sök’ oluyordu
Ankara kulislerinde YÖK Başkanı’nın atanması krizini soruşturdum. Duyduğum en açıklayıcı ifade “direkten döndü”ydü. Zira son günlere kadar YÖK Başkanı olarak adı geçen isim Burhanettin Duran’dı. Duran’ın adı, Pelikan bildirisiyle anılan SETA ile özdeşleşmişti. Haliyle Duran’ın bu göreve gelişi, bir süredir Anadolu Ajansı’ndan TRT’ye kadar yaşanan dönüşümü tamamlayacak bir gelişme olacaktı. Birileri “Hayır” dedi. Bu atama gerçekleşmedi.
Aslında perde arkasında da bir zikzak yaşandı…
Eski YÖK Başkanı Yekta Saraç, veda ederken “İki dönem başkanlığını yürüttüğüm Yükseköğretim Kurulu’ndaki üyeliğim, 20 Temmuz 2021 tarihinde sona ermiştir” dedi. Ancak öğrendiğime göre “sona ermişti” demesine rağmen Saraç’ın yeniden atanma beklentisi vardı. 2005 yılında YÖK üyeliğine seçilen Saraç, 16 senedir kesintisiz olarak bu kurumdaydı. Bir dönem daha süresinin uzatılmasını bekliyordu.
Hatta bunun da olacağını tahmin ediyordu diyeyim. Örnek mi? Daha bu ay başında, YÖK’ün “I. Yükseköğretim Şûrası” projesini açıklamıştı. Saraç, ilk defa yükseköğretim sorunlarının tartışılacağı ve uzlaşı sağlanan tekliflerin YÖK’e iletileceği şûranın, kasım ayında gerçekleşeceğini söylemişti. Bunun gibi geleceğe yönelik birçok projesini açıklamıştı. Ankara’da konuşulanlara göre, bunları kendisi görevdeyken yapmayı bekliyordu.
Olmadı…
İktidarın bir kanadı istemedi
Ankara’da üç gelişme alt alta konuluyor. Birisi insani. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Yekta Saraç’la özel muhabbetinin nedeni kuşkusuz Saraç’ın babası. Erdoğan’ın “Hocam” dediği Muhammed Emin Saraç, geçen şubat ayında vefat etti. Erdoğan, bir taziye mesajı yayımlamakla, tabutunu omuzlamakla kalmadı, beş ayrı gazeteye ilan dahi verdi. Baba Saraç’ın bu dünyaya vedası, Erdoğan’la Yekta Saraç arasındaki en derin köprünün mazide kalmasına neden oldu.
İkincisi hem insani hem siyasi. Ayasofya’da, geçen mayıs ayında gerçekleştirilen icazet alma programında, Atatürk’e lanet okuyan, Atatürk’ten “zalim ve kâfir” diye bahseden İmam Mustafa Demirkan hadisesi. Demirkan’ın Yekta Saraç’ın kayınpederi olduğu ortaya çıkmıştı. Türkiye’yi ayağa kaldıran olaya verilen tepki, muhalefetle sınırlı kalsa krizin üstü örtülebilirdi. MHP lideri Devlet Bahçeli de Demirkan’a, “suyu bulandıran”, “provokatör”, “gizli FETÖ’cü”, “soy kütüğünde karanlık bir nokta var”, “mazisi karanlık” gibi ifadelerle yüklenmişti. Haliyle iktidarın bir kanadı için önce Demirkan, ardından damadı Saraç “istenmez” olmuştu.
Üçüncü sebep ise idari. Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşanan süreç siyasi iktidar tarafından tamamına erdirilemedi. Üniversiteye polis girdi, İçişleri Bakanı olaylara müdahil oldu, devletin bütün kurumları üniversitenin üzerine gitti. Ama istenen olmadı.
AKP’nin rektör olarak atadığı, başarısızlığın birinci sorumlusu olarak görülen Melih Bulu, kellesi ilk alınan oldu. Aslında YÖK Başkanı Yekta Saraç, başından yıldızının barışmadığı Bulu’dan, birkaç kez istifa etmesini istedi. Bulu reddetti. Hakkında intihal dahil iddialar ayyuka çıkan Bulu, YÖK Genel Kurulu’nun olduğu gün, Ankara’ya çağrıldı. Saraç, Bulu’ya “Siz istifa edin, yaptığınız hizmetler için teşekkür edip konuyu kapatalım, biz sizi görevden almak zorunda kalmayalım” dedi. Bulu, bu teklifi de reddetti. Anlatılana göre Bulu’ya “akıl verenler” Cumhurbaşkanı’nın arkasında olduğunu söylüyordu. Ancak son teklifin yapıldığı akşam Saraç, Cumhurbaşkanı’na hem yaşananları hem de Bulu’nun görevden alınmasını istediklerini ancak onun kabul etmediğini aktardı. Erdoğan da Bulu’nun bile haberi olmadan bir gece yarısı onu görevden aldı. Bulu’nun o gece düştüğü komik durumun nedeni buydu.
Rüzgâr gibi geçenler
Nihayetinde bu süreç Saraç için de iyi olmadı. Saraç “süreci yönetememekle”, “Boğaziçi’nde sessiz kalmakla” suçlandı. Tüm hadiseler yan yana gelince Saraç’ın göreve devam etmemesine karar verildi. Marmara Üniversitesi’nde Erdoğan’a yakınlığıyla bilinen, üniversitenin yeni kampusuna bile “Recep Tayyip Erdoğan Külliyesi” adını veren Rektör Erol Özvar, şartlar zorlanarak bu koltuğa oturtuldu. 16 yıllık YÖK mensubu bir anda gitti. Birkaç saatte, “daha Erdoğancı” bir rektör, rüzgâr gibi YÖK Başkanı oldu. Aslında Özvar’ın atanma karmaşasının ardında anlattığım sancı vardı.
Bu arada…
Yekta Saraç’ın adı zaman zaman Milli Eğitim Bakanı olarak geçiyordu. Bakan Ziya Selçuk’un “gitti gidiyor” süreci de bu söylentileri artırıyordu. AKP’nin “yıldızlı kadro sıkıntısı” da bu koltuğa oturabilecek isimlerin sayısını bir elin parmakları kadar haline getiriyordu. Kulislere göre, yardımcılarıyla birlikte istifa ettiği artık duyulan, yakın çevresine de istifa ettiğini söyleyen Ziya Selçuk’un yerine Yekta Saraç adı yeniden akla geldi. Ama Erdoğan’ın, Saraç’ı adı güzel ama sembolik Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanlığı görevine ataması bu işi zorlaştırmış görünüyor. Tabii ki herkesin her şey olabildiği sistemde, olmaz olmaz.
Sebebi ne olursa olsun yangın söndürmek bir devlet organizasyonu işi. Günlerdir bu konuda yaşanan beceriksizlik, devletin kurumlarının nasıl çürüdüğünü de gözümüzün içine sokuyor. Ateşlerde yanarken, geride kalan bir atama öyküsü de durumumuzu gösteriyor. Hangi görüşten olursa olsun milyonlarca yurttaşı ilgilendiren “her işin başı” eğitim; ayak oyunlarına, iktidar içi hizip savaşlarına, yönetim beceriksizliklerine kurban veriliyor. Muhafazakâr camianın içinden çıkan “Saraç Hoca” bile kelebek gibi bir günde kaybolabiliyor. Olan ise yine kaybedilen kuşaklara oluyor.