İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener partisinin grup toplantısında gündemi değerlendirdi.
Akşener konuşması öncesi İYİ Parti’den istifa eden ve bugün yeniden İYİ Parti’ye katılan Adana Milletvekili İsmail Koncuk'a rozetini taktı.
Akşener'in satırbaşları şöyle:
Geçtiğimiz hafta sporun basketten, voleybola birçok branşından alınan başarılarla milletçe gururlandığımız bir hafta oldu. Bu muhteşem sonuçlarda emeği geçen tüm sporcularımızı, teknik ekibi ve yönetim kadrolarımızı yürekten kutluyorum. Yalnız bu başarılardan birinin farklı bir anlam ve önemi var. Brezilya'da gerçekleşen 24. İşitme Engelliler Olimpiyatları'nda ülkemizi temsil eden milli sporcularımız 8 altın, 19 gümüş, 17 de bronz madalya aldılar. 73 ülke arasında 3'üncü oldular. Tüm sporcularımızı ayrıca kutluyor, başarılarının devamını diliyorum.
Bu haftaya maalesef acı bir haber ile başladık. Devam eden Pençe Kilit Operasyonu'nda beş evladımızı şehit verdik. Şehitlerimize Allah'tan rahmet diliyorum. Allah milletimizin güvenliği ve esenliği için göğsünü siper eden tüm mehmetçiğimizi her türlü kötülükten saklasın.
Siyasette Abdülhamid tartışması
Geçtiğimiz hafta sonundan beri sayın Erdoğan ve arkadaşlarını Abdülhamid Han üzerinden bir yaygara tufanı almış gidiyor. Hakaretlerin, öfke nöbetlerinin, nefret şovlarının biri bin para. Oysa dillere destan şanlı tarihimize sahip çıkmanın da, tarihimizden ilham alarak yol yürümenin de tarihe atıf yaparak siyaset dersi vermenin de yolu ilk önce tarihi öğrenmekten geçer. Ama tarih 'Keşke Yunan galip gelseydi' diyen meczup feslilerin hezeyanlarından öğrenilmez. Yalan, yanlış danışman notlarından da öğrenilmez. Dizi sahnelerinden, çizgi romanlardan hiç öğrenilmez. Tarih, okuyarak araştırarak öğrenilir. İşte bu yüzden sayın Erdoğan tarihi bir türlü öğrenemiyor çünkü kendisi okumayı hiç sevmiyor. Eline tutuşturulan notlardan ötesini görmüyor. Unuttuğu bir şey var biz tarihe onun gibi kişiler üzerinden bakmıyoruz. Biz tarihe onun gibi kavgalar üzerinden de bakmıyoruz. Biz tarihe değerler, sistemler ve sonuçlar üzerinden bakıyoruz. Çünkü biz Abdülhamid Han ile değil o günün şartlarındaki demokrasi rüzgarıyla ilgileniyoruz. Tarihin her döneminde milletimizin istibdata karşı koyduğu tavırla ilgileniyoruz. Tekleşmeye, tek adamlığa giden her yolu azimle keşmiş olan milli irade ile ilgileniyoruz. Sayın Erdoğan nedense istibdat dönemiyle günümüz arasındaki benzerlikleri dile getirmemden çok rahatsız oldu. Abdülhamid Han'ı kendisine benzetmemi bir hakaret olarak algıladı. Yani sayın Erdoğan'ı Abdülhamid'e benzetmek rahmetliye hakaretmiş.
Sayın Erdoğan için rehber kabul ettiği, rol model aldığı ama nasıl vefat ettiğini bile bilmediği Abdülhamid Han'ı kendisine benzetmek büyük bir hakaretmiş. Yani biz aslında istibdata karşı koyan o ruhtan bahsederken değil sayın Erdoğan'a benzetirken Abdülhamid Han'a hakaret etmişiz. En azından kendisinin farkında bu da bir şeydir.
İstibdat bir olgudur bu inkar edilemez. Ancak görüyoruz ki sayın Erdoğan için istibdatın kendisi değil istibdata kimin maruz kaldığı ve istibdatı kimin uyguladığı daha önemli. Kendi uyguladığı istibdatı umursamaz ama kendi maruz kaldığı zaman avaz avaz bağırır. Halbuki istibdat göreceli değildir ya vardır ya da yoktur. Ya karşısındadır ya da yanındasındır. Eğer istibdata karşıysan söz Abdülhamid Han'a gelir. 1912'deki sopalı seçimlere de 1946'daki sandık baskısına da, askeri vesayete de karşı olursun, 27 Mayıs darbesine de, 12 Mart'a da 12 Eylül'e de 1909'daki darbe teşebbüsüne de karşı durursun 15 Temmuz 2016'dakine de. Yassıada Mahkemeleri'ndeki adaletsizliğe de isyan edersin, tweet atan gençlerin Silivri'ye yollanmasına da. 28 Şubat ile de mücadele edersin sayın Erdoğan'ın partili istibdat rejimiyle de. Eğer istibdata karşıysan hadi Atatürk'e zaten yabancısın ama en azından Namık Kemal'i, Ziya Gökalp'i bilmen gerekir.
Siyaset tutarlılık ister ama sen ve ortakların bilmezseniz, hatırlamazsanız, unutursanız hem de üstüne çıkıp onlara 'kanı bozuklar' derseniz bu sadece tutarsızlık olmaz en hafif tabiriyle vefasızlık, vicdansızlık, terbiyesizlik olur.
Sayın Erdoğan için bunların hiçbir önemi olmadığını zaten biliyoruz. Sayın Erdoğan için tarihimizin, ecdadımızın sadece kendi iktidarını korumaya hizmet ettiği sürece değerli olduğunu da biliyoruz. Artık apaçık ortada olan beceriksizliğini, işbilmezliğini, manevi değerlerimizin ardına sığınarak saklamaya çalıştığını da görüyoruz. Çünkü bu bir zihniyet meselesi. Gün gelir o tarih döner dolaşır yakana yapışır ve bütün cahilliğin ortaya saçılır. Tazmanya canavarı edasıyla attığı hamasi tratlarını gülerek izliyoruz çünkü biz biliyoruz ki çok az kaldı. Haddi kim bilecekmiş, milletimizin tokadını kim yiyecekmiş çok az kaldı.
Milletin adamı diye milletin omuzlarında geldin istibdatın adamı olarak milletin iradesi ile gidiyorsun. O nedenle kendini parçalasan da bizler, aynı bizler öncekiler gibi istibdata dur demeye devam edeceğiz. Kahrolsun İstibdat Yaşasın Hürriyet diyeceğiz. Adalet diyeceğiz. Kötüler gidecek, iyiler kazanacak.
İsveç ve Finlandiya'nın NATO başvurusu
Ukrayna'da dört aydır süren işgal şimdiye kadar NATO üyesi olmayan İsveç ve Finlandiya'yı da harekete geçirdi. Her ülkede Rusya'ya karşı caydırıcılık elde etmek için NATO üyeliğine başvurdular. Bu talebin kabul görmesi için mevcut üyelerin oy birliğine yani Türkiye'nin de onayına ihtiyaçları var. Yalnız burada unutmamız gereken bir şey var. Ülkemizin şimdiye kadar Batılı ülkelere gösterdiği iyi niyet defalarca su istimal edildi. Mesela Yunanistan'ın NATO üyeliği için verdiğimiz onay Ege Adaları'nın silahlandırılmasıyla sonuçlandı. Mesela; Sovyet Rusya ve Yugoslavya’dan kopan ülkelerin, NATO’ya girmesi için verdiğimiz destek; Pkk’ya yardıma dönüştü. Mesela; Kore’de, Bosna’da, Afganistan’da, Türk askerinin verdiği mücadele, müttefik bildiğimiz ülkelerin, FETÖ’ye kol kanat germeleri ile son buldu.
Bugün Türkiye'den İsveç ve Finlandiya'nın üyeliği için iyi niyet bekleyenlerin ilk önce kendi niyetlerini sorgulamak gerekiyor. İYİ Parti olarak bu kararın milli menfaatlerimiz göz edilerek verilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Birincisi Avrupa'daki PKK varlığını sonlandırmak ve terör örgütünün Avrupa yapılanmasını çökertmek. İkincisi Çarlık rüyaları gören Putin'in saldırgan Rusya'sına karşı Avrupa güvenliğini güçlendirmek.
Bizim anlayışımıza göre; Bunlar birbiriyle çelişen hedefler değildir. Çünkü; Ukrayna topraklarının işgalinin, daha ilk günlerinde, pkk terör örgütünün yaptığı, Putin’in işgal tezlerini destekleyen açıklamalar; Yıllarca, Avrupa ülkelerinde, kendine güvenli sığınak bulan, terör örgütünün, Avrupa’nın, Soğuk Savaş’tan sonra yaşadığı, en büyük güvenlik krizinde, Putin’in, yardakçılığına soyunduğunu gösterdi. Eğer İsveç ve Finlandiya, Rusya tehdidini ciddiye alıyor, ve kendilerini korumak için, NATO’ya üye olmak istiyorlarsa; Öncelikli olarak, kendilerini kullanan, ve ilk fırsatta, sırtlarından bıçaklayacak olan pkk’ya karşı, gerekli tepkiyi göstermeli, ve terör örgütünü, topraklarından çıkartmalıdır.
Ayrıca; Bunu sadece, İsveç ve Finlandiya değil, Batı güvenlik mimarisinin geleceğini önemseyen; Almanya, İngiltere ve Fransa gibi ülkeler de yapmalı, içlerindeki Putin uzantılarından, derhal kurtulmalıdır. Demokrasi, Putin’in çarlık rüyalarının propagandasını yapma özgürlüğü demek değildir. Avrupa da, terör örgütlerinin, gündemlerini ve ajandalarını, sınırsız bir pragmatizm ile, takip edecekleri bir coğrafya olamaz. İşte biz, bu nedenle; pkk’nın Putin yanlısı tutumunu, Türkiye ile diğer NATO ülkeleri arasında, ortak zemin oluşumu için, bir fırsat olarak görüyoruz. Bu fırsat, ülkemizin her iki millî çıkar hedefine; Yani, pkk’yı Avrupa’dan söküp atma, ve Avrupa güvenliğini güçlendirme çabasına katkı sunacaktır. Ancak bunu sadece; devlet ciddiyetine yakışan, etkin bir diplomasi ile başarabiliriz. Şu aşamada olması gereken, “sessiz bir diplomasi” yürütmek ve ortak tehditleri vurgulamaktır. Ancak gelin görün ki; Maalesef Sayın Erdoğan, bunun tam tersini yapıyor. Ve her zaman olduğu gibi, Yine dış politikayı, bir iç politika şovuna dönüştürmeye çalışıyor. Aslında, biz Bay Kriz’in siciline baktığımız zaman, bu tip tribüne oynayışların, milletimiz için, pek hayırlı sonuçlanmadığını görüyoruz. Çok değil, daha geçtiğimiz sene; Millî Savunma Bakanı, Birleşik Arap Emirlikleri’nin, pkk’ya verdiği destekten bahsediyordu. İçişleri Bakanı, 15 Temmuz darbe girişiminin arkasında, Birleşik Arap Emirlikleri’nin olduğunu iddia ediyordu. Sayın Erdoğan’da bu doğrultuda; Mısır’a, İsrail’e ve Suudi Arabistan’a, en üst perdeden konuşuyordu. Peki bu efelenmelerin, iç politikadaki siyasi hesaplarla yapılan şovların, sonucunda ne oldu?
Sayın Erdoğan’ı, Körfez ülkelerinin liderleriyle, fevkalade neşeli pozlar verip, para konuşurken bulduk. Hatta bu arkadaşımız en son, yaşananları, söylenenleri, “aile içi gürültü, patırtı” diyecek kadar küçümsedi. Her şey bir anda unutuluverdi… Nitekim, öyle bir unutuldu ki; Cehaletine yenik düşmeleriyle meşhur, grup başkanvekillerini bile; Yanlışlıkla, Birleşik Arap Emirlikleri’nin gerçeğini hatırlattığı için harcadılar.
Bak, Sayın Erdoğan; pkk; elinde Mehmetçiklerimizin, çocuklarımızın, evlatlarımızın kanı olan, hain ve alçak bir terör örgütüdür. Eğer amacın, bu terör örgütünü Avrupa’dan tasfiye etmekse, bunu yapmanın, yolu da, yordamı da bellidir. Biz de yanında dururuz. Ama yook… Eğer amacın, tansiyonu yükseltip, yine bir para pazarlığına oturmak, ve elini yüksekten açmaksa; İşte orada, sana “dur” demek, bizim boynumuzun borcudur! Avrupa ülkeleriyle para pazarlığı yapmak için, şehitlerimizin kanını peşkeş çekmene, müsaade etmeyiz! Yandaşlarını daha fazla semirtmek için; Türk devletinin itibarını, ayaklar altına almana, müsaade etmeyiz! Çapsız danışmanlarına, 12’inci maaşlarını bağlamak için; Türk Milleti’nin onurunu ezdirmene, müsaade etmeyiz!
'Tarım bir milli güvenlik sorunudur'
Bana AK Parti iktidarının en büyük başarısızlıklarını sorsanız hiç kuşkusuz ilk üçe mutlaka tarımı da koyarım. Tarım bir milli güvenlik sorunudur diyoruz ama bu arkadaşlar bizi ısrarla duymamaya devam ediyor.
Ne kadar yangın uçağımız olduğunu bile bilmeyen, kepeği, ekilerek yetiştirilen bir ürün zanneden birini, tuttular, ülkenin en stratejik alanlarından birine, bakan yaptılar. “Çok kuyruk oluyordu, o yüzden fiyatları arttırdık.” diyen bir densizi, Et ve Süt Kurumu’na, Genel Müdür yaptılar. Sonuçta ne oldu? Ülkemizde çiğ süt fiyatları, 2018 yılında, Avrupa Birliği ülkelerine göre, yüzde 18 daha ucuzken; Bugün, yüzde 10 daha pahalı hâle geldi. Üstelik onların alım gücü, bizim 4 katımız olmasına rağmen… Peki bunlar neden oldu? Çünkü her şeye kulağını tıkayan, saraydan dışarı adımını atmayan, atamayan, korkudan milletin, çiftçinin, hayvancının arasına karışamayanlar; Kesime giden inekleri, düveleri ve hayvanlarının arkasında ağlayan yetiştiricileri, duymazdan, görmezden, bilmezden geldiler.
İşte o nedenle bugün, Milletin Kürsüsü’nde, Çiftçilik ve hayvancılık yapan bir kardeşimizi ağırlıyoruz. Çiftçinin, yetiştiricinin derdini, bizzat kendisinden dinleyeceğiz.
Bay Kriz ve arkadaşları berbat tarım ve ekonomi politikalarının sayesinde 6 liralık mazotu 3.5, 4 katına, 2 bin 500 liralık gübre fiyatını da 4-5 katına fırlattılar. Çiftçi için suyu, elektriği kullanamaz hale getirdiler. Ulusal Süt Konseyi'ni süt üreticisinin başına bela ettiler. Hasat mevsimi geldi fiyat belli mi hayır. Uzun zamandır söylüyoruz sadece girdileri süsvanse ederseniz sadece günü kurtarırsınız. Mazotu, gübreyi ne kadar desteklerseniz destekleyin çiftçi ürünü hak ettiği fiyata satamazsa verdiğiniz desteklerin hiçbir anlamı kalmaz.
Her şeyden önce çiftçilerimizi ayağa kaldırmamız gerekiyor. İYİ Parti olarak ürünün hak ettiği fiyatı bulmasını sağlayacağız. Sonrada destekleri dünya ortalamalarının üzerine çekeceğiz. Çiftçilerimizin kullandığı mazot, gübre, elektrik, yem tohum gibi kalemlerde ortalama yüzde 20 oranında net ödemeler yapacağız.
Açıklanan geçici fiyat üzerinden yüzde 25 avans ödemesi yapılsın. Hasat bittikten bir ay sonra ise oluşan fiyat neyse o fiyattan ürün bedeli ödensin. Böylelikle üreticiden ürün alma imkanı doğar. Çiftçimizi, üreticimizi daha fazla perişan etmeyin.
'Göz göre göre ödemeler dengesi krizine doğru gidiyoruz'
Geçen hafta yabancı bir haber ajansında bir bankanın İngiltere Merkez Bankası'nda tuttuğu altınları değerinin altında sattığına dair bir haber çıktı. Biz elinde kalan son kıymetli varlıkları da adeta müflis bir tüccar gibi satıp bozduran bu kurumun Türkiye Merkez Bankası olduğuna inanmak istemiyoruz. Tek bir kişinin keyfine mahkum edilen bu sistemin maalesef artık bir alışkanlık haline getirdiği akıl ve bilim dışı kararlarla, gelip dayanacağı yer tam olarak burası.
Sayın Erdoğan, ışıltılı bakanın, emir eri Merkez Bankası başkanın ve bol maaşlı danışmanların korkularından sana anlatamıyorlar ama senin bu öngörüsüz politikaların ile göz göre göre ödemeler dengesi krizine doğru gidiyoruz.
Yokluk gerçeği
Çok acı bir gerçek var. O da yokluk. Esnaflarımızın dükkanında siftahı, işinde bereketi yok. Annelerimizin akşam evde ne pişireceğine dair fikri, çocuklarının geleceğine dair ümidi yok. Kayseri'de hiç unutamıyorum bir besici kardeşim 'mallarıma oruç tutmayı öğretiyorum' demişti. Emeklilerimizin geçinmeye dermanı, torununa hediye almaya parası yok. Öğretmenlerimizin ataması, gençlerimizin hayal kurmaya takati yok. İnsanlarımızın evinde huzuru, işinde bolluğu yok.
Nitekim, iki hafta önce de, Karaman ve Ermenek’teydik. Milletimizin mahkum edildiği, bu yokluk tablosuyla; Karaman’da da, Ermenek’te de karşılaştık. Mesela; Henüz 16 yaşında olan bir başka kızımız diyor ki; “Ben eve gidiyorum; aç yatıyorum. Evden okula gidiyorum; aç gidiyorum. Okulda da, dışarıdan bir şey alamıyoruz. Bir kıyafet bile alamıyoruz. Ben bu ülkede yaşamak istemiyorum.”
Mesela; Çiftçilik yapan bir vatandaşımız diyor ki; Elektrik maliyetleriyle, artık baş edemez hâle geldik. Elektriklerimizi kesmeye geliyorlar. Suya 9 bin lira para ödedim. Gübre de ayrı bir sıkıntı. Tam gübre atacağımız zaman, gübre alamıyoruz. Ziraat Bankası’na gidiyoruz, kefil bulamıyoruz. Kredi kartı istiyoruz. 3 bin lira, 5 bin lira, kredi kartı veriyorlar. Bir gübrenin tonu, 15 bin lira olmuş. Nereden alalım?”
Mesela; Bijuteri dükkânı işleten bir esnafımız diyor ki; “Ben ürün yazdırmaya gidemiyorum, cesaret edemiyorum. 10 liraya aldığım ürün, 30 lira olmuş. Bin lira gelen elektrik faturam, 6 bin lira geliyor.” Mesela; Giyim mağazası işleten bir kardeşim diyor ki; “Biz, 30 yıllık mağazayız. Geçinemiyoruz. Bugün 2-3 adet satışım oldu, ama dün hiç siftah yapamadım.”
Mesela; Ermenek’te bir berber dükkânı işleten kardeşim diyor ki; Ülkenin hâli belli, bir şey demeye gerek yok. Alım gücü sıfır. Eti kurbandan kurbana görüyoruz. Alabilirsek, arada bir tavuk eti alıyoruz. Burada akşama kadar çalışıp, kilosu 110 lira olan eti nasıl alacağız? Hatta 120 lira oldu diyorlar…” Bakın, dikkat edin. “120 lira oldu diyorlar…” Bu ne demek biliyor musunuz? Artık vatandaşlarımız, etin fiyatını bile bilmiyor demek! İşte size; “Bir parça” düşen alım gücü! İşte size; Uçan Türkiye gerçekleri! İşte size; Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin sonuçları Yazıklar olsun!
İşsiz gençler
Ülkemizdeki yokluk zincirinin, belki de en derinden etkilenen halkası ise; Gençlerimiz… Çünkü onlar; Artık bu ülkede, mutlu olabileceklerine inanmıyorlar. Çünkü onlar; Artık bu ülkede, hayal kuramıyorlar. Çünkü onlar; Artık bu ülkede, gelecek göremiyorlar. Ben de, işte tam da bu nedenle, gençlerimizle buluşuyorum. “Gençler İçin Gençlerle Beraber” diyerek başlattığımız; tersine mentorluk oturumlarımızın altıncısını, geçtiğimiz hafta gerçekleştirdik. Bu defa, evinde oturmaya mahkûm edilen, işsiz gençlerimizle buluştuk. Yine onlar içini döktü ben dinledim.
28 yaşında KPSS'ye çalışan bir kızımız, "Günüm KPSS'ye çalışarak geçiyor ama 95 alanın ataması yapılmazken, 70 alan biri atanıyor. Ücretli öğretmenlikte de ucuza çalıştırıyorlar. Gençlerin geleceği yok" diyor.
Mesela; Sivil Havacılık ve Ulaştırma mezunu olan, 7 kişilik bir ailenin üyesi, 26 yaşındaki bir oğlumuz diyor ki; “Günüm zor geçiyor, genelde iş aramakla geçiyor. Harçlığım için, boş durmamak için, kargo işlerinde çalışıyorum. 12 saat çalışıp, günlük 150 lira alıyorum. Üniversite mezunuyum, şu an ehliyet kursuna gidiyorum. Kurye olmak için uğraşıyorum. 1-2 bin lira fazla alabilmek için. Okurken hayallerim vardı. Ama hiçbir şey hayallerimdeki gibi olmadı. Hayatımda biri var. Ben onunla ciddi düşünüyorum, ama bu tabloda ileri gidebileceğimizi düşünmüyorum.”
Dış Ticaret mezunu 26 yaşındaki gencimiz, "Bekçiliğe başvurdum. Pes edersem yıkılacağım ama benim yıkılmamam gerekiyor. Benim aileme bakmam, pes etmemem gerekiyor" diyor.
23 yaşındaki bir gencimiz, "Bir yanım kendi ülkende dur bir yanım ise insanın bu kısa ömründe iyi bir ev, iyi bir araba ya da çocuğuna çoluğuna bırakacak bir şeyi olmadıktan sonra yaşamanın ne anlamı var" diyor. 23 yaşındaki çocuğa bunu düşündüren ülke... Birileri farkında bile değiller.
Bugün ülkemizde yaşayan gençler ağır mutsuz. Bugüne duydukları öfkenin temelinde de bu ağır mutsuzluk yatıyor. İşte bu yüzden sevgili gençler bu ağır mutsuzluğu hep birlikte aşalım.
'Ne Türklükle ne de devlet geleneğiyle herhangi bir bağı yok'
Türk’ün en büyük mirası, devlet geleneğidir. Çünkü bir Türk için; “Devletli olmak”, siyasi bir organizasyonun içinde bulunmaktan çok, varoluşsal bir durumdur. Ve tarihin her döneminde, devlet hâlinde yaşayışımız, bize zengin bir kültür ve değerli bir devlet geleneği bırakmıştır.
Mesela; Türk devlet geleneğinin yapısında, devlet ile devlet insanlığı, her zaman keskin bir biçimde, birbirinden ayrı tutulmuş, devlet insanı, devletin sahibi olarak değil, memuru olarak görülmüştür. Bu yapı hiçbir zaman; Devleti yönetenin, “Devlet benim” demesine, izin vermemiştir. Çünkü, bizim geleneğimize göre devlet; Milletin teşkilatlanmış hâlidir.
Nitekim; milletimizin demokrasiyle buluşması da; Türk devlet geleneğini taçlandırmıştır. İşte tam olarak da bu nedenle; Bugün ülkemizin başına bela edilen bu ucube sistemin, Yani, Türk Tipi Başkanlık diye pazarlanan, Partili Cumhurbaşkanlığı Sisteminin, ne Türklükle, ne de Türk devlet geleneğiyle, herhangi bir alakası, bağı, bağlantısı yoktur. Hatta; Ak Parti’nin devlet yönetme anlayışının; Sadece Türklükle değil; Akılla da, Bilimle de, Tarihle de, hiçbir ilgisi yoktur.
Gelin, birlikte hatırlayalım. Devleti, babasının çiftliği gibi, Milletin parasını, ganimet gibi, Makamını da, mülkiyet gibi benimseyen, Ak Parti zihniyeti sayesinde; Hileli ihalelere şahit olduk. Yandaşları ranta boğan kurnazlıkları yaşadık. Milletimizi tongaya bastırmaya çalışan, ucube kararlara tanık olduk. Kürsülerden, miting meydanlarından, vatandaşlarımıza yönelen öfkenin, kinin ve garezin sesini, en üst perdeden duyduk. Kahraman askerlerimize bile pusu kuran, hainleri gördük. Bunların hepsinin karşısında dimdik durduk.
Ve bugün de; Millet iradesini yok sayan, Devletimizi, bir kişinin iki dudağı arasına mahkûm eden, Demokrasimize, kurumlarımıza ve geleneklerimize hasar veren, Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin karşısında da, dimdik duruyoruz! Çünkü biz; Millet iradesini yok saymanın acı faturasını, çok iyi biliyoruz! Çünkü biz; İstibdat rejimlerinin, memleketimize nelere mal olduğunu, çok iyi biliyoruz! Çünkü biz; Kurumlarımızın içini boşaltanlara, Devlet kurumsallığını ayaklar altına alanlara, Demokrasimize kara leke sürmeye çalışılanlara, Milletimizin attığı tokatları da, çok iyi biliyoruz!
27 Mayıs'ın yıl dönümü
Değerli dava arkadaşlarım; Demokrasi yolculuğumuz, birçok kez kesintiye uğratıldı. Vesayetlere, muhtıralara, darbelere şahit olduk. Nitekim, önümüzdeki Cuma günü, 27 Mayıs 1960 darbesinin yıl dönümü. Hiç kuşkusuz ki darbeler, demokrasi tarihimizin kara lekeleridir. Ancak; Millî irade bir seldir, ve önünde hiçbir barikat, hiçbir vesayet duramaz. Nitekim; millî iradeye uzanan eller, er ya da geç, her defasında kırılmıştır. Demokrasimize sürülmeye çalışılan lekeler, her defasında, silinmiştir. Devlet kurumsallığımıza yönelen tehditler, her defasında, püskürtülmüştür. Çünkü; Özgürlük ve bağımsızlık, Türk Milleti’nin karakteridir. Bu vesileyle, bir kez daha buradan; Demokrasi şehitlerimiz; Merhum Başbakan Adnan Menderes, ve arkadaşlarını saygı ve rahmetle anıyorum. Ruhları şad, mekânları cennet olsun.
İstanbul'un Fethi
Bu hafta, derin bir acımızın olduğu kadar, kutlu bir zaferimizin de yıl dönümü… Alınamaz denileni alan, Yıkılamaz denilen surları yıkan, Geçilemez denen denizleri, sırtında gemileri taşıyarak geçiren, şanlı ecdadımızın, İstanbul’u fethinin 569’uncu yılı… “Ya İstanbul beni alır, ya ben İstanbul'u alırım.” kararlılığıyla, çağ açıp, çağ kapatan dehasıyla, devlet yönetiminde, büyük reformlar gerçekleştiren vizyonuyla, Büyük Hakanımız, Fatih Sultan Mehmet Han’ı saygı, minnet ve rahmetle anıyorum. Büyük bir kahraman, muazzam bir deha olmanın yansıra, Fatih Sultan Mehmet Han, aynı zamanda, neden eşsiz bir devlet insanıydı, biliyor musunuz? Vizyonu, öngörüsü ve kurumsal devlet anlayışı nedeniyle…
O, İstanbul’u fethetmenin, ancak, sağlam bir ekonomi ile olacağını görmüştü. Türk lirasını pula çevirenler, Liyakati hiçe sayanlar, Milletin hazinesini, üç beş rantçıya peşkeş çekenler, burayı iyi dinleyin. Nitekim; Fatih Sultan Mehmet Han’ın, fetih öncesi ilk icraatı, vatandaşın, memnuniyetsiz olduğu görevlileri, değiştirmek oldu. Yolsuzluk yapan devlet görevlilerini değiştirdi. Devlet gelirinin üçte birinin, boşa gittiğini ortaya çıkardı. Ve hazineyi korumak için, etkin bir mali sistem geliştirdi. Yolsuzluğa savaş açarak, adaleti sağladı. Fatih Kanunnamelerini yaparak, devleti kurumsallaştırdı. Böylece hem, devlete olan bağlılığı artırdı, Hem de hazineyi güçlendirdi.
Ayrıca; Fatih Sultan Mehmet Han, zevke sefaya değil, bilime meraklıydı. İstanbul’u, bir bilim merkezine dönüştürme hayali vardı. Dönemin en ileri gelen, astronomi ve matematik uzmanı Ali Kuşçu’yu, Tebriz’den İstanbul’a getirtip, baş astronom yaptı. Dönemin en yüksek seviyede eğitim veren kurumları olan, Sahn-ı Seman medreselerini kurdu. Bu medreselerde, İslamî ilimlerin yanında; Fizik, kimya, matematik, astronomi eğitimi de veriliyordu.
Çünkü Fatih Sultan Mehmet Han; kılıçla kurulan bir devletin, ancak kalemle yönetilebileceğini biliyordu. Sahn-ı Seman’da müderris olmak için, çok önemli testlerden geçmek gerekiyordu. O zaman tetimme adı verilen, orta öğretimden gelen, en başarılı öğrenciler, Sahn-ı Seman’da eğitim görebiliyordu. Ve sonuçta, büyük hakanımız, o genç yaşında, farklı dinlere mensup, pek çok ilim adamını, Anadolu’daki sanatkarları ve çevre kentlerde yaşayan bütün alimleri, tek tek İstanbul’a çağırarak, İstanbul’u bir bilim merkezi hâline getirmeyi başardı. Çünkü Ak Parti iktidarının aksine; Sadece bina yaparak eğitim verilmeyeceğini biliyordu. Asıl eğitim, o binaların içini dolduracak bilim adamlarıyla verilebilirdi. Sadece bu kadar mı? Elbette değil.
Mesela; Dönemin en bilgili cerrahlarının, tıp eğitimi verdiği Darüşşifa’yı kurdu. Tarihi belgeler, Sahn-ı Seman’da ve Darüşşifa’da, eğitim veren müderrislere, o döneme göre, çok yüksek bir meblağ olan, günlük 50 akçe ödendiğini, öğrencilere ise ,ücretsiz eğitimin yanında, iki akçe ödendiğini yazar. Fatih Sultan Mehmet Han, tüm bunları doğuştan edindiği, kabiliyetle başarmadı. Kur'an, Fıkıh, Kelam ve Tefsir’in yanı sıra; Matematik eğitimi gördü. Astronomi eğitimi aldı. Coğrafya ve Tarih eğitimi aldı. Felsefe okudu. Hem de dönemin tüm eserlerini bilecek kadar felsefe okudu. Fatih Sultan Mehmet Han, tahta geçmeden önce, altı dil biliyordu.
İşte; Osmanlı’yı kuran ve yüzyıllarca ayakta tutan irade buydu! İşte; Türk devlet geleneğini yaşatan ve yücelten anlayış buydu! İşte; Kurumsal devlet yapımızın temeli buydu! Peki bu vizyondan, bu devlet insanlığından, bu ışıktan; günümüze baktığımızda ne görüyoruz? Koca bir hiç… Ecdadının vizyonundan bihaber olanların, hamasi nutuklarına şahit oluyoruz. Beceriksizliğini kabullenemeyen bir tek adamın, lafügüzaflarını dinliyoruz. Devletimizin itibarını, yapısını ve kurumlarını hiç eden, bir ucube sistemin içinde yaşıyoruz. İşte Bay Kriz ve arkadaşlarının, Türk Milleti’ne yaşattığı büyük ironi budur. Kadim devlet geleneğimiz, ve şanlı ecdadımızın mirasından, zerre nasiplenememiş bir yönetim anlayışı…
Ama buna mahkûm değiliz! Çaresiz değiliz! Umutsuz hiç değiliz! Çözüm nerede biliyor musunuz? Çözüm sandıkta! O sandık gelecek, bu çirkin ironi bitecek. O sandık gelecek, bu ucube sistem gidecek. O sandık gelecek, Fatih’in mirasına yakışır bir Türkiye’nin şafağı sökecek. Hiç merak etmeyin, az kaldı!
'Millet İttifakı’nın adayı, Türkiye’nin 13’üncü Cumhurbaşkanı olacak'
Değerli dava arkadaşlarım; Sandık milletin namusudur. Milletimiz bize sandığı emanet etti. Biz de bu kutlu emanete, tüm gücümüzle sahip çıkacağız! Milletimizin helal oyunu, Ne trafoda gezen kedilere, Ne de mühürsüz oy sayan nankörlere, Yedirmeyecek, yedirtmeyeceğiz! Her sandık başında görevli arkadaşlarımızla, Islak imzalı tutanaklarımızla, Kaya gibi sağlam irademizle, Seçimin bekçisi olacağız! Hiç merak etmeyin; Sandıkla gelenler, sandıkta gidecekler! Bu ucube sistemi tarihe gömeceğiz, o irade bizde var!
Hiç merak etmeyin; Millet İttifakı’nın adayı, Türkiye’nin 13’üncü Cumhurbaşkanı olacak, o azim bizde var! Hiç merak etmeyin; İYİ Parti, Türkiye’nin birinci partisi çıkacak. Pazarlıksız, şartsız, koşulsuz, bu ülkenin, hak edilmiş iktidarı olacağız, o güç bizde var!
Hiç merak etmeyin! Biz milletimizin gerçeklerini konuştukça, Milletimiz de, tıpkı bugün olduğu gibi, arkamızda oldukça; Engeller karşısında dimdik duracak, Duvarları korkusuzca yıkacak, İftiraları delip geçeceğiz! Türkiye’nin güçlü, mutlu ve zengin geleceğini, Milletimizle el ele, omuz omuza, hep birlikte inşa edeceğiz! Hazır olun, çok az kaldı!