“Eşit davranarak değil, hakkını vererek adil olunur.”
Ali Suad
Gündemi uzun süre meşgul eden, kamuoyunda Emeklilikte Yaşa Takılanlar (EYT) olarak bilinen ve 01.03.2023 tarihinde mecliste kabul edilerek yasalaşan bu düzenlemeyle tabiri caizse yeni bir kutsal günümüz daha oldu: 8 Eylül 1999.
Hâlihazırda hemen ya da 2023 yılı içinde EYT’den yararlanacak 2 milyon kişi ile birlikte yaklaşık toplam 5 milyon kişi için bu öyle bir gün ki eğlence, huzurda Hıdırellez; neşe, sevinçte Nevruz; bolluk, berekette Aşure Günü ile yarışmakta.
Bilindiği üzere, 8 Eylül 1999 tarihinde 4447 sayılı Kanun ile birlikte kadınlarda emeklilik yaşı 58, erkeklerde 60’a; 2008 yılına gelindiğinde ise ilk kez sigortalı olarak işe başlayacaklar için 5510 sayılı Kanun ile emeklilik yaşı 65’e yükseltilmişti.
Yapılan bu düzenlemenin zamanında mağduru olan çalışanların, maalesef pek de örneğini görmediğimiz, organize bir şekilde her türlü mecradaki gayretkeş hak arama çabaları nihayet karşılık buldu ve EYT’ye ilişkin kabul edilen kanun uyarınca; 8 Eylül 1999 ve öncesinde sigorta girişi olanlara, yaş şartına bakılmaksızın, Emekli Sandığı, SSK ve Bağ-Kur ayrımı gözetilmeden sadece prim gün sayısı ve çalışma süresini doldurmaları şartıyla emeklilik hakkı tanındı.
Bu sayede; işe başlama tarihine göre SSK’lılar 5 bin ile 5 bin 975 gün arasında değişen prim günü şartını tamamlamalarıyla birlikte kadınların 20, erkeklerin 25 yıl sigortalılık süresini doldurmaları; BAĞ-KUR’lu ve Emekli Sandığı’na bağlı erkekler 9.000, kadınlar 7.200 prim gününü tamamlamaları halinde emekliliğe hak kazanmış oldular.
Ne var ki Mehmet Akif’in, “Nebiye atf ile binlerce herze (herze: saçmalık, zevzeklik, boş laf) uydurdun. Yıktın da onunla dini mübin-i yeni bir din kurdun.” sözüne atıfla emeklik sisteminde, demokratik sosyal bir hukuk devletinde Anayasa’nın eşitlik ve sosyal adalet ilkesiyle bağdaşmayan öyle bir düzenleme ki bu 1 gün, 1 ay veya 1 yıl farkla bir hakka erişim 17 yıl ertelendi. Bu kanundan yararlanamayan milyonlarca çalışan emekli olabilmek için EYT ile düzenlenen sürelerin nerdeyse 2 misli çalışmak ve 2 katı prim ödemek zorunda kaldılar. (Örneğin benim gibi çocukluğundan itibaren çalışarak okuyan biri olmanıza rağmen patronlar tarafından sigorta primleriniz yatırılmadıysa veya 1999 yılında üniversiteyi yeni bitirmiş fakat tüm ülkeyi ekonomik krize sürükleyen Düzce depremi nedeniyle ancak bir yıl sonra sigortalı bir iş bulabilmişseniz yaşıtlarınızdan tam 13 yıl sonra ve alım gücü itibarıyla muhtemelen onlardan daha düşük bir maaşla emekli olabileceksiniz. Üstelik sizden 5 yaş küçük olanlar bu kanunla emekli olabilirken.)
Şüphesiz, 8 Eylül tarihi bu yasadan yararlananlara, Müslümanların bin aydan hayırlı olduğuna inandıkları, günahların affedildiği yenilenme gecesi Kadir Gecesini, Yahudilerin kefaret günü anlamına gelen ruhun arındırıldığı Yom Kippur Gününü, Hristiyanların yeniden doğuşu temsil eden ve yaşamın ölüm üzerinde zaferini temsil eden Paskalya Yortusunu yaşatmakta. Hatta Hinduların Diwali Bayramı, Sikhlerin Guru Nanak’ın doğum günü kutlamasına değin tüm coşkunlukları hatırlatmakta.
Onların aksine işe başlama tarihi, adeta milat hükmündeki bu yeni kutsal günümüzden sonra olanlar için de kademeli, adil ve uygulanabilir bir düzenleme yapılmadan kabul edilen bu yasanın yarattığı milyonlarca mağdur içinse 8 Eylül 1999 tarihi, teşbihte hata olmaz, 70 yıl süren Yahudilerin Babil Sürgünü anlamına geliyor; hüsran, mahrumiyet…
Bu kanunla çalışanların tamamını kapsayan daha hakkaniyetli bir düzenleme yapılsaydı, bu gün herkesin kutladığı bir yılbaşı günü mertebesine getirilemez miydi?
Emeklilik yaşını doğrudan gelişmiş ülkeler seviyesine çıkarmaya çalışırken aynı zamanda toplumun ortalama gelir, ortalama yaşam süresi gibi verilerini de dikkate almak gerekmez miydi?
Zaten tarihimiz yeteri kadar hesabını kapatamadığımız, toplumda gerginlik yaratan günlerle doluyken, yetmezmiş gibi bu yasayla bunlara bir yenisi daha eklenmiş olmadı mı?
Eğer, “adil olmanın eşit davranmakla değil hakkını vermekle mümkün olabileceği” kanun koyucular tarafından dikkate alınsaydı, sanırım bu sorulara umutsuzca cevap ararken boğulup kalmazdık…