İktidarın iki günlük sokağa çıkma yasağı ilan etmesinin ardından dün akşam ortaya çıkan görüntüler tartışılmaya devam ediliyor. Alınan karar yanlış mıydı, başka türlüsü mümkün müydü, iktidar ne yapmak istiyor... TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan başından beri mutlak bir sokağa çıkma yasağının mümkün olmadığını, ama tüm enerjinin yaşamsal sektörlerin devamlılığına bunların dışındaki sektörlerin de tamamen durdurulmasına ayrılması gerektiğini söylediklerini hatırlattı.
Okuyan "coronavirüs sosyalizmin kapısını açar mı?" sorumuza ise "Sosyalizmin, daha doğrusu komünizmin ayak sesleri duyuluyor. Bir ihtiyaç olarak… Doğa komünizmi çağırıyor, insanlık komünizmi çağırıyor. Bu siyasal alana yansıyacaktır elbette. Ancak kapitalizmin kendi kendine sonu gelmez." yanıtını verdi.
İşte Kemal Okuyan'ın SoL'a verdiği yanıtları:
Sokağa çıkma yasağı getirmesi için iktidara uzun süredir baskı yapanların önemli bir kısmı dün yasak açıklanınca eleştirmeye başladılar. Bir çelişki yok mu burada?
Bakın mutlak, herkesi bağlayan bir sokağa çıkma yasağı zaten bir fantezi, bunun hiçbir karşılığı yok. Halkın sağlığıyla ilgili kurumların çalışması ve yaşamsal olan sektörlerde üretimin sürmesi gerekiyordu. Bunlar planlanmadığı takdirde bir süre sonra karşılaşılabilecek açlık bugünkü salgının çok ötesine geçen ağır bir sorun haline gelecektir. Yaşamsal olan sektörler bellidir. Buralardaki emekçilerin riski sıfıra yakın koşullarda çalışabilmesi için diğer yerlerde üretimin tamamen durması gerekir. Böylece ulaşımından maskeye, özel kıyafetlere kadar her şey sınırlı sayıda sektördeki faaliyetlere ayrılır, buralara odaklanır. Bu yapılmadı. İnsanların kişisel tercihine bırakılmış bir "evde kal"uyarısının işe yaraması çok ama çok zor. Mesele hep sokağa dolaşmaya çıkan sorumsuz yurttaşlar açısından ele alınıyor. Tamam belki bu da var ama asıl sorun kesinlikle burada değil. Asıl sorun, yaşamını çalışarak sürdürmek zorunda olanlar. İşe gidecekler çünkü işten atılma riski var. İş arayacaklar çünkü aç kalmamak için paraya ihtiyaçları var. Gündelik işlerden geçimini sağlamaya çalışan çok sayıda kişiyi bu tabloya ekleyin. Bu koşullardaki milyonlara çare üretmeyen bir düzenle karşı karşıyayız. Patronların baskısı nedeniyle birçok işletme açık kaldı. Ortaya yarım yamalak bir tablo çıktı. Şimdi ise haftasonundan ibaret bir sokağa çıkma yasağı… Ne bir hazırlık ne bir şey, 2 günlük bir izolasyonla ne elde edecekler?
Peki ne yapılmalıydı?
Salgının Türkiye’de hissedilmeye başlamasıyla birlikte dediğim türde bir sokağa çıkma yasağı uygulansaydı, yani yaşamsal sektörler dışında 15 gün süreyle düşük yoğunluklu bir üretim sistemine geçilerek insanlar gerçekten evlerinde kalsaydı, bugün Türkiye salgının etkilerinin hafiflemeye başladığı bir ülke olurdu. Ama bunu yaparken öyle ücretsiz izin filan değil, 15 gün ücretli izin sağlanacak, ayrıca işsiz ya da güvencesiz herkese bu dönemi insanca geçirecek bir destek verilecekti. Bunun maliyetini üstlenmediler ama şimdi girdikleri bu saçma yolda daha ağır bir tablo ile karşılaşılacak.
İnsan yaşamıyla ilgilenmiyorlar anladık, ama bu belirsizlik ve öngörüsüzlük ekonomik açıdan da daha yıkıcı sonuç verecek. Zaten kabak halkın başına patlıyor her durumda. Hükümetin nasıl bir stratejiyle hareket ettiğini anlamak olanaksız. Okulları oldukça erken kapattılar. Lokantalar, kafeler… Bunun bir anlam taşıması için diğer işyerlerinin de büyük oranda faaliyetlerini durdurması gerekiyordu. Aslında piyasanın en zayıf ve korumasız unsurlarına darbe vurmuş oldular. Hizmet sektöründe kendisi de çalışan küçük esnaf; berberinden kafesine kadar ağır bir darbe aldı. Büyük işletmelere bir şey olmaz, hatta orta vadede küçükler eleneceği için onlar rahatlayacak. Halbuki bütçeden kaynak ayrılarak toplumun en geniş kesimi izole edilseydi ve çalışmak zorunda kalanları koruyacak önlemler alınsaydı -ki bu kesinlikle mümkün, bugün gerçekten kritik eşiği atlatmış olacaktık.
Korkarım çok geç kaldılar. Çünkü şu anda zaten iyi durumda olmayan ekonomi açısından ağır bir yük ortaya çıktı. Artık genel bir sokağa çıkma yasağı daha zor hale geldi ve bunun maliyetleri iktidar açısından daha da yükseldi. Yine de şu anda azıcık sağlıklı düşünen bir iktidar, başta yapması gerekeni geç de olsa dener, 15 günlük kapsamlı bir izolasyon ve hazırlıktan sonra gereken önlemlerin alındığı bir biçimde normalleşme sürecine geçer. Lakin hükümetin ne yaptığı belli değil. Görüldüğü gibi, mevcut düzende tutarlı karar dahi alınamıyor. Bu durum Türkiye’ye özgü de değil, her yerde aynı sorun var.
'İnsanların çilesini umursamıyorlar'
İki günlük sokağa çıkma kararı açıklandıktan sonra halktaki telaş halini nasıl yorumluyorsunuz? Gerçekten iki günlük sokağa çıkma yasağı kararının böyle bir infiale neden olacağı tahmin edilememiş olabilir mi, eğer tahmin edilmiş ise böyle bir karar neden alınmış olabilir?
Hükümet içinde salgınla ilişkili olarak farklı yaklaşımlar olduğu açık. Anlaşıldığı kadarıyla bu yasak günler önce gündeme gelmiş ama birileri itiraz etmiş, bu nedenle hazırlık yapılmamış. Bir yönetme krizi yaşıyorlar çok açık. Ayrıca öncelik halkın ihtiyaçları ve sağlığına verilmiyor. Hükümet panik içerisinde sürekli otoritesini test etmeye çalışıyor. İçişleri Bakanı’nın konuşmalarına dikkat ederseniz, her daim güç gösterisi peşinde. Demek ki salgın korkularını iyice pekiştirdi. Dolayısıyla sokağa çıkma kararını halkı bilgilendirmek amacıyla değil bir polisiye olgu olarak açıklıyorlar. Sanki gizli operasyon yapılıyor. Toplumun nasıl karşılayacağını umursamıyorlar ki sonuçlarını tahmin etsinler. Bir de Türkiye’de insanların kendileri gibi rahatlarının yerinde olduğuna ilişkin bir fikir yerleşti zihinlerine. İnsanların çilesini umursamıyorlar.
Halkın telaşına gelince… Bakın bu telaşın bir tarafında eleştirilmese de düşündürücü bir taraf var evet. Dikkatle izlenince bencilce davranışlar gözünüze çarpıyor, hatta mantıksız davranışlar… Ama bunlar bir sonuç. Bütün toplumu ilgilendiren konularda insanları dayanışmaya, bilinçli ve sorumlu hareket etmeye teşvik edecek bir yönetsel tarz gerekir. Orman kanunlarının egemen olduğu, adaletsizliğin tavan yaptığı, örneğin garip bir infaz yasasıyla siyasi suçlar dışındaki bütün suçların aklandığı bir dönemde insanların “kendimi kurtarayım başka çare yok” diye düşünmesi olağan karşılanmalı. Kimse kendini güvende hissetmiyor. Pazartesi ne olacağını kimse bilmiyor. Geniş bir kesim bu yasak sürer diye bir kaygıyla hareket etti. Güvenmiyorlar. Ayrıca toplum örgütsüz, birlikte hareket etme alışkanlığı yok. Ama bunların hepsi sonuç. Özellikle 1980’den beri bencillik aşılanıyor, rekabet ve bireysel çıkarlar meşrulaştırılıyor. Sonuç olarak bütün bu görüntülerden dolayı halkı eleştirmek anlamsız. İnsanların çoğu hazırlıksız yakalandı. Evinde ekmeği, suyu olmayan, yiyecek bulunduracak kaynağı bulunmayan insanları ayıplamak olacak iş değil. Hele hele buna muhalif bazı siyasetçilerin de katılması. Bisküvit ya da patates alan bir yurttaşın davranışında ne tuhaflık var? Ne almaları gerekiyordu? Bir de açıklama yapılıyor, hiçbir detay yok. Sonra açıklanacak diyorlar. Herkes birbirine soruyor bakkal açık olacak mı diye. Böyle saçmalık olur mu? Gecenin 10’unda milyonlarca kişiyi bir belirsizliğin içine sokmayı gerektirecek ani bir gelişme yok ki ortada. Salgın haftalar önce başladı. Hafta sonları gereksiz yere sokağa çıkıldığına ilişkin veriler de alındı, değerlendirildi. Düşüncesizlik ve beceriksizlik dışında birilerinin ekonomik çıkarlarının devreye girdiği de söylenebilir. Yalnız en komiği, "erken açıklasak halk sokaklara dökülürdü" gerekçesi. Hiçbir seçenek dün geceki tablodan daha kötü olmazdı.
‘Hükümet panik sarmalına girdi’
Yasak kararının ardından muhalefetin yönetimindeki belediye başkanlarından "bizim haberimiz yoktu" açıklamaları geldi. Sizce bu olağanüstü koşullarda dahi muhalefetle iletişim konusunda iktidarın bir isteksizliği mi var, yoksa süreç kontrolü konusunda zaten çok da planlı olmadıklarını mı düşünmeliyiz?
Kendileri dışında hiçbir odağa, hiçbir anlayışa hayat hakkı tanımak istemiyorlar ki. Korkmasalar, tepkilerden çekinmeseler muhalefetteki bütün belediyelere kayyım atayacaklar. Bunun için yanıp tutuşuyorlar her yerleşimde. Salgınla ilgili değil. Ancak salgın sırasında sistemin bütün açıkları ve de bunun üzerine eklenen iktidarın zayıflıkları iyice ortaya çıktı. Bu nedenle halkın yarasını sarma konusunda tekel ilan etmeye çalışıyorlar. Bir de elbette üç büyük kentte başarısızlığın faturasını yerel yönetimlere kesmek için onların elini kolunu bağlamak istiyorlar. Ancak attıkları her adım tepkileri büyütüyor, tepki ortaya çıktıkça daha da panikleyip devam ediyorlar. Bayağı bir panik sarmalına girdi hükümet.
Dünkü görüntüler için "dönüm noktalarından biri" yorumları yapıldı. Sadece düne bakarak değil ama sürecin tamamı için konuşursak yaşananların iktidara bir faturası olacağını mı, yoksa Erdoğan'ın "medeni dünyanın" tamamının içine düştüğü durum nedeniyle de bu süreçten fayda sağlayacağını mı düşünmeliyiz?
Gerçek alternatif güçleninceye kadar bu sorunun net bir yanıtı olamayacağı gibi fazla önemi de yok. İktidar ciddi yara aldı. İnsanların sesi çıkmıyor, belki çıkamıyor ama bu süreçte birkaç kritik başlıkta toplumsal algıda bir kanaat oluştu. Bir kere emekçilerin bu düzende tamamen savunmasız olduğu görüldü. Sonra umreye gidenlerin salgının yayılmasında özel bir rol oynadığını herkes biliyor. "Acaba tabanımız ne der" kaygısıyla izin verdiler salgının yayılmasına. Bunu herkes biliyor, kendileri de. Yönetmediler, yönetmek istemediler. İşte sokağa çıkma konusu. Sonra hâlâ bu işlere yandaş patronlara ne ekmek çıkar diye bakıldığı düşüncesi. Bunlar yerleşti, AKP destekçilerinde bile. Kolonya dağıtarak bunu tersine çevirmek çok zor. Öte yandan hep söylediğimiz gibi ortada sistem sorunu var. ABD’de durum daha iyi değil örneğin.
‘Komünizmin ayak sesleri duyuluyor’
"Medeni dünya" dedik ama aslında bir ironi var tabii... Medeni derken, bildiğimiz emperyalist merkezlerden bahsediyoruz. Tartışmaları takip ediyorsunuzdur, kimileri kapitalizmin sonuna gelindiğini, kimileri hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını söylüyor; devrim bekleyenler bile var... Ne dersiniz: Koronavirüs sosyalizmin kapısını açar mı?
Sosyalizmin, daha doğrusu komünizmin ayak sesleri duyuluyor. Bir ihtiyaç olarak… Doğa komünizmi çağırıyor, insanlık komünizmi çağırıyor. Bu siyasal alana yansıyacaktır elbette. Ancak kapitalizmin kendi kendine sonu gelmez. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak tezi bu açıdan ya kaderciliğe ya da korku-dehşet tablosuna evrilir. Mücadele etmeden bu dünya değişmez. Bu dünyanın değişmesi gerektiği fikrine koronavirüs büyük bir yardımda bulundu. Trajik bir durum bu ama evet kapitalizmin ne kadar berbat bir düzen olduğu genellikle böyle anlarda ortaya daha net çıkar. O kadar berbat bir düzen ki… İşsizlere, işini kaybedenlere kaynak aktarılsın diyoruz. Ücretli izin diyoruz. Bu aslında toplam kaynağa bakınca atla deve değil, hepsi mümkün. Ama nasıl mümkün? Sermayenin elindeki kaynaklara el koyarak mümkün. Bunu yapmadan nasıl olacak? Borçlanılacak ya da para basılacak! İkisi de son tahlilde halkın cebinden çıkar! Çünkü bu düzende sermayenin dokunulmazlığı var. Ne kadar büyük akılsızlıktır kapitalizm. Bir emekçi iktidarında, TKP’nin iktidarda olduğu bir düzende işsizlik olmayacak diyoruz, bir salgın hastalık sırasında tek bir kişi bile “ben ne olacağım” diye kaygılanmayacak diyoruz. Dahası salgınları çıkmadan önleyeceğiz diyoruz. "Bu mümkün değil" diyen düzen partilerine çağrımızdır. Gelsinler tartışalım.