Demokrasi ve Atılım (DEVA) Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendisini Türkiye Varlık Fonu Başkanı olarak atadığını bunun Cumhuriyet tarihinde bir ilk olduğunu belirtti. “Bir kararname ile ‘ben Cumhurbaşkanı olarak Recep Tayyip Erdoğan’ı Merkez Bankası Başkanı olarak görevlendirdim’ der ve geçer işin başına, kendi yapar. ‘İndir faizi yükselt faizi’ der. Kestirme bir çözüm” diye konuştu.
ANKA'ya konuşan Ali Babacan, Cumhurbaşkanı kararıyla İstanbul Sözleşmesi'nin feshedilmesine de değindi. Babacan, "İstanbul Sözleşmesi, kadına şiddet meselesi öyle sıradan bir konu değil. Böylesine önemli bir konuda, meseleyi daha köklü bir çözüme ulaştıracakken, meselenin daha köklü bir şekilde çözülmesi için yeni yasal düzenlemeler gerekirken belki yeni Uluslararası anlaşmalar gerekirken mevcudu yok etmek, mevcudu yürürlükten kaldırmak gerçekten büyük bir akıl tutulması" şeklinde konuştu.
"Kendisini atasın"
Ağbal'ın görevden alınması kararını istikrarsızlık olarak değerlendiren Babacan, şunları söyledi:
Bu kadar hızlı bir şekilde Merkez Bankası Başkanlarını değiştirmek açıkçası büyük bir istikrarsızlık kaynağıdır. Kötü yönetimdir. Aslında Sayın Erdoğan’ın yapacağı kestirme bir çözüm var. Niye bu kadar uğraşıyor bu işlerle bilmiyorum. Biliyorsunuz Cumhuriyet tarihinde ilk defa bir Cumhurbaşkanı kendisini bir göreve atadı. Cumhurbaşkanı, ilk defa kendisini Varlık Fonu’nun Başkanı olarak görevlendirdi. Aslında benzer bir şeyi Merkez Bankası için de yapabilir. Hiç uğraşmasın böyle, o insanlara da yazık. Diyebilir ki bir kararname ile, ‘ben Cumhurbaşkanı olarak Recep Tayyip Erdoğan’ı Merkez Bankası Başkanı olarak görevlendirdim’ der ve geçer işin başına, kendi yapar. ‘İndir faizi yükselt faizi’ der. Kestirme bir çözüm biz buradan önerelim kendisine, yoksa bu insanlara da yazık. Yani koskoca kurum, bir ülkenin ekonomi yönetimindeki en itibarlı olması gereken kurum, adeta şamar oğlanına çevrilmiş durumda. Yani bu şekilde bir yönetimden ekonomide istikrar çıkmaz. Ekonomide güven tesis edilemez.
"Akıl tutulması"
“Benim hükümette olduğum dönemin önemli bir bölümü Türkiye’nin özgüveninin yüksek olduğu, Türkiye’nin refah seviyesinin tarihi yüksek seviyelere ulaştığı ve pek çok konuda köklü çözüm üretildiği bir dönemdi. Ve o dönemde elde edilen bütün başarılara katkı sunmaktan ben hep gurur duydum. Ancak, şu anda Türkiye öyle bir hale geldi ki her anlamda geriye gidiyor. Her anlamda bant geriye sarılıyor, ülke 1990’lı yıllara dönmüş durumda. Hükümet ülkenin sorunlarını çözemediği için sürekli olarak düşman üretme gibi bir dürtüsü var. Haftanın düşmanı panosu var. Her hafta dikkat edin bir konu gündeme geliyor. Ve bu konu tartışılan konu oluyor. Propaganda makinesi ile bu konuyu genişletiyorlar. Ve ülkenin gerçek gündemini yani işsizliği, yoksulluğu ve hayat pahalılığını örtmek için bu gündem maddelerini kullanıyorlar. Ancak bu İstanbul Sözleşmesi, kadına şiddet meselesi öyle sıradan bir konu değil. Böylesine önemli bir konuda, meseleyi daha köklü bir çözüme ulaştıracakken, meselenin daha köklü bir şekilde çözülmesi için yeni yasal düzenlemeler gerekirken belki yeni Uluslararası anlaşmalar gerekirken mevcudu yok etmek, mevcudu yürürlükten kaldırmak gerçekten büyük bir akıl tutulması. Biz bunu büyük bir esefle karşıladık. Meclis’ten geçen bir yasanın Meclis’ten geçen uluslararası sözleşmenin iptalini yine, ancak aynı erkle yasama erkiyle, Meclis tarafından yapılması gerekir. 550 kişilik, 600 kişilik Meclis’ten oylanarak geçen, madde madde görüşülen bir Uluslararası Sözleşme’nin tek bir kişinin imzasıyla ortadan kaldırılması büyük bir Anayasa ihlali, büyük bir hukuk ihlali; bununla da mutlaka sonuna kadar mücadele etmek zorundayız.
Babacan, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay'ın İstanbul Sözleşmesi hakkında yaptığı açıklamalara ilişkin de şu değerlendirmeyi yaptı:
Bu evrenselliği görmezden gelip, çok temel bir insan hakkını kadın hakkını Türkiye’de yerele göre farklı değerlendirmek, çağdışı bir değerlendirmedir. Biz buna kesinlikle katılmıyoruz. Mesele kadına şiddetse, bunun böyle yereli olmaz. Bunun kültürden kültüre değişen bir değerlendirmesi olamaz. Buna kırmızı çizgi ile bakmak lazım. Kadına şiddete ve aile içi şiddete hep beraber, topyekun sapasağlam bir duruş ortaya koymak lazım.