Kuzeyindeki Ukrayna Savaşı’ndan sonra, şimdi de güneyinden bir “Ortadoğu Savaşı” ile, çatışmaların parantezinde kalıyor. Elbette, 2011’den bu yana süregelen Suriye Savaşı’nın da, bu parantezin güney tarafının bir parçası olduğunu hatırlara getirelim…
Hamas’ın, İsrail’e karşı saldırısı Yahudilerin “Simha Tora” kutlamasına denk geldi. Simha Tora, bir yıl boyu süren kutsal kitap Tora’nın hatminin bittiği ve yeni bir döngünün başladığını sembolize eder. “Arap-İsrail Savaşı” olarak bilinen Yom Kippur Savaşı’nın tetiklendiği günün de 50 yıl dönümüne denk geldi/getirildi bu saldırı…
Yom Kippur Bayramı’nda başlayan o savaştan yarım yüzyıl sonra, gene şu veya bu şekilde bölgesel bir çatışmaya dönüşecek bir Ortadoğu kabusu ile karşı karşıyayız.
Mesele, Ortadoğu ile de sınırlı kalmayacak. Uluslararası ilişkiler açısından da, birçok kritik değişikliğe yol açacak bir dönüm noktasında dünya…İronik biçimde, Simha Tora’nın simgelediği gibi yeni bir döngü başlıyor: hem bölge, hem dünya için…
İsrail’in, tarihindeki diğer çatışma ve savaşlardan farklı olarak ilk kez, “varoluşsal bir tehdit” algısının içine yuvarlanıyor. Unutmayalım ki, İsrail’i şoke etmiş bir başka sürprizle başlayan Yom Kippur Savaşı, orduların çatıştığı tipik bir konvansiyonel savaştı. Şimdi ise, sivillerin en baştan hedef alınmaya başlandığı; Hamas’ın hava-deniz-karadan beraber gerçekleştirdiği “gayrinizami” bir saldırı söz konusu. Bu iki faktör de; yani, sivillerin de güvenlik güçleriyle eş ve ayrımsız hedef alınması ve Hamas’ın “devlet dışı bir aktör” olarak “gayrinizami savaşa” girişmesi, İsrail ve Filistin arasında daha önce yaşanmamış boyutta bir şiddeti tetikleyeceğe benziyor. Daha doğrusu, İsrail ve Filistin arasında karşılıklı “ölüm kalım savaşının” başlamasından bahsediyoruz. İki tarafta da, “barış” ve “itidalden” bahsedilenlerin yok sayılacağı, ezilip geçeceği bir dönem bu…
İsrail’de zaten Başbakan Binyamin Nethanyahu’nun ne yapıp edip, gidip gelip başında kalmayı başardığı hükümet ve aşırı sağın “merkezleştiği” siyasi çizgide, barış yanlıları marjinalize ediliyordu. Hatta, İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın kendisi, Nethanyahu’nun yargıyı kendi siyasi kontrolüne almak için attığı adımlarla ilgili olarak “ulusal güvenliği tehdit” edecekleri yorumunu yaptığı için görevden alınmaya kalkılmıştı. Ulusal Güvenlik Bakanı İtamar Ben-Gvir, Gallant’ın görevden alınmasını istemiş ve Nethanyahu da bu konuda harekete geçmişti. Ancak Gallant’ı destekleyen gösterilerin patlak vermesi Nethanyahu’ya geri adım attırmıştı.
Nethanyahu’nun yargı başta olmak üzere devlet kurumlarında denge-denetleme mekanizmalarını ortadan kaldıracak ve “partizan” isimlerin göreve gelmesini sağlayacak düzenleme çabaları, “güvenlik zafiyetine” neden oldu mu?
Türkiye’de ve dünyada en çok sorgulananlardan biri, en az aylarca planlama ve lojistik transfer gerektirecek bu boyutta bir saldırıdan İsrail’in istihbaratının-güvenlik bürokrasisinin habersiz yakalandığı…
Böylesi sarsıcı boyutta bir saldırıya; İsrail gibi “istihbarat” ile ismi özdeşleşmiş ve dünyanın en başta gelen “güvenlik odaklı devleti” olarak hazırsızlık yakalandığının yanıtı belki de, kurumları erozyona uğratan aşırı kutuplaşma ve partizanlaşmada.
Öte yandan, sadece İsrail’in istihbaratı değil; ABD’nin ve bölge ülkelerinin çoğunun-hatta Türkiye’nin istihbaratı deyim yerindeyse “uyumuş”. İsrail ve Suudi Arabistan’ın, tam da tarihi bir barış anlaşmasına ilerlediği şu günlerde, Türkiye dâhil bölge ülkelerinin ve elbette ABD’nin, ellerinde bu gibi saldırı olacağına dair bilgiyi paylaşmaması söz konusu olamaz. Ukrayna Savaşı arifesinde, ABD’nin defalarca Rusya’nın bir saldırı gerçekleştirebileceği bilgisini, Çin dahil farklı taraflar ve hatta medya ile paylaştığını hatırlara getirelim…
Türkiye açısından bakıldığında da, “Ekim Kasım gibi Netanyahu, Ankara’da olacaktı.”
Suudi Arabistan, son iki haftada tarihinde ilk kez iki İsrailli bakanı üst üste ağırlamıştı.
İlk şok aşıldıktan sonra, Katar ve Suudi Arabistan-hatta Türkiye, barış müzakereleri öncüsü olarak adım atmaya çalışabilir. İsrail’in askeri karşılığının Gazze ile sınırlı kalıp kalmayacağı; Lübnan, Suriye ve tabii asıl azmettirici gördükleri İran’a uzanıp uzanmayacağı da rol oynayacak olası barış çabalarında…
Uluslararası ilişkilerde taşlar yerinden oynayacak demiştik…
ABD’nin Ortadoğu’dan çekilme stratejisinin de noktalanmak zorunda kalacağı bir döneme giderken; bu hedefin nasıl “maliyetli” bir bedel getirdiği de, Joe Biden yönetimine kesilecek faturalardan olacak. Bu açıdan, ABD’nin Çin ile zaten “yumuşama moduna” giden takışmasında ciddi bir es döneminin gelmesi mümkün. Asya Pasifik, odak noktası olmaktan kopup bir süre rahat nefes alabilir.
İsrail açısından bakıldığında şu an “genetik koduna” işlenmiş bir tepkiyle, daha önceki hiçbir savaşına benzemeyen bir “topyekün varoluşsal” bir çatışmanın içine düşüleceği aşikâr. Yaşlı, çocuk, kadın demeden Hamas tarafından rehin alınan İsraillerin görüntüleri, ülke ve dünyanın belli bir kısmında “Holokost” imgelerini canlandırıyor. Diğer yandan, 2006’da Hamas’ın rehin aldığı İsrail Ordusu askeri Gilad Şalit’in ne kadar “mesele” yarattığı göz önüne alınırsa, “düzinelerce” İsrail Ordusu askeri-ve komutanın bu duruma düşmesi ne etki yaratır bir düşünün…
İsrail gibi “güvenlik idefiksinde kilitli” bir ülkenin bile, “gayrinizami savaş” karşısında nasıl çaresiz ve zayıf hale düştüğü, Türkiye için de ders olmalı.
Radar altından ve tabandan sessiz sedasız hareket eden devlet dışı aktörler, bu gibi “dünya tarihini bir başka yöne deviren” saldırılar gerçekleştirebiliyor.
Dünya genelinde tüm devlet dışı silahlı aktörler açısından, bu durum bir “ilham kaynağı” olacaktır.
Düzensiz silahlı güçlerin, adını ne koyarsanız koyun kazanma cesareti kazanacağı, uluslararası ilişkilerin kökünden sarsıldığı bir saldırı yaşandı ve “devletler” de, bu saldırının ayrımsız olarak asıl kaybedeni.