Akşener'den Gezi davası hakkında tarihi konuşma: Kahrolsun istibdat, kahrolsun zulüm, yaşasın hürriyet!

İYİ Parti lideri Meral Akşener partisinin grup toplantısında tarihi bir konuşma yaptı. Gezi Parkı davasına ilişkin "1908’de istibdata karşı koyan ruh neyse, Gezi de odur" diyen Akşener, konuşmasını "Kahrolsun istibdat, kahrolsun zulüm! Yaşasın hürriyet, adalet, müsavat ve meşveret!" ifadesiyle bitirdi.

İYİ Parti Genel Merkezi Meral Akşener partisinin grup toplantısında gündemi değerlendirdi. Gezi Davası'na ilişkin konuşan Akşener, "1908’de istibdata karşı koyan ruh neyse, Gezi de odur. 31 Mart’ta, meşrutiyeti yıkmaya kalkışan darbecilerin, karşısında duran irade neyse, Gezi de odur. Demokrasi için seferber olan, o günün Türk Gençleri neyse, ağacına, parkına ve heykeline sahip çıkan, Gezi’deki Türk Gençleri de odur" dedi.

Akşener konuşmasını, "Kahrolsun istibdat, kahrolsun zulüm! Yaşasın hürriyet, adalet, müsavat ve meşveret!" ifadesiyle bitirdi.

'Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet!' İfadesi 2. Abdülhamid’in tahttan indirilişiyle özdeş. Halifelik sıfatını Osmanlı padişahları arasında en çok kullanan 2. Abdülhamid’e karşı 1908 yılında yılında yapılan protestolarda 'Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet!' sloganları atılmıştı.

Akşener'in konuşmasından satırbaşları şöyle:

Bugün bu yüce Meclis'in çatısı altında buluşabiliyorsak bunu 102 yıl önce bir araya gelen o kutlu iradeye borçluyuz. Bugün saraylarda oturup milletin gerçeklerinde bihaber gezenlere, milletin hakkına girenlere karşı çıkıyorsak bunu 102 yıl önce Ankara Ulus'ta yeryüzündeki tüm saraylardan daha görkemli olan o mütevazi binada yeniden alevlenen demokrasi öykümüze borçluyuz. 23 Nisan'ı içimizdeki tüm burukluklara rağmen yine kutladık. Neşemizi çalanlar, Cumhuriyet coşkumuza yine dokunamadı. Atatürk'ü kıskananlar, ona duyduğumuz sevgi karşısında yine orta yerinden çatladı.

Millet, vatan ve egemenlik bir araya gelmezse ortada devlet yoktur. Bugün milli birliğimiz AK Parti iktidarı eliyle gün be gün zayıflatılıyor. İnsanlarınız gün be gün ayrıştırılıyor. Milletimizin kendi vatanında yabancı hissetmesi isteniyor. Tüm bunlar bir tek adamın iktidarı sürebilsin diye gözümüzün içine baka baka yapılıyor. Bugün vatan topraklarımız türlü yağmanın ve peşkeşin içinde parsel parsel satılıyor. İktidar, iktidarda kalabileceği her bir gün adına kapalı kapılar ardında Anadolu'yu rehin ediyor.

Kimi zaman da müflis tüccarın evini, barkını satması gibi nereden üç kuruş alacaklarsa ona satıyorlar. Büyük Türk Milleti bugün kronikleşmiş derin bir devlet krizinin içindeyiz. Öfkemizi de umutlarımızı da kırgınlıklarımızı da yeniden tesis etmek, hukuk ve adaleti tek parola yapmak için kullanmak mecburiyetindeyiz. Dün 1920'lerin tarihsel eşiğinde önümüzdeki imtihan buydu.

Siyasette durduğumuz yerler farklı, vaatlerimiz farklı, gündem karşısında aldığımız tavırlar farklı hatta çoğu zaman söylemlerimiz de farklı ama tüm farklılıklarımıza rağmen Türkiye için ortak görüşlerimiz var. Bu ucube sistemin Türkiye'yi taşıyamayacağı konusunda fikir birliğine sahibiz. Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem'in esasları konusunda fikir birliğine sahibiz. Rantı, yolsuzlukları, hırsızlıkları engellemek için Siyasi Ahlak Yasası çıkarılması konusunda fikir birliğine sahibiz. Mesela Merkez Bankası'nın bağımsızlığı konusunda fikir birliğine sahibiz. Demokrasinin işletilmesi, Türkiye'nin bir hukuk devleti olması konularından fikir birliğine sahibiz.

Biz İYİ Parti olarak ant olsun ki egemenliğimize yeniden sahip çıkacağız. Millet ile devlet arasındaki bağı yeniden güçlendireceğiz.

23 Nisan'ın Çocuk Bayramı olarak kutlanması Atatürk'ün çocuklara verdiği değerden kaynaklanır. Çünkü Ulusal Egemenlik hedefi ancak milli şuurun nesilden nesile aktarılmasıyla mümkündür. Milletçe çocuklarımıza değer vermemizle mümkündür. Atatürk daha o yıllarda çocuklarımızın ne kadar önemli ve değerli olduğunu gördüğünden tarihte ilk kez yalnızca çocuklara özel bir günü Meclis'imizin kuruluş günüyle özdeşleştirmiş, bayram olarak kutlanılmasını istemiştir. Gazi'nin daha 1920'lerde ortaya koyduğu vizyonun bugün neresindeyiz?

TÜİK'in Beşinci Çocuk İş Gücü Araştırması sonuçlarına göre Türkiye'de çalışan 5-17 yaş grubundaki çocuklarımızın sayısı 720 bin. Okulunu terk etmek zorunda kalan çocuklarımızın sayısı da maalesef azınsanmayacak kadar fazla. Ya çocuk gelinler? TÜİK'e göre son 10 yılda 381 bin 418 kız çocuğumuz evlendirildi. Mendil kapmaca oynamak yerine mendil satan, oyuncak bebeği yerine kendi bebeğiyle oynayan çocuklarımız var. Cinsel, fiziksel, duygusal istismardan koruyamadığımız çocuklarımızın sayısı son 10 yılda 700 kat artmış.

Bugün Cumhuriyetimizi kuran iradenin, çocuklarımıza dair koyduğu o vizyonun, işte bu kadar uzağındayız. 1921 yılında, Çocuk Esirgeme Kurumu’nu kurarak, savaşta babasını, ailesini kaybetmiş, yetim çocuklarımıza, kol kanat geren, o kapsayıcı devlet anlayışının, işte bu kadar uzağındayız. Bugün maalesef, Atatürk’ümüzün çocuklarımıza verdiği değerin, işte bu kadar uzağındayız! Tam da bu nedenle, bugün aramızda, Çocuk Esirgeme Kurumu’nu ortaya çıkaran o anlayışın, günümüzdeki temsilcilerinden biri var.

Koruyucu Aile Evlat Edinme Derneği, Yönetim Kurulu Başkanı, Ülkü Aydeniz Hanım bugün aramızda. Buyurun Ülkü Hanım, söz de, kürsü de sizindir. Teşekkür ediyorum Ülkü Başkanım.

'Bay Kriz ve arkadaşları saçmalama konusunda birbirleriyle yarışır hale geldi'

Bay Kriz ve arkadaşlarının ülkemizi içine düşürdüğü ve her geçen gün daha da derinleşen ekonomik kriz milletimizi 100 liralık bakkal çekine mecbur ediyor. Liyakatsiz kadroların elinde milletimiz her gün çile çekiyor. Geometri kitabı yazmış hatta geometri terimlerini Türkçeleştirmiş bir başöğretmenin kurduğu ülkemiz, dört işlemi bile bilmeden ekonomi yöneten bir çapsızlığın vesayetinde perişan oluyor. Bay Kriz ve arkadaşları saçmalama konusunda birbirleriyle yarışır hale geldi. Mesela memleketin okumuş gençleri her fırsatta iteklenip akın akın yurt dışına gitmek zorunda bırakırken Ulaştırma Bakanı çıkıp 'Bugün yurt dışına mühendis ihraç eden bir konuma geldik' diye övünüyor. Ulaştırma Bakanı'nın patronu da ihracatı çoğaltmak için doktorlara 'defolun gidin' diyor. Meğer ihracat rakamlarını çoğaltmak istiyormuş adam.

Üstelik bu sözüm ona ihracat patlamasıyla övünürken bir yandan da ithalatta rekora koşuyorlar. Sığınmacı ithal ediyorlar. Mühendis ihraç edip çoban ithal ediyorlar. Doktor ihraç edip, maraba ithal ediyorlar. Kendi ülkelerini mülteci kampına çeviriyorlar. Bugün her 10 evden 1'inin elektriği kesik. Ortada böylesine acı bir tablo varken Enerji Bakanı çıkıp 'Nisan sonu itibariyle yaklaşık 278 bin abonenin elektriğinin kesik olduğunu' söylüyor.

Görevi memlekette elektriksiz, doğalgazsız ev bırakmamak olan bakan zerre utanmadan 2022 yılı Türkiye'sinde yaklaşık 1 milyon vatandaşımız elektrik gibi temel ihtiyaçtan yoksun olduğunu savunuyor. Siftahsız kepenk kapatan esnafımız ay sonunu getiremiyor. Asgari ücretliler, emekliler, açlık sınırının altında hayatta kalmaya çalışıyor ama ışıltılı gözleri, abuk subuk açıklamaları, bir türlü tutmayan planlarıyla Türk siyaset tarihine şimdiden kara bir leke olarak geçen Nebati Bakanı 'Gerekirse gemileri karadan yürütür, hedefimize ulaşırız' diyor. Artık yürütmeyeceğiz, yürüttürmeyeceğiz diyemiyor. Bu söz ne yaptığına dair en küçük fikri bile olmayan liyakatsiz bir bakanın Fatih Sultan Mehmet Han üzerinden hamaset yaparak acınası bir şekilde durumu idare etmeye çalışmasıdır.

Akşener'in ziyaretleri

Geçtiğimiz hafta Kırşehir'deydik. Girdiğim birçok dükkanda ışıklar açık değildi. Artık ışıklar müşteri gelince açılan bir adet olmuş.

Üretici bir kardeşim, 'Bu bölgede yaklaşık 50 bin civarında büyükbaş hayvan vardı. Şu anda 17-18 binlerde. İşletmelerin yüzde 75 yakını kapandı. Kalan arkadaşlarımız da yüzde 50 kapasitede çalışıyorlar' dedi.

Çiftçi bir kardeşim, '1980'de 200 dönüm arazim vardı. Sattım sattım çocukları okuttum. 2700 lira emekli maaşı alıyorum. Şimdi ben yeğenime bayram harçlığı göndereceğim nasıl göndereceğim' diyor.

'Her şeye o camın arkasından bakmak demek'

Bay Kriz'in sözüm ona ustalık döneminin başyapıtı olan bu ibretlik tablo gençlerimizi nasıl etkiliyor biliyor musunuz? Bir cam düşünün berrak, tertemiz bir cam. İşte gençlerimiz yurt dışındaki yaşıtlarının hayatlarını, yabancı ülkelerde olanları bu camın arkasından tüm çıplaklığıyla görüyorlar. Gördüklerine erişmeye çalıştıklarında o cama çarpıyorlar, canları yanıyor, ruhları sıkılıyor. Onlar o camın arkasındaki hayata ulaşmak için çabalamaktan asla vazgeçmiyorlar. Bugün ne yazık ki gençler için AK Parti'nin Türkiyesi'nde yaşamak demek hayattaki her şeye o camın arkasından bakmak demek.

Biliyorsunuz uzun bir süredir gençlerimizi dinliyorum.

İktidara geldiğimizde ilk önce sizleri gagalayan, hor gören bu ucube zihniyete son vereceğiz. Sonrasında hapsolduğunuz o camdan duvarları yıkıp sizleri hak ettiğiniz hayat standartlarına, özgürlüğe ve mutluluğa kavuşturacağız. Hiç merak etmeyin çok az kaldı.

Devlet, vatandaşlarının insan onuruna yakışır bir şekilde yaşaması için çalışır. Bu yüzden devletin en temel görevlerinden biri de tüm vatandaşlarının sağlıklı bir çevrede yaşama ve barınma hakkını yani konut hakkını korumak ve sağlamaktır.

Düşük ve orta gelirli ailelere konut edindirme amacıyla kurulan TOKİ, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin sosyal devlet anlayışını yansıtan bir uygulama olsa da maalesef AK Parti iktidarında amacına uygun şekilde işletilmemiş, iktidarın arpalığı haline gelmiştir.

Bugün TOKİ hiçbir kuruma karşı hesap vermiyor. Bütçesi Meclis'e gelmiyor. TOKİ'nin devlet bütçesindeki yeri belirsiz. TOKİ'yle iş yapan yüklenici firmalar şeffaf olmayan süreçlerin sonunda ihaleler kazanıyor. Kamunun sırtından adil ve yasal olmayan sonuçlar elde ediliyor. Yani devlet arazilerimiz yağmalanıyor, kamu kaynaklarımız çarçur ediliyor. Bu yağmaya izin veremeyiz. Bu talana sessiz kalamayız, kalmayacağız.

İYİ Parti iktidarında özellikle eğileceğimiz başlıklardan biri TOKİ olacak. İYİ Parti iktidarında kamu ihaleleri şeffaf olacak. TOKİ uygun fiyatlı konuta odaklanacak.

İYİ Parti iktidara her zamankinden daha yakın.

'Gezi, milli şuurun ayağa kalkmasıdır'

Millet iradesinin önünde hiçbir güç duramaz. AK Parti'nin insanlarımızı ayrıştırıp, bir millet yerine iki düşman topluluk oluşturma siyasetinin bir parçası olarak 27 Mayıs 2013 tarihinde İ yılstanbul'da ağaçların sökülmesiyle başlayan olaylardan bugüne 9 yıl geçti.

Ağaçların sökülmesi bardağı taşıran son damlaydı. Hatırlayın bu yıla gelinceye kadar iktidarı yönetenlerin ağzından Atatürk'ün ailesine, Cumhuriyet'in değerlerine ve en tepeden Atatürk ve İsmet İnönü'ye iki ayyaş denildiği bir süreçti. En son iki ayyaşla o bardak doldu, ağaçların sökülmesiyle de bardak taştı. İşte bu 9 yıllık sürecin her bir anı müstakbele valisi gibi ülke yöneten bir zihniyetin kararları ve sömürge şirketi gibi ülke yağmalayan bir rantiye oligarşisinin uygulamaları ile geçti. Gezi başlangıcından Bay Kriz'in türlü provokasyon ve müdahalelerle rayından çıkarmasına kadar geçen süreçte ülkücüsünden solcusuna, dindarından sekülerine, kadınından erkeğine, gençlerimizin o dönemki rejime karşı bir duruş, bir direniştir. Türk gençlerinin bu direnişi, AK Parti'nin FETÖ ile el ele verip, milli egemenliğimize kastetmesine karşı yapılmıştır. Bu direniş çaresizlere ümit olmuştur. Cumhuriyet'imizi tek bir adama mahkum etmek isteyenlere karşı adeta bir duvar olmuştur ve o duvar sayın Erdoğan ve avareleri eliyle rayından çıkarılana kadar da dimdik durmuştur. Gençlerimiz uğruna ölecekleri vatanları, sayın Erdoğan'ın inşaat baronlarına peşkeş çekilmesinin diye gurur duydukları devletleri bir grup meczubun elinde parçalanmasın diye, çok sevdikleri Türk milletinin geleceği tehlikeye düşmesin diye bu direnişi gerçekleştirmiştir. Bu yönüyle Gezi, Türk gençliği için yalnızca bir protesto değildir aynı zamanda milli şuurun da ayağa kalkmasıdır.

Sayın Erdoğan'ın Gezi Direnişi'ne iyi gözle bakmasına imkan yoktur. Bu sebeple 'Gezi' kelimesinden hep korkmuştur, bu sebeple rayından çıkarmak için elinden geleni yapmış ve başarmıştır. Bu sebeple bugün bile adeta yemin etmiş gibi şahsi bir intikam kovalamaktadır. Aradan geçen 9 yılın sonunda geldiğimiz noktada bugün milletimizin her bir ferdinin çeşitli bahanelerle ve keyfi kararlarla düşman, hain edildiği siyasetin, farklılıklarını ve her türlü düşüncenin bir fare tuzağına hapsedildiği, millet ve memleket soyulurken garibanın kuru ekmeğe mahkum edildiği adına da Partili Cumhurbaşkanı Sistemi denilen bir istibdatın içindeyiz. Bilinmelidir ki hiçbir gayrimeşruluktan yasallık üretilemez. Akıl ve vicdan sahibi hiçbir Türk evladı istibdata boyun eğmez. Şanlı tarihimiz her dönemi 'Yaşasın Hürriyet kahrolsun İstibdat' diye haykıran cesur vatan evlatlarıyla doludur.

Nitekim dün saray tiyatroları ile galası yapılan Osman Kavala davası toplum vicdanına ve millet varlığına hançer vuran binlerce yargı trajedisinden yalnızca bir tanesidir. Yargı yetkisinin de saraydaki şımarıkların nargile masalarına çerez edildiğinin bir başka önemli kanıtıdır. Sayın Erdoğan aklınca aylarca üst perdeden beylik laflar ettiği Rahip Bronson davası ile neredeyse kendisini, savcı ilan ettiği, Kaşıkçı davasında, milletin yargı egemenliğini, alenen ve utanmadan satmasının, sadakasını vermiştir. İşte o nedenle bugün, meselemiz, Osman Kavala değildir. Çünkü Osman Kavala, mevcut yasalarla, zaten aklanmış, mahkeme bile bunu kabul etmiştir. Bugün meselemiz; milletimizin her bir ferdinin, kısıtlanamaz, devredilemez, engellenemez temel haklarının, hürriyetlerinin, insanca yaşama arayışının, ve buna dair umut ve hayallerinin elinden alınmasıdır.

Bugün meselemiz; iktidar araçları ve devlet organları eliyle, paramparça edilen, yabancılaştırılan, mayası ve özü değiştirilen, 1920 yılında, bu çatı altında birleşmiş bir millet ile, onun vatanını ve devletini, bu ucube zihniyetten kurtarma meselesidir. Bugün meselemiz; istibdat karşısında, hürriyet için dik durabilme meselesidir. Çünkü, 1908’de istibdata karşı koyan ruh neyse, Gezi de odur. 31 Mart’ta, meşrutiyeti yıkmaya kalkışan darbecilerin, karşısında duran irade neyse, Gezi de odur. Demokrasi için seferber olan, o günün Türk Gençleri neyse, ağacına, parkına ve heykeline sahip çıkan, Gezi’deki Türk Gençleri de odur.

Değerli dava arkadaşlarım; Türk modernleşmesinin önünde, her zaman engeller olacak. Her devirde, mutlaka yeni Derviş Vahdeti’ler çıkacak. Her devirde, bizi bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahili ve harici bedhahlarımız olacak. Varsın olsun. Çünkü her devirde, bu vatanın; Bekçiliğini yapacak gençleri de olacak. Vahdeti’lerin karşısına dikilecek, Mustafa Kemal’leri de olacak. Topçu Kışlası hayallerine kapılanların karşısında, dimdik duran çapulcuları da olacak. İşte o nedenle buradan, bir kez daha ilan ediyorum: Parola vatan, işareti namus! Kahrolsun istibdat, kahrolsun zulüm! Yaşasın hürriyet, adalet, müsavat ve meşveret!

Bu vesileyle, mübarek Kadir Gecemizi ve gelecek Ramazan Bayramımızı, en içten duygularla kutluyor, Cenabıhak’tan, milletimizi, daha nice bayramlara eriştirmesini niyaz ediyorum. Sağ olun, var olun, Allah’a emanet olun.