İlerici bir iktidarın AB müzakereleri yönetim modeli: Akıllı diplomasi, yurttaş odaklı dış politika
Lokomotifi AB reformları, saygın bir demokrasi ve etkin bir uluslararası iletişim gücüne sahip olmak olan AB üyelik müzakerelerinde, Türkiye maalesef büyük bir başarısızlık tablosu çiziyor. Dış faktörler de etkili olmakla beraber Türkiye'deki demokratik zeminin kaybolmasının bunda en büyük etken olduğu açık. Bu yönüyle de Türkiye'yi 16 yıldır tek başına yöneten iktidarın politikaları ile AB içindeki Türkiye karşıtlarının giderek benzeşen bir hedef için ortaklık içinde çalıştıklarını görmek gerekiyor: Türkiye'yi AB hedefinden uzaklaştırmak.
AB içinde bu niyetteki çevreler için Türkiye'deki iktidar bulunmaz bir nimet. Neyseki bazı önemli karar noktalarında varlıkları olsa bile AB içinde çoğunlukta değil bu kesim. İşte bu noktada iktidara muhalif tüm kesimlerin önünde, Türkiye'nin AB hedefini daha güçlü sahiplenme gerekliliği duruyor. AB içinde Türkiye'ye, onu yöneten iktidarından bağımsız olarak, dost olan kesimlerin de bu toplumsal duruşu hissetmesi önemli. Orada da Türkiye'yi çağdaş medeniyet seviyesine çıkarmak ülküsüne bağlı bizler ve onlar arasında bir zemin birliği olduğu gözardı edilmemeli.
Öncelikle bir soruya net olarak yanıt vermeliyiz: Neden AB'ye üye olmalıyız / olmalı mıyız?
500 milyona yakın vatandaşı ve 18 trilyon doları bulan gayrisafi milli hâsılası ile Avrupa Birliği, dünyanın en büyük ekonomisi konumunda.
Avrupa Birliği, çağdaş medeniyeti temsil eden en yüksek ortak standartları benimsemiş, tek pazar ve ardından para birliğini de gerçekleştirmiş, ortak bir dış politika ve güvenlik siyaseti geliştiren bir çekim merkezi niteliğinde.
Türkiye'nin birliğin dışında kalması, AB'nin geleceği, politikaları ve eylemleri üzerinde söz hakkı olmaması ancak bu karar ve eylemlerin etkisinde kalacağı anlamına gelmektedir. Türkiye Avrupa'dır ve Cumhuriyet'ten bu yana gelişen yönelimle Avrupa ile derin bir kurumsal entegrasyon içindedir.
Türkiye'nin, AB'nin kararlarından etkilenip, o kararların alındığı masada olmaması bizim için büyük bir ulusal çıkar ve dikkate değer bir egemenlik kaybı yaratır.
Türkiye'de AB üyelik hedefine yönelik toplumsal destek pek çok faktörden etkilenerek dalgalı bir seyir izlese de çoğunluğun desteğini koruduğu söylenebilir. Özellikle Türkiye'de son yıllarda hızlanarak artan otoriterleşme ve anti-demokratik atmosferin AB üyelik hedefine olan destekte artış olarak yansıdığını görüyoruz. IKV tarafından bu yıl Ocak ayında açıklanan kapsamlı araştırmaya göre AB üyelik hedefine olan desteğin %78,9 düzeyinde olduğunu görüyoruz.
Keza AB'den tamamen kopan bir Türkiye'nin birliğe olası etkileri de AB başkentlerince daha iyi okunmaya başlanan bir konu olarak karşımıza çıkıyor.
AB'ye üye olmuş bir Türkiye ise Avrupa'nın geleceğine yön verecek en güçlü aktörlerden biri olacak. Her iki taraf da bundan kazançlı çıkacak.
Nasıl bir müzakere yönetim modeli?
AB müzakereleri paydaşlar arası uzlaşı ve toplumsal bir seferberlik sağlanarak yürütülebilecek bir süreç. Bu iktidarın yaptığı gibi AB reformları iç siyaset malzemesi, karttan seçmeli olarak partizanca hareket edilebilecek bir alan değil. Bu tür bir yaklaşımın sonuçlarını son 13 yılda (2005-2018) gördük. Türkiye bir arpa boyu yol gitti, 35 müzakere başlığının yarısını bile açamadı. Bu bir başarısızlıktır. Üstelik AB tarafından herhangi bir engel bulunmayan 3 başlık ise iktidarın işine gelmediği, gereğini yapmadığı için açılamadı. Bu ise yurtseverlik yoksunluğudur.
Bu ikircikli tavra son verilmeli. Hızla reformları yapıp Türkiye'yi ilerletmeliyiz, açılabilecek tüm başlıklar da müzakereye vakit yitirmeden açılmalı.
Nasıl bir AB Başmüzakerecisi ve AB Bakanı?
AB politikaları alanında ön olana çıkan siyasetçilerin uzlaştırıcı rolleri olması elzem. İç siyasetin sert söylemlerinden uzak durmaları önemli. Bu sebeple birçok ülke müzakere sürecinde bu profile en yakın profildeki siyasetçiyi “başmüzakereci” olarak seçiyor. Parti üyesi olsa dahi AB ilişkilerine hem bilgi, deneyim ve birikimiyle hakim hem de bu ilişkileri partizanca yürütmeyecek biri olmalı. Başından bu yana seçilen müzakereciler son derece partizan ve üstelik AB başkentlerinde kendi ülkelerinin siyasi partileri hakkında yalan söyleyecek kadar da siyasi ahlaktan yoksun kişilerdi. Bu görevi üstlenecek kişi, AB alanında tanınan, özellikle Brüksel ve AB başkentlerini iyi bilen ve oralarda bilinen, alanına hakim, Türkiye'de tüm partilerle konuşabilecek biri olmalıdır.
Nasıl bir AB müzakere modeli?
CHP olarak önerdiğimiz ve AKP tarafından reddedilen AB müzakere modelini hayata geçirmeliyiz. Bu komisyonun başında iktidar hangi parti olursa olsun muhalefetten bir siyasi bulunmalı, AB süreci toplumsal uzlaşı içinde yönetilmeli.
Hırvatistan’ın yaptığı gibi 3 Ekim 2005′ten evvel ya da hemen sonrasında AB sürecimizi ciddiyetle ele almış, yönetmiş ve gerekli yetkilere haiz bir "ulusal komite" kurabilmiş olsaydık, bugün AB üyelik müzakerelerinin de ötesinde yurttaşlarımıza çok daha iyi yaşam koşulları getirebilmiş olacaktık.
Hırvatistan kurduğu bu “Ulusal Komite”yi Mart 2005′de bir Anayasa değişikliği yaparak gerçekleştirdi.
Akademisyenlerden bürokratlara, siyasetçilerden sivil toplum temsilcilerine geniş tabanlı bir kurul oluşturup AB Başmüzakerecisi’ni de bu kurulun daimi üyesi yaptılar. AB sürecine dair her bilgi ve belge bu kuruldan geçirildi. Partilerüstü bir süreç vurgusunun yerini bulabilmesi için kurulun başkanlığını daima muhalefet partilerinden bir siyasetçinin yapması kuralı getirildi. Önce muhalefet partilerinden sosyal demokrat bir siyasetçinin ardından da liberal bir siyasetçinin başkanlığında çalışmalar yürütüldü. Böylece de bizimle aynı gün müzakerelere başlayan Hırvatistan AB'ye 28. üye olarak katılırken biz geride kaldık ve otokrasiye sürüklendik, toplumsal barışımızı kaybettik.
Akıllı Diplomasi, Yurttaş Odaklı Dış Politika
Şimdi hayat edelim, bu atılımları gerçekleştirmeye kararlı demokrat, ilerici bir iktidarın yönettiği ülkemizde neler olacak...
Türkiye'de bu kurul tüm çalışmalarını büyük bir saydamlık ve hesapverebilirlik içinde yürütecek. Vatandaş cep telefonuna indireceği bir uygulama ile gerçek zamanlı olarak kurulun çalışmalarını ve yasama sürecindeki reformları takip edebilecek, soru sorabilecek ve katkı sağlayabilecek. Böylece AB’ye üyelik konusu teknik, halktan kopuk bir mesele olmaktan çıkarılıp halkla buluşturulacak. Toplumsal katılım için teknolojiyle buluşan dış politika "Akıllı Diplomasi"ye hayat verecek.
Oluşturulacak yurttaş forumlarında hem çeşitli AB konuları uzmanlar ve siyasilerle tartışılacak hem de bunlar oluşturulacak bir portal sayesinde anında canlı yayımlanacak. Buralardan Anadolu çapında elde edilen yurttaş geribildirimini de AB müzakere sürecinde uzman, diplomat ve siyasilerimiz kullanacaklar.
AB başkentlerinde AB Başmüzakerecisi ve Bakanı ile istişare içinde yerli-yabancı öncü bireyler ve sivil kuruluşlardan oluşan ağ yapılanmaları oluşturulmalı. Günümüzde "mobil diplomat" denilen bir çok gelişmiş ülkenin uygulamaya başladığı, pro-aktif, dinamik uluslararası siyasi iletişim ve diplomasi etkinliğimiz de AB üyelik hedefiyle bu ağ üzerinden yürütülmeli. Bu yolla hem AB ülkeleri nezdindeki Türkiye'nin imajı ile ilgili tahribatı onarmış olur hem de ülkemizin algılanışını olumluya çevireceğiz. Bu ülkelerde sayıları hızla artacak olan Türkiye dostları, ülkelerindeki en iyi elçilerimiz olacaklar ve AB sürecinde geçmişte olduğu gibi Türkiye'yi ileriye taşıyacaklar.
AB üyelik hedefi derinlikli vizyon, doğru kadrolar ve yeterli kaynak ayrılarak başarılabilecek gerçekçi bir hedef. Bu yurtseverlik bilinci, ilerici vizyon ve adanmışlıkla görev yapacak kadrolar Türkiye'yi hem batının saygın bir ülkesi haline getirecekler hem de en önemlisi ülkemiz artık bir mutlu insanlar yurduna dönüşecek.