Amor, Türkiye’de son aylarda süregelen Schengen vizesi tartışmasında kullanılan bazı söylemleri “yapmacık” bulduğunu ifade ederek, çözümün vize serbestisinde olduğunu; halkın neden hala serbestinin sağlanamadığını hükümete sorması gerektiğini dile getirdi. Türkiye’nin vize serbestisi alması için gerekli 72 kıstastan sadece 6’sının kaldığını vurgulayan Sanchez, bu kıstasların neden yerine getirilmediğine dair bir açıklama istediklerini belirtti. Amor, TL'nin yaşadığı ciddi değer kaybından sonra birçok Türk vatandaşının Schengen almak için Euro ile beklenen garantileri de karşılayamadığını ifade etti.
AP Türkiye Raportörü Amor "Bence Yunanistan hükümeti son aylarda çok sabırlı davrandı. Biz AB olarak tabii ki Yunanistan’ın duruşunu destekliyoruz. (...) Beklediğimiz şey, seçimi kim kazanırsa kazansın, hukukun üstünlüğü ve insan hakları konularında rota değişikliğine gidilmesi. Sayfayı çevirmenin, Gezi Parkı ve diğer olaylardan önce bildiğimiz Türkiye’ye dönmenin zamanı geldi" diye konuştu.
Türkiye ve Yunanistan arasında tırmanan krizde AB’nin kendi üye ülkesi Yunanistan’ı haklı bulduğunu savunan Amor, “Atina’nın çok sabırlı davrandığını” iddia etti.
2023 seçimlerinde kazanan kim olursa olsun Brüksel’in Türkiye’nin üyelik sürecini tekrar yürür hale getirmeye hazır olduğunu belirten AP Raportörü, kurulacak hükümetten bekleyecekleri şeyin Kopenhag Kriterleri’ne dönüş olduğunu dile getirdi.
Türkiye’nin Kopenhag Kriterleri’ne uyumlu hale gelmesi durumunda bile önüne Kıbrıs sorunu çıkacağı hatırlatıldığında ise Amor, AB’nin Ankara’nın mevcut olarak savunduğu iki devletli çözüme karşı olduğunu ve sadece Birleşmiş Milletler’de belirlenen çerçevede bir çözümü destekleyeceklerini bir kez daha dile getirdi. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin, Kıbrıs Cumhuriyeti olarak 2004’te adada kalıcı çözüm sağlanmadan AB’ye tam üye yapılmasının Türkiye’ye üyelik sürecinde bazı zorluklar yarattığını kabul eden Amor, ileride çözümün sağlanamaması durumunda Türkiye’nin AB’ye girdikten sonra üye olarak bir çözüm üzerinde çalışmasının da gündeme gelebileceğini belirtti.
AP Türkiye Raportörü Nacho Sanchez Amor’un T24’ün sorularına verdiği yanıtlar şöyle…
"Sürekli Türk yetkililere çağrı yapmaktan memnun değilim"
Avrupa Komisyonu’nun 2022 Türkiye Raporu gelecek ay yayımlanacak. Geçen seneki raporda demokratik kurumların ve insan haklarının gerilemesine vurgu vardı. Bu yılki raporun nasıl olacağını düşünüyorsunuz? Türkiye geçen seneye kıyasla geri adım attı mı?
Genelde olduğu gibi Avrupa Komisyonu raporunun ekim ayında yayımlanmasını bekliyoruz. Ondan sonra da biz (Avrupa Parlamentosu) çalışmalarımıza başlayacağız. Bu sene raporu hazırlarken Türkiye’nin gelecek haziran ayından önce seçime gideceğini dikkate almamız gerekiyor. AB’de biz geleneksel olarak raporlarımızı seçime çok yakın tarihlerde yayımlamıyoruz. Parlamento raporunu en geç şubat 2023’te sunulacak şekilde hızlı çalışarak hazırlamayı planlıyoruz.
İçeriğe gelirsek; geçen seneki raporda dediğiniz gibi insan haklarının ve hukukun üstünlüğünde ciddi bir gerileme olduğu belirtildi. Görünüşe göre bu sene çok fazla bir iyileşme kaydedilmedi. Sivil toplum kuruluşlarıyla sıkça görüşüyorum. Maalesef her gün insan hakları ve hukukun üstünlüğü konusunda çok üzücü haberler alıyoruz. Sürekli Türk yetkililere sadece yasal çerçeveyi değil, uygulamaları da Avrupa Birliği standartlarına getirme çağrısı yapmaktan memnun değilim. Çünkü biz gerçekten AB’ye üyelik müzakereleri yoluna girmek istiyoruz. İşleri farklı yürütecek siyasi isteğe ihtiyacımız var.
İnsan hakları ve hukukun üstünlüğü AB’ye üyelik sürecinin merkezinde yer alıyor. O yüzden tabii ki bu konuları çok iyi takip etmeliyiz. Rapor tabii dış politikadan iç politikaya birçok konuyu ele almak durumunda. Farklı alanlarda yüksek seviyede temaslarımızı sürdürüyoruz. Türk mevkidaşlarımız, AB’ye üyeliğin kalbinde Türkiye’nin onun değerlerine, prensiplerine ve standartlarına yaklaşımı olduğunu biliyor.
"AB, ticari veya askeri bir kuruluş değil; bir demokrasiler kulübü"
Anlanması gereken ilk şey şu; AB bir demokrasiler kulübü. Burası ticari veya askeri bir kuruluş değil. AB, ortak değerler ve ortak demokratik uygulamalar üzerine kuruludur. Bu sebeple kaçınılmaz olarak her raporda bu seviyeye göre ölçüm yapmamız gerekiyor.
"Bizim anlaşmamız herhangi bir hükümetle değil; Türkiye'yle"
Dediğiniz gibi 2023’te Türkiye seçime gidecek. Yeni kurulacak bir hükümet veya tekrar kazanması durumunda mevcut hükümetin politika değişikliğine gitmesi durumunda AB’nin donmuş durumda olan müzakereleri tekrar başlatmak için bir adım atacağını; hatta sürecin hızlı ilerlemesi için çaba sarf edeceğini düşünüyor musunuz?
Kesinlikle! Türk halkının seçimde kararı ne olursa olsun; Türkiye’de görevde olacak hükümetten beklentimiz müzakere sürecini tekrar yürür hale getirmek için siyasi isteği göstermesi ve gerekli uygulamaları yürürlüğe sokması. Bir hükümet değişikliği bekler halde değiliz. Bizim beklediğimiz şey, seçimi kim kazanırsa kazansın hukukun üstünlüğü ve insan hakları konularına yaklaşım konusunda rota değişikliğine gidilmesi. Sayfayı çevirmenin zamanı geldi; Gezi Parkı ve diğer olaylardan önce bildiğimiz Türkiye’ye; yüzyılın ilk yıllarında ortada olan iklime dönme zamanı geldi.
Bizim anlaşmamız devlet olarak Türkiye’yle; herhangi bir partiyle değil.
"Kıbrıs'taki çözüm, BM çerçevesiyle uyumlu olmalı"
Türkiye’nin Kopenhag Kriterleri’ne uygun politikalar izlemesi durumunda da gündeme tekrar gelecek konular var. Müzakere sürecinin ilk günlerine dönelim; 2004’ten bu yana Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Kıbrıs Cumhuriyeti olarak Avrupa Birliği’nde. Türkiye’nin müzakerelerinde kapanması gereken ek fasıl olarak Kıbrıs sorunu bulunuyor. Crans Montana’dan bu yana birleşme konusunda başarılı şekilde işleyen bir süreç yok. Kıbrıs’ın birleşmemesi ve iki devletli sistemin devam etmesi durumunda AB’nin bir planı var mı?
AB’nin planı, Birleşmiş Milletler’de belirlenen çerçeveyi takip etmek. Biz, bu sorunun çözümü için bir çerçevede anlaştık. Sorunun çözümünün iki taraf için de kolay olmadığının farkındayız. Türkiye’deki hassasiyetleri biliyoruz, Türkiye’nin duruşuna empati ile yaklaşmaya çalışıyoruz. Ama çerçeve, BM’de yarattığımıza uygun olmalı.
Şimdi Türk diplomasisi ‘iki devletli çözümü’ destekliyor. Bu, anlaşmaya varılan alanın dışında. Bu duruşla Türkiye, BM’nin belirlediği çerçevenin dışında duruyor. Türk diplomasisi ve hükümetine birlikte belirlediğimiz bu çerçevenin içine dönme çağrısı yapıyorum. Bunun ardından çerçeve kapsamında konuşmalar devam edebilir.
Bu duruma taraf herkesin biraz yorulmuş olabileceğinin farkındayım. Ancak, BM çerçevesinin çözümü getirecek yol olduğuna inanıyoruz.
Ancak BM çerçevesinde görüşmelere dönülse bile, Türkiye’nin AB üyelik müzakerelerin tekrar başlaması durumunda Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB üyesi olması nedeniyle elinin daha güçlü olacağını düşünmüyor musunuz?
Kıbrıs’ın AB’ye girmesinin ardından bu çerçevede çalışmaya devam ettik. Geçmişte bu sorun olmadı ve barış için fonksiyonel çalışmaları baltalamadı. Evet, çok fazla sonuç alamadık ama yaklaştığımız zamanlar oldu. Elde gerçekçi olarak sahip olduğumuz tek çerçeve bu…
Peki sizce adadaki sorunların çözülememesi durumunda Türkiye’nin AB üyeliği için kapatılması gereken ek Kıbrıs faslının yok sayılması mümkün mü? Gelecekte Türkiye’de hem Kopenhag Kriteleri’ne uyan, hem AB üyeliği isteyen hem de Kıbrıs’ta ‘çift devletli çözüm’ü de destekleyen bir hükümet olabilir. Kıbrıs Cumhuriyeti, adada birleşme sağlanmadan AB’ye tam üye olarak alındı…
Türkiye’nin Kıbrıs’ın üyeliğinden sonra üyelik süreci geçirmesinin kolay olmadığını anlıyorum. Ancak mevcut olarak tek çözümün diplomasi olduğunu düşünüyoruz. Konuşmaya devam etmek ve olasılıkları incelemek gerektiğini düşünüyoruz. AB içindeki üyeler arasında birçok mesele konuşarak çözüldü. AB’nin üyesi olan tüm ülkeler aynı zamanda egemen ülkeler. Gelecekte hem Türkiye, hem de Kıbrıs’ın AB üyesi olduğu bir şekilde de çözüm aranabilir.
"Mevcut Türk-Yunan gerilimi beni 3 sene önceye götürdü; endişeliyiz"
Yunanistan da Türkiye gibi bir seçim yılına giriyor. İki ülke arasında gerilimin tırmandığı günlerden geçiyoruz. Yunanistan AB üyesi, Türkiye ise aday ülke. Hem Yunanistan’ın Türk uçaklarına S-300’lerle radar kilidi atmasını, hem de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sert açıklamalarını göz önünde bulundurduğunuzda; Brüksel’in mevcut durum konusundaki duruşu nedir?
Çok endişeliyiz. Çünkü mevcut durumda özellikle Türkiye’nin açıklamaları bana üç yıl önceki gerilimi hatırlatıyor. Bu, büyük ihtimalle ilişkilerimizin en kötü seviyede olduğu dönemdi. Gerilimin düşürülmesi gerekiyor. Objektif olarak baktığımızda bu karmaşık bir konu. Karmaşık bir durumu daha da karmaşıklaştırmamak gerekiyor. Sorun NATO’nun danışmanlığıyla yapılan görüşmeler çerçevesinde ele alınmalı. Kısa süre önce Türkiye ve Yunanistan, NATO şemsiyesi altında görüşmeye başlamıştı.
"Gerilimin Türkiye'de iç politikada kazanç sağlamak için kullanılmasından korkuyoruz"
Korktuğumuz şey, özellikle Türkiye tarafında bu gerilimin iç politikada kazanç sağlamak için kullanılması; milliyetçi duyguların beslenmeye çalışması. Ancak bence bunun yapılmasının kimseye faydası olmaz. Biz siyasetçiler sadece bir sonraki seçimi ve günlük gündemin baskısını düşünerek hareket edemeyiz; gelecekte sağlanabilecek çözümler üzerine de düşünmeliyiz. Bu endişe verici; görünüşe göre Ege’de gerilimin tekrar yükselebileceği bir döneme giriyoruz. Tüm taraflara çağrım uluslararası hukuk ve diplomatik yollara bağlı kalmaları ve zaten gergin bir dönemde sert açıklamalara başvurmamaları. Uluslararası gerilimlerin iç siyasete malzeme edilmemesi gerekiyor.
Bence Yunanistan hükümeti son aylarda çok sabırlı davrandı. Biz AB olarak tabii ki Yunanistan’ın duruşunu destekliyoruz. Çünkü Türkiye’de algı ne olursa olsun Yunanistan uluslararası hukukun tanıdığı çerçeveden hiç çıkmadı. Bu yüzden tabii ki Yunanistan desteğimizi alacak.
Ancak Türkiye’nin, Yunan S-300’lerinin uçaklarına radar kilidi attığını söylemesi ciddi bir durum. Yunanistan, AB üyesi biri ülke; ama sizce de bu duruma tek taraflı yaklaşılması Türk halkının AB’ye daha mesafeli hissetmesine sebep olmaz mı?
Tekrar ediyorum: Yunan otoriteler çok sabırlı davrandı; çok, çok sabırlı davrandı. Atina her zaman temas kurmaya çalıştı. Bunu görmezden gelemeyiz. Tabii her ülke Türkiye’nin yaptığı gibi egemen gururunu korumalıdır, ama bu Yunanistan için de geçerli. Yunanistan sabırlı davranarak söylemlerini daha da sertleştirmemeye çalıştı. Hem tarih hem de zorunluluklar konusunda farklı yaklaşımlar, farklı görüşler olduğu açık. Dediğim gibi; bu sorunlar sadece diplomasi ve uluslararası hukuk çerçevesinde çözülebilir. Bu konuda vurgulamak istediğim tek şey bu.
"Türkler, neden vize serbestisi olmadığını hükümete sormalı..."
Türkiye’de son aylarda artan vize retleri konuşuluyor. schengenvisainfo.com’un verilerine göre Türkiye’den yapılan başvurulara ret oranları yüzde 20’ye dayandı. Aynı zamanda vize alan kişilere de çok kısa süreliğine Schengen verildiği şikayetleri var. Bunun gerekçesi nedir? AB, siyasi iklim ve Brüksel-Ankara ilişkilerinin mevcut durumu nedeniyle Türkiye’yi böyle mi cezalandırıyor?
Tabii ki hayır! Durumun böyle yorumlanabiliyor olması bizi şaşırtıyor. AB’nin Türk vatandaşlarına sıkıntı çıkarmak için ortak bir anlaşmaya vardığını düşünmek hayal ürünüdür. Türkiye’de de tüm dünyada olduğu gibi Covid’le geçen iki yılın ardından insanlar hareket etmek istiyor. Bu yüzden her yerde başvurular arttı. Bu sebeple de durumu yönetmek zorlaşıyor.
Söylemem gereken diğer şey de vizeyi verip vermemek başvurulan üye ülkenin kararı olduğu. Vize başvurusunu gireceğiniz ilk AB ülkesine yaparsınız ve sonra Schengen bölgesi içinde özgürce hareket edebilirsiniz. Vize işlemini başvuruyu yaptığınız ülke yapar. Bu yüzden tüm AB’nin ortak bir tutumundan söz etmek zor. Her ülkenin elindeki imkanlara, araçlara ve servislere bağlı bu durum.
Biz TL'nin değer kaybetmesinden de sorumlu tutulamayız. Sorunlardan biri de bu. Schengen vizesi başvurusu yaptığınız ülkeye yeterli ekonomik araçlarınız olduğunun garantisini sunmanız gerekiyor. Bu garantiler Euro veya dolar olarak istendiği için Türk Lirası’nın değer kaybından sonra birçok vatandaş başvurmak için gerekli bu imkanlara sahip değil. İki ana sebep bu. Ama kesinlikle hiçbir üyenin böyle bir politikası olmadığını düşünüyorum. AB’nin de bilinçli olarak uyguladığı böyle bir politikası yok; çünkü vizeyi biz değil, ülkeler veriyor.
Peki neden çözümden söz etmiyoruz? Çözüm vize serbestisi. Türk otoritelere ne oldu? 6 kıstası yerine getirmeyi kabul ettiler. 2016’da imzaladığımız göç anlaşmasında şu madde vardı:
"Tüm beklentilerin karşılanması kaydıyla, (..) Bu amaçla Türkiye, Komisyonun yükümlülüklerin yerine getirilmesi ile ilgili gerekli değerlendirmesinin ardından, Avrupa Parlamentosu ve AB Konseyinin verecekleri nihai karara temel teşkil edecek uygun öneriyi (...) sunmasını sağlamak üzere, kalan yükümlülükleri yerine getirmek için gerekli adımları atacaktır"*
2016'da AB ve Türkiye zirve bildirisinde kıstaslar tekrar gündeme gelmişti.
"Kıstaslar neden yerine getirilmedi? Açıklama istiyoruz..."
Bu göç anlaşmasında açıkça yazıyor. Türkiye, ‘Mart 2016’da göç anlaşmasında vize serbestisi garantisi verdiniz’ dediğinde şaşırıyorum. Tabii ki verdik, açıkça yazıyor. Ama neden tam metni dile getirmiyorsunuz. Attığımız imzada 6 kıstasa uyulması gerektiği yazıyor. Bu kolay değil; ele alınması gereken bazı hassas konular olduğunu anlıyorum. Fakat biz, AB ile vize serbestisi isteyen ülkelerin Europol, veri koruması, özgür geçiş kuralları vb. uymasını şart koşuyoruz. Neden 2013’te ve 2016’da tekrar taahhüt verilmesinin ardından Türkiye hükümeti bu 6 kıstastan tek birini bile yerine getirmedi? Bir açıklama istiyoruz. Vize sorunu yaşadığı için şikayetçi olan Türk vatandaşlarının kendi hükümetlerine birden fazla kez uymaya taahhüt ettikleri 6 kıstasa neden uymadıklarını sorması gerekiyor. Çünkü vize serbestimiz olsaydı konsolosluk sistemlerine başvurmanız gerekmez, bir kanıt sunmanız gerekmezdi. Vize için haftalarca beklemenin rahatsız edici olduğunu anlıyorum. Neden Türkiye’de “neden bizim vize serbestimiz yok?” diye tartışılmıyor? Cevabım açık: Çünkü Türk yetkililer taahhüt ettikleri kıstaslara uymadı.
En yenisi olan Ukrayna dahil olmak üzere tüm AB aday ülkelerinin vize serbestisi var. Türkiye dışında bütün aday ülkelerin bu kıstaslara uyduğunu mu anlamalıyız? Eğer göç anlaşmasından söz ediyorsak, bu Türkiye’nin başka bir standarda tabi tutulduğunu göstermez mi?
Hayır, nedeni de açıkça şu: Kıstasların yerine getirilmiyor olması 2016’daki göç anlaşmasından önce de geçerliydi. Bu konunun kökeni ondan önceye dayanıyor. Göç anlaşması sadece iki tarafın ortak taahhütlerini hatırlatıyordu: “Kıstaslara uyarsan, vize serbestisi için Konsey’e teklif sunarım”. Bu Komisyon’un taahüttüydü. Eğer Türkiye uysaydı, parlamento olarak birçok ülke için yaptığımızı Türkiye için yapmaya da hazırdık. O yüzden mevcut vize tartışmasında biraz yapmacıklık olduğunu düşünüyorum.
Diğer ülkeler gibi kalıcı bir çözüm bulalım. Kıstaslar göç anlaşmasından önce de biliniyordu; göç anlaşmasıyla alakası yok durumun. İmzalar atılmadan önce kağıda dökülmüştü. Göç anlaşması sadece kıstasların karşılanmadığını hatırlattı.
Kıstasların tamamı 70 küsür taneydi; geriye sadece 6 tane kalmıştı. Türkiye geriye kalan 60 küsürüne uyuyordu. O yüzden bu yolda devam edilmelidir. Çünkü mevcut sorunun gerçek çözümü budur.