30 Kasın akşamı Erdoğan'ın ortak yayında yaptığı yeni ekonomik sisteme devam edeceklerini açıklamasından sonra dolar rekor tazeliyerek 13.95'i gördü. 1 Aralık gününe 12.88 liradan başlayan dolar gün içinde 13.80'e kadar tırmandı. Merkez Bankası öğlen saatlerinde dolara müdahale ettiğini duyurdu ve dolar 12.50'lere kadar düştü. Fakat Erdoğan'ın grup toplantısında yaptığı konuşmadan sonra yeniden 13 liraların üstüne çıktı ve orada tutundu. 1 Aralık gecesi Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan 'görevden affını isteyerek' ayrıldı. Elvan'ın yerine ise Nureddin Nebati atandı.
Daha önce Merkez Bankası başkan yardımcılığı ve Borsa İstanbul Yönetim Kurulu başkanlığı ile Genel Müdürlüğü görevlerinde bulunmuş olan Gelecek Partisi Yönetim Kurulu üyesi ekonomist Prof. Dr. İbrahim Turhan Merkez Bankası'nın dolara müdahalesini halktv.com.tr'ye yorumladı.
"Merkez Bankası’ndaki para bankaların mevduatları ve swaplardan oluşuyor. Dolar satışları başladığı anda piyasa deyimiyle “gel-gel” yapmaya başlandı. Ama bu kısa sürdü" diyen Turhan, yaşananları "Denizi kovayla, hem de dibi delik kovayla boşaltmak ne kadar mümkünse rezerv satarak kuru yatıştırmak da o kadar mümkün" sözleri ile ifade etti.
Merkez Bankası'nın bugün ne kadar dolar sattığını bilmiyoruz. 15 gün sonra Merkez Bankası'nın raporlarından öğreneceğiz. Merkez'in dolara müdahalesinin hiç bir etkisi olmadığını belirten Turhan, bunun nedenini ise "İnsanlar Merkez Bankası'nın kuvvetli bir müdahale edecek parası olmadığını biliyor. Şu anda satılan dolarların borç olduğunu cümle alem biliyor. Merkez'in rezervleri swaplardan ve bankaların döviz mevduatlarından oluşuyor " sözleri ile açıkladı.
İş kontrolden çıktığı için Merkez dolara müdahale ediyor. Erdoğan ne yaparsa yapsın gerçek bir ekonomik program uygulanmadığı sürece işler yeniden yoluna girmeyeceğini söyleyen Turhan "En son Merkez Bankası piyasaya böyle bir müdahaleyi 23 Ocak 2014 yılında yapmıştı. Merkez o zaman 3.1 milyar dolar satmıştı ama hiç bir işe yaramadı. Şimdi yapılan hamle de işe yaramayacak. 2014 yılında yaklaşık olarak 2.30 lira seviyesinde olan dolara MB müdahale etmişti. İşe yaramayan hamle uğruna milletin parası boşa gitti. Müdahalenin işe yaraması için önce Merkez Bankası'nın güçlü olması, ona saygı duyulması ve kararlarına inanılması gerekiyor. Sonra da ortada gerçekten bilimsel temellere dayanan bir ekonomik program olması lazım. Ortada bu iki olmazsa olmaz olmadığı için müdahale işe yaramayacak" dedi.
"Yüksek enflasyon ortamında reel ücretlerin yüksek tutulması kışkırtılmış talebe benzin dökmek gibi"
"Reel ücret artışları. Şu hayat pahalılığı ortamında yaşamını sürdürme mücadelesi veren dar gelirli kesimlere ücret artışı yapılacağı kesin. Ancak öteki taraftan yüksek enflasyon ortamında reel ücretlerin yüksek tutulması durumunda bu da zaten kışkırtılmış olan talebe benzin dökmek gibi bir etki yaratacak. Geçmişte iki haneli kronik yüksek enflasyon dönemleri yaşadık. Ama hiç hiper-enflasyon tecrübesi, yani aylık enflasyonun yüzde 50’yi, yıllık enflasyonun 10 binleri 50 binleri bulduğu bir dönemi yaşamadık" diyen Turhan sözlerini şöyle devam ettirdi:
"Önümüzdeki dönemde bizi bekleyen tehlikeler"
"Türkiye’nin yaşadığı en yüksek yıllık enflasyon 1994 krizi dönemindeki yüzde 150’dir. Bunun sebebi ücret artışlarının hep enflasyonun gerisinden gelmesi. Başka bir ifadeyle reel ücretin enflasyona anlık olarak ayak uyduramaması, o düzeltmenin yapılmaması idi. Bu durum ortaya çıkarsa hiper-enflasyon riskini de ortaya çıkaracak. Önümüzdeki dönemde bizi bekleyen tehlikeler bunlar. Bunların somut yaşamımızdaki yansımaları da fiyatların sık sık artması. 1994’ü anımsayanlar ne demek istediğimi anlar. Haftalık fiyat değişimleri; akaryakıt, doğalgaz, kömür gibi ithalata dayalı ürünlerde ya sürekli fiyat artışları ya da bunların bütçeden desteklenmeye çalışılması… Bütçe açığının kontrolden çıkması, vadeli fiyat verme olanağı ortadan kalkacağı için vadeli ticaret ve ödeme sisteminin büyük zarar görmesi, ticarette tarafların birbirlerine borçlarını ödemeyi aksatması, borçların sürekli geciktirilmesi gibi şeyleri ne yazık ki göreceğiz"
Asıl şoku önümüzdeki yılın ilk dört ayında yaşayacağız
Turhan önümüzdeki aylarda neler yaşayacağımızı ise şu sözlerle ifade etti:
Enflasyonda artışı bu aydan itibaren göreceğiz. Akaryakıt fiyatlarına birkaç kere zam geldi, ekmek ve un fiyatları arttı. Asıl şoku önümüzdeki yılın ilk dört ayında yaşayacağız. Yıllık enflasyonun yüzde 30’un üzerine çıkma olasılığı çok yüksek. Kur döviz sarmalı tamamen bir girdap olursa, maliye politikası kontrol edilemez şekilde bozulursa, kredi genişlemesi ithalat üzerinde baskı oluşturacak boyuta ulaşır ve reel ücret artışları enflasyonu yüksek iki basamaklı hanelere doğru yaklaştırırsa o zaman bu yüzde 30 enflasyon iyimser bir tahmin olarak kalır.
Erdoğan ülkeyi 2002'de aldığı yere getirdi
Şunu söyleyeyim: Adalet ve Kalkınma Partisi 2002’nin Aralık ayında hükümeti kurup yönetimi devraldığında yüzde 30 civarında bir enflasyon vardı. O enflasyonun 2011 yılında yüzde 5’e kadar düştüğünü gördük. Hatta 2011 yılı nisan ayında Türkiye’deki yıllık enflasyon, İngiltere’deki enflasyonun altına indi. Şu anda Adalet ve Kalkınma Partisi, daha doğrusu Cumhur İttifakı koalisyonu demek lazım, Türkiye’yi 2002’de devraldığı koşullara geri getirmiş görünüyor. 2002 yılında Aralık ayından daha geriye gidersek karşımıza yüzde 60-70’li enflasyon oranları gelir. 90’lı yıllarda yüzde 90 enflasyon gördük. Bunu bir grafik gibi düşünün. Grafiğin iki ucunu uzattığınızda ikisinin de birbirine benzer hale geldiğini göreceksiniz.
"Özel sektör hazırlandı tüm risk kamuya yıkıldı"
"Bugün yaşadığımız endişe verici durum birden bire değil aslında 2018’de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçildikten sonra adım adım geldi. Bu kademeli geçiş bankalara, ve belli bir ölçeğin üzerindeki kurumsallaşmış reel sektör firmalarına hazırlanmak için olanak verdi. Şu anda reel sektör kuruluşlarının önümüzdeki on iki ay içerisinde vadesi gelecek yükümlülüklerini karşılamak için döviz mevcutları var. Bankaların yurt dışı muhabir hesaplarında ve Eurobondlarda, yani yabancı para cinsinden tahvillerde likiditesi yüksek. Bunlar hemen nakde çevrilebilir güvenli varlıklar. Dolayısıyla bankaların durumu da oldukça güçlü. Fakat özel sektörün bu güçlü durumu kamunun ağır bir döviz yükümlülüğü altına girmesi pahasına oluştu.
Bir başka deyişle döviz kuruna ilişkin risklerin neredeyse tamamı kamuya aktarılmış durumda. Şu anda Merkez Bankası'nın, swap adı verilen bilanço dışında izlenen yükümlülükleri dahil edildiğinde, 35-40 milyar dolar açık pozisyonu var. Hazinenin yaklaşık net açık pozisyonu 100 milyar doların üzerinde. Kamu-özel iş birliği projelerinden kaynaklı 20-25 yılı bulan süreçte toplamda 160 milyar dolar gibi döviz cinsinden kamu yükümlülüğü var. Bu tablo ateşten topun kamunun kucağında olduğunu düşündürüyor. Dolayısıyla sizin bahsettiğiniz anlamda, yani bankacılık sektöründen kaynaklanacak bir kriz olasılığı çok düşük. Bankaların geçmiş birkaç gün içinde o şekilde davranması bahsettiğim gibi krizin anlık niteliğinden kaynaklanıyor.