BirGün'de köşe yazarlığına geri dönen, 15 Kasım'da meslekteki 45. yılına giriş yaptığını belirten gazeteci Ayşenur Arslan, '"Kendimi tekrarlıyorum' duygusuna kapıldığım için ara verdiğim yazılarıma dönüyorum. En azından medyanın geldiği “yeri” not düşmek için... Medya üzerinden toplumsal dönüşümü anlayıp GÖREVLERİMİZİ hatırlamak / hatırlatmak için." dedi.
Ayşenur Arslan'ın yazısının tamamı:
Erdoğan'ın mor kravatı
Türkiye’de genellikle “tek adam” ya da “tek adam rejimi” tanımı kullanılıyor. Oysa Batı’da artık bir tanım, giderek daha ağırlıklı biçimde öne çıkıyor: OTOKRAT!
Sözlük, otokrat için “siyasal erki tek başına elinde bulunduran kişi” diyor.
Siyasal erkin tek başına elde bulundurulması ne anlama gelir? Bu, bir kişiyi / rejimi diktatörlükle anmamıza yeter mi?
Öyle ya! Erdoğan seçimle gelmedi mi işbaşına! Sandıktan çıkıp Saray’a gitmedi mi?
Sandık demokrasisinden yola çıkıp otokratlığa, diktatörlüğe varılır mı?
Sözü burada, AKP/FETÖ kumpasının öğüttüğü değerli isimlerden birine, iki yıl önce kaybettiğimiz Mümtaz İdil’e bırakacağım.
Darbe/diktatörlük/faşist rejim klişelerini bir kenara koyup bugünün Türkiyesi’ne ışık tutsun:
“Fransız devrimci Auguste Blanqui’nin ‘diktatörlük’ üzerine yürüttüğü savlar, tarihin akışı içerisinde büyük oranda doğru çıktı. Diktatörlük için büyük halk kitlelerinin yolu açmasına gerek kalmadan, karşı devrim yasalarıyla yolun açılabileceği tehlikesi vardı ve Blanqui’nin tedirginliği buradan kaynaklanıyordu. Elbette Marks ve Engels’in de.
Günümüze uyguladığımızda, anayasa veya yasaların değişikliği için önümüze sürülen her referandum oylaması, Blanqui’nin söylediği ‘küçük gruplarla yapılan darbeler’ niteliğindedir ve kaçınılmaz olarak içinde tek adamlık yönetimini barındırır. Diktatör denince insanların küfür yemiş gibi sinirlenmeleri de anlamsız aslında, tek adam yönetimi dendiğinde zaten akla gelen sıfat diktatörlüktür, başkanlık değil.
Üstelik, Blanqui ve onun peşinden giden kuramcıların diktatörlük konusunda net bir tanımları da yoktu. Diktatörlük söz konusu olduğunda, yönetim sistemi de kendiliğinden çöküyor ve tek elden bir keyfi yönetim egemen oluyordu. Hiçbir şekilde koşullar değişmiyor, tüm anayasal ve yasal haklar bir kişinin dudakları arasında sonsuza kadar kilitleniyordu.”
***
O tek adam/otokrat/diktatör sonsuz yetkilere sahip olabilir. Ancak en güçlüsünün bile destekçilere ihtiyacı vardır. Yani, tarihsel gelişimine bakarak söylersek; dalkavuklara, tellallara, danışmanlara, gazetecilere.
Kral 8. Henry bile, hatırlayın, dönemin en ünlü ve saygın ismi Thomas More’u yanına alabilmek için ne diller dökmüştü. More, “başına” gelecekleri bildiği için önce direnmiş ama sonunda kabul etmiş... Ardından ilk büyük anlamazlıkta -KRALA İTAATSİZLİK gerekçesiyle- sahiden de “başından” olmuştu.
Kimileri, başı uğruna krala karşı çıkar. Kimileri, ikbal uğruna sistemin yollarına güller döker. Otokratın / diktatörün hegemonyasına bayraktar olur. Topluma masallar anlatarak sarayı / kaleyi korur.
***
İleride güler miyiz, bilmiyorum. Ancak, medya bu bahsin en renkli ama aynı zamanda en acıklı fotoğrafını veriyor.
O fotoğraftakiler göz göre göre yalana ortak oluyor. Örneğin Erdoğan’ın ABD gezisinden bir başarı hikâyesi çıkartmak için, ortada gerçeğe dair tek bir iz / ipucu bırakmıyor.
“Trump, Erdoğan’ın gösterdiği videoyu izleyip pek etkilendi, YPG’nin içyüzünü anladı” diye yazıyorlar mesela! Ama Trump’ın o videoyu izledikten sonra basın toplantısında neredeyse Mazlum Kobani ile Erdoğan’ı eşitleyen sözlerini, YPG’den “dost/müttefik” diye söz etmesini yok sayıyorlar.
Siyasal körlük böyle bir şey elbette. Görmez, göremezsiniz. Görseniz de gördüklerinizi zihninizden ve dudaklarınızdan esirgersiniz. Bir harabenin önünde, tek bir tuğladan masal yaratırsınız.
Hiç kolay değil elbette.
Hele, Erdoğan Türkiyesi’nin son görevlilerinden Ahmet Hakan’ın üstlendiği rol, yaptığı şey hiç mi hiç kolay değil.
ABD dönüşü yazdıkları ortada: İpler kopmamış. Sorun(lar) zamana yayılmış.
Bir de ABD - Trump Türkiye’yi - Erdoğan’ı pek seviyormuş:
“Trump çabuk sıkılan biri... Konuşmalar uzayınca havalara bakar, sıkıldığını belli eder... Erdoğan ne kadar uzun konuşsa da... Trump’ın dikkatinin bir an olsun dağılmadığı gözlerden kaçmadı.
Erdoğan’ın konvoyu için ABD başkentinde bütün yollar kesilmişti... Bilenlere sordum: “Her lider için yolları keserler mi?”. Cevap geldi: “Sadece önem verdikleri ülkelerin liderleri için keserler, onların sayısı da beşi geçmez”.
***
Bu haftalık köşemin sonuna geldim!
Ama başlıktaki meseleyi yazmadan olmaz!
Aralarında Yeni Şafak gazetesi, tvnet televizyonu gibi yayın organlarının da olduğu “Albayrak Medya Grubu”nun bir sitesinde yayımlanan “analiz” sosyal medyada yayılıverdi.
Bir “uzman” Beyaz Saray’daki görüntülere bakarak beden dilini çözmüş ve cümle aleme duyurmuştu:
“Cumhurbaşkanı (Erdoğan) son derece konuya ve bulunduğu yere hakim. Yüz ve vücut hareketleri birbirini destekliyor. Bedeninin rahat konumda olması kadar yüzünde de tebessümle yaklaşması, bulunduğu ortamdaki özgüveni gösteriyor. Trump bu rahat duruş karşısında tedirgin. Yukarıdan bakmaya çalışması ve az göz iletişimi kurması ise; mesafesini ve sınırlarını belirlemeye çalıştığını gösteriyor.”
Ve mor kravatın sırrı!
Erdoğan, özgüvenli / tuttuğunu kopartmış bir liderin fotoğrafını meğer o kravatla aleme ilan etmiş:
“Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kravatında tercih ettiği mor rengin tarihte bilinen anlamı bilgi, asalet ve zenginliktir.”