Muhafazakar yazara göre ‘İkinci Cumhuriyet’ yıkılıyor

Muhafazakar yazara göre ‘İkinci Cumhuriyet’ yıkılıyor
Karar gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Kiras, "‘İkinci Cumhuriyet’in sonu" başlıklı yazısında AKP'nin 20 yıllık iktidarını kaleme aldı.

Karar gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Kiras, "‘İkinci Cumhuriyet’in sonu" başlıklı bir yazı yazdı. AKP'nin kuruluşundun itibaren 20 yıllık süreci inceleyen Kiras, "İkinci Cumhuriyet adlandırmasını en fazla hak eden dönem bugünkü iktidar dönemidir" dedi. 

AKP'nin yönetemez -ve sürdürülemez- durumda bir yönetim modeli olduğunu belirten Kiras'a göre üçüncü aşamaya geçiş kimseyi şaşırtmamalı. Kiras'ın yazısından ilgili bölüm şöyle: 

Radikal bir dönüşüm fikrini ifade eden “İkinci Cumhuriyet” sloganının bu dönemde yeniden ortaya çıkmış olması tesadüf değildi. 2000’li yılların başında iktidara gelen AK Parti kadroları “burjuvazi” ve sivil aydınların desteğini alarak “İkinci Cumhuriyet” fikrini kuvveden fiile geçirmeye yöneldiler. Ama “eski düzen” taraftarlarının ölçüsüz tepkileri olmasa bunda başarı gösteremezlerdi. 

Aslında Türkiye’nin ihtiyacı olan dönüşümü o günün siyasi şartları itibarıyla bir “milli mutabakat” çerçevesinde hayata geçirmek mümkündü, bu fırsat değerlendirilemedi. Cumhuriyet mitingleri, kapatma davaları, internet andıçları vs. iktidara bu dönüşümü kendi anlayışıyla yapmasının kapısını açtı. Onlar da devlet içindeki Fetullahçı yapıyla işbirliğine giderek bunu yapmak istediler. Ergenekon, Balyoz gibi yöntemlerle her şeyi kırıp dökerek, üzerinde durduğumuz dalı keserek, ecnebilerin tabiriyle “leğendeki kirli suyla birlikte içindeki bebeği de sokağa atarak” yapılmak istenen bir “dönüşüm”den doğal olarak hayır gelmezdi. Gelmedi. Onarılması gereken toplumsal kutuplaşma iyice tırmandı, hukuk yara aldı, yargı sistemi rayından çıktı, devlette düzen kalmadı, uluslararası itibarımız zedelendi vs. vs...

Derken devlet içinde devlet olmaya yönelen söz konusu yapının aslında siyasi iktidarın kendisi için de tehlike arz ettiği anlaşıldı. İşte bu aşamada “her şerde bir hayır olabileceği” hükmünce, devletin kırılıp dökülen mekanizmasının ihyası ve toplum barışının yeniden tesisi imkânı ortaya çıktı. 

Özelikle 15 Temmuz vahşeti bunun zorunluluğunu göstermekle kalmadı, bu yolda bütün toplum kesimlerinin samimi iradesini de ortaya çıkardı. Ama siyasi iktidar, birkaç yıl önceki Gezi Parkı olaylarında “kazancını” tecrübe ettiği siyasete geri dönmeyi tercih etti. Çünkü toplumsal kutuplaşmayı körükleyerek tabanını konsolide etmeyi diğer her şeyden daha önemli gördü. Bunda başarılı da oldu. Bu yöntemle “İkinci Cumhuriyet”i hayata geçirdi. 

İkinci Cumhuriyet adlandırmasını en fazla hak eden dönem bugünkü iktidar dönemidir. Ama “Birinci Cumhuriyet”in değerlerini yıktığı veya tersyüz ettiği için değil, tam aksine cumhuriyetimizi 1923’ten itibaren meşakkatli ve uzun bir yürüyüş sonunda ulaşmış olduğu yerden tekrar başlangıç noktasına geri döndürdüğü için... “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” adı altında modern ulus devletin temel değeri olan kuvvetler ayrılığının bulunmadığı otokratik bir siyasi rejim tesis ettiği için… Cihan Harbi felaketinin ardından verilen Millî Mücadele sayesinde, imparatorluğun küllerinden yeni bir devletin tesis edildiği 1923 şartlarında hoş görülebilecek bir rejim karakterini bugün “Biz de yedi düvele karşı mücadele veriyoruz” gerekçesiyle ihya ettiği için... 

Yalnızca kuvvetler ayrılığı mekanizmasının değil, anayasal kurumların nerdeyse hiçbirinin henüz hayata geçmediği, demokratik kazanımların söz konusu olmadığı, sivil toplum veya basın özgürlüğü gibi kavramların dolaşımda bulunmadığı böylesi bir süreci -aradan geçen bir asır boyunca adım adım elde edilen toplumsal kazanımları ortadan kaldırıp- silbaştan başlattığı için...

Ama mühim bir farkla: Cumhuriyetin kurucu kadrosu her ne kadar savaş yıllarının yorgunluğuyla büyük bir yükün altına girmiş olsalar da ne yapacaklarını ve nasıl yapacaklarını biliyorlardı. Zihinlerindeki -doğru ya da yanlış- bir Türkiye vizyonunu hayata geçirme ideali peşinde çoğu zaman acımasız yöntemler de izleyerek iktidarlarını sağlama almışlardı. Toplumsal yapı da uluslararası konjonktür de buna müsaitti o gün. Söz konusu şartlar değiştiğinde rejimin karakteri de değişti zaten.

Bugün ise bugünün Türkiye’sinin ihtiyaçlarına cevap vermesi mümkün olmayan bir siyasetin doğal sonucu olarak yönetemez -ve sürdürülemez- durumda bir yönetim modeli var. Yirmi yılın yıpranmışlığı ise ayrı konu. 

AK Parti’nin tesis ettiği “İkinci Cumhuriyet” -başka ülkelerdeki örneklerde olduğu gibi- birinciye yönelik reaksiyonların neticesinde ortaya çıkmış olduğuna göre, bu dönemin etki-tepki mekanizmasının da doğal olarak bir üçüncü aşamaya yol açması hiç kimseyi şaşırtmamalı. Temennimiz bu üçüncü aşamanın olumlu bir sentez üretmesi, çatışma yerine milli mutabakata dayalı bir anlayışı esas alması.