Okuduğum ikinci üniversitem: Deniz Baykal

Okuduğum ikinci üniversitem: Deniz Baykal
Şahin Aybek "Baykal ne dedi" diye 19 bin sayfa ve 19 cilt yazı yazmıştı. Ayrıca "Atatürk CHP ve Eğitim" kitabının önsözünü yazan dört CHP Genel Başkanından biri de Deniz Baykal... Ayrıca Aybek Baykal ile de uzun yıllar çalışmıştı

Şahin Aybek "Baykal ne dedi" diye 19 bin sayfa ve 19 cilt yazı yazmıştı. Ayrıca "Atatürk CHP ve Eğitim" kitabının önsözünü yazan dört CHP Genel Başkanından biri de Deniz Baykal... Ayrıca Aybek Baykal ile de uzun yıllar çalışmıştı. Bunun üzerine Aybek, Deniz Baykal'ı ve onun eğitim görüşlerini anlatan bir yazı kaleme aldı.

İşte Şahin Aybek'in dikkat çeken o yazısı...

RUHUMUN VE AKLIMIN BABALARINDAN BİR SİYASET İDEASI OLARAK EĞİTİMCİ DENİZ BAYKAL

Elim Kocaman Ellerinin İçinde Kaybolduğunda; Ruhumun, Yüreğimin ve Aklımın da Onda Kaybolacağını Bilmiyordum

Ben Ondan Çok Etkilendim…

Eğitim Demek Öğretmen Demektir

Yıllarca aynanın karşısında konuşmalarını okuyarak Baykalcılık oynadığım, beni gökyüzünden yeryüzüne indiren, hep heyecanlandıran; ama en çok da eğitim demek öğretmen demektir deyip; öğretmeni merkeze alan, kendisinden çok etkilendiğim, okuduğum ikinci üniversitem, DENİZ BAYKAL…

Mısralarına sığındığım ama onun gibi adam olamadığım Deniz Baykal…

Bir insandan etkilenmesi için ne olması gerekir? Fiziksel güzellik mi, zengin olması mı, konuşması mı, nezaketi mi, vizyonu mu, tecrübesi mi, hayatı karşılama biçimi mi, diplomasiyi bilmesi mi, devlet adamlığı mı, her konuda söyleyecek bir şeylerinin olması mı, bilgisi mi, attığı bir adımda on adım sonra ne olacağını kestirebilmesi mi, edebiyattan, sanattan, felsefeden anlaması mı, beden dilini kullanması mı, retoriği mi, uzun uzun entelektüel sohbetleri mi, sıradan biriyle günlük dertlerini konuşurken sırtını dönüp İngilizce ekonomi anlatması mı, siz ona herhangi bir konuyla ilgili bir şey söylediğinizde; sözgelimi felsefe dediğinizde konuyu ta Sokrates’in baldıran zehiriyle ölümünden, Bodin’in felsefi anlayışından girip günümüze teorik olarak getirip onu Türkiye’de, şehrinizde, hemen sokağınızdaki bakkala getirecek kadar teori ve pratiğe her konuda dans ettirmesi mi?

Nerede öyle biri, ideal bir film kahramanından mı bahsediyorsunuz dendiğini duyar gibiyim. Ya da Platon’un idealar dünyasındaki idealardan mı? Evet, ben böyle bilginin güç olduğunu; her hareketine, ağzından çıkan her kelimeye sindirmiş karizmada birini tam 18 yıl önce tanıdım.

Elim Kocaman Ellerinin İçinde Kaybolduğunda; Ruhumun, Yüreğimin ve Aklımın da Onda Kaybolacağını Bilmiyordum

Tam 18 yıl önceydi. Ben akşamdan sabaha ülkeyi kurtarır, felsefi ütopyaların içinde yaşar, gece gündüz yatılı okullarında büyüdüğüm devletime hizmet etmek, ülkemdeki tüm sorunları çözmek için kafa yorar, ayaklarım yere basmayacak şekilde gökyüzünde yaşardım. Ta ki onu tanıyıncaya kadar. O, beni, gökyüzünden yeryüzüne indirdi. Onu tanıyınca teorilerim oturdu, ayaklarım yere basmaya başladı. Teoriyle pratiği dengelemeye başladım ve zihnimde taşlar yerine oturmaya başladı. Yalnız olmadığımı; aslında pek çok kişinin gizliden gizliye rakibi bile olsa; imrenerek onun gibi olmak istediğini çok sonraları anladım.

İlk tokalaştığımızda elim özgüvenle sıkan, kocaman ellerinin içinde kaybolduğunda ruhumun, yüreğimin ve aklımın da onda kaybolacağını bilmiyordum. Ama korktuğum başıma gelmişti artık. Adına yazılan şarkıdaki gibi, “Denizzz Geliyor Denizzz” değil; Deniz artık hiç gitmemek üzere gelmiş ve ben artık onda kaybolmuştum. Belki koridorda denk geliriz, bir şey sorarsa cevap veremem, gözüne giremem korkusuyla ve heyecanıyla günlerce okumaya devam ettim. Ama ilk tanıştığımızdaki o duygu, heyecan, coşku hiç geçmedi ve ben her yanına gittiğimde aynı şeyleri yaşadım. Ama artık ilham kaynağım da olmuştu. Örneğin; yazdığım ve Türkiye’nin ilk siyaset felsefesine giriş kitabı olma özelliği taşıyan kitabımın akıl hocası da odur. Ben hemen yazarım deyip, o çoku azla yazmak zaman alır deyip, kitabı ancak üç sene de bitirebilsem de…

Ben Ondan Çok Etkilendim…

Onunla çalışmak, her gün yeni bir şeyler öğrenmek, her gün hayata yeni yeniden yeni umutlarla başlamak gibi bir şeydi. Ve ben ondan çok etkilendim. Onla çalışmak ikinci bir üniversite gibi bir şeydi. Onun, ne milletvekili ne de belediye başkanı oldum. Herhangi bir çıkar ilişkim olmadı ama sayesinde dünyanın en zengin insanlarından biri oldum. Onu okumaya, anlamaya çalıştıkça cehaletimin farkına vardım. Ve okudum, okudum, zenginleşmeye çalıştım. O başıma gelen en güzel şeylerden biriydi artık.

Onu anlamak için ona bakmak yetmezdi, onu görebilmek lazımdı. Artık onculuk oynuyordum. Onun konuşmalarını elime alıp; aynanın karşısına geçip EVEET EVEET deyip onculuk oynamaya çalışıyor, onun gibi olmaya çalışıyordum. Onun konuşmalarını taklit ediyordum. Onun gibi bir figür olma çabasındaydım. Aslında o, pek çoğumuzun olmak istediği kişiydi. Ondan pay almaya, onun gibi olmaya çalışıyorduk. Platon’un idealar dünyasındaki idealar gibiydi. O da bizim siyaset ideamızdı. Ondan pay aldıkça, onun gibi olacağımızı düşünüyorduk. Evet, siyasetle ilgilenen herkes onunla ilgili bir şeyler söyleyebilir ve yaşanmışlığı vardır, bu yönüyle benim gibi pek çok kişinin de hocası ideasıdır.

Ama benim daha da korktuğum 2006 yılında başıma geldi. Ve artık o benim biyolojik babam değildi; ama ruhumun ve aklımın babalarından olmuştu. Onun gibi birinin tüm konuşma arşivini bulmak, toplamak, olaylar ve fikirler merkezli tasnif edip; derlemek görevi bana nasip olmuştu. Tam 3 yıl sürdü. İlki 18 Şubat 1974 yılında, TBMM bütçe kanun tasarısında yaptığı, sonuncusu 5 Mayıs 2009’da TBMM CHP grup konuşması olan; tam 19,058 sayfa konuşmasını üçer dörder defa analiz ederek okumuştum.

Üstelik bunlar sadece kayıtlara geçen ve ulaşabildiklerimdi. Evet, yanlış duymadınız! Bir adam bu kadar konuşmuştu ve tam 19 cilt konuşma ortaya çıktı. Ve bu konuşmaları BAYKAL NE DEDİ? adıyla yayınladık. Bu 19 cilt ansiklopediyi gördüğünde; kendi kendisini birkaç saat inceleyip, okuduğundaki mutluluğu bir yana; ben 3 yılın sonunda bir siyaset ve yaşam devinin zihin kıvrımlarında kaybolmuş, onun fikirlerinin bunca yıllık olgunlaşma evrelerini ve iç tutarlılığını görmüştüm.

Konuşmalarında günlük hayattan siyasete, felsefeye, edebiyata yok yoktu. Geleneği ve evrenseli bir potada eritiyor; dinleyenleri retoriğiyle dost düşman mest ediyordu. Buraya kadar anlattıklarımdan kim olduğunu anlamışsınızdır ve biraz abarttığımı düşünmüş olabilirsiniz. Evet, “ömür verdiğin işler bozulsa da yılmaz, koyulabilirsen işe yeniden, döküp ortaya varını yoğunu, bir yazı turada yitirsen bile baştan tutabilirsen yolunu…” diyen Deniz Baykal’dan bahsediyorum. Onunla

çalışmış olanlar ne dediğimi çok iyi anlıyorlardır. Bir adam aynı cinsten olmanıza rağmen karizması ve bilgisiyle her görüşme öncesi ve görüşmede sizi heyecanlandırıp; aynı saygıyı yaratır mı? Ben, Deniz Baykal’ın sadece bravo dediği için, günlerce heyecandan kendine gelemeyen insanları gördüm.

Eğitim Demek Öğretmen Demektir

Deniz Baykal, bir siyaset ideası olduğu kadar eğitimle de ilgilenmiştir. Onun eğitim görüşlerine; kendisinin, Kemal Kılıçdaroğlu, Altan Öymen ve Hikmet Çetin’le önsöz yazmış oldukları Atatürk, CHP ve Eğitim adlı kitabımda uzun uzun yer vermiştik. Ama burada, onun, eğitimle ilgili önemli gördüğüm bir takım fikirlerini paylaşmanın önemli olduğunu düşünüyorum.

Eğitimin Sorunları Yalnızca Eğitimin Sorunları Değildir

Eğitimin sorunları yalnızca eğitimin sorunları değildir. Bu aynı zamanda bir demokratikleşme sorunudur. Çünkü eğitimin toplumu demokratikleştirme gibi bir işlevi vardır. Eğitim sınıflar arası geçişi sağlamalıdır. Okuma yazması bile olmayan halk, hali vakti pekiyi olmayan ana-babalar çocuklarını eğitim aracılığıyla doktor, mühendis, vali, kaymakam yapabilmelidir. Eğitim adeta sosyolojik bir asansör görevi görmelidir. Türkiye’de sistemin en altından insanlar çocuklarını okutarak, yetiştirerek, gerekli dayanışmayı sergileyerek, devletin sağladığı burs, yurt ve çeşitli eğitim destekleriyle çocuklarını en yukarıya taşıyabilmelidir.

Eğitim Demek Öğretmen Demektir

Eğitim politikasının temeli öğretmendir. Eğitim pek çok unsurun bir araya gelmesiyle oluşur. Elbette eğitimin içinde öğrenci vardır, elbette eğitimin içinde öğrencinin ailesi vardır, elbette okul vardır, elbette müfredat programı vardır, elbette öğretmen vardır ama bunların hiçbirisi yoksa da eğitimin yapılmasına imkân veren tek unsur öğretmendir. Eğer okulunuz yoksa da öğretmen eğitimi verebilir, müfredat yoksa da öğretmen, eğer iyi bir öğretmense, eğitimi verebilir, ailesi çocuğu sahipsiz bırakıyorsa da öğretmen o çocuğa sahip çıkabilir, ona eğitimini verebilir. Öğretmen işin temelidir. Eğitim politikasının temeli öğretmendir. Eğitim, öğretmenlere hak ettiği önemi vererek Türkiye’yi dünyada hak ettiği yere taşımanın bir aracı olmalıdır.

O nedenle öğretmenliğe ciddi şekilde sahip çıkmak, öğretmenliği artık gerçek bir meslek hâline dönüştürecek, bugünkü darmadağınık manzaranın içinden çekip çıkaracak, sözleşmeli öğretmenlik, yarım zamanlı öğretmenlik, ders öğretmenliği vesaire gibi sorumsuzluklardan çekip çıkaracak öğretmeni eğitmek için yetiştirecek ve onu da sahiplenerek en etkili şekilde görevi yapmasına imkân verecek şartlara kavuşturacak bir eğitim politikasına şiddetle ihtiyaç vardır. Bakın bu çerçevede Türkiye’nin en büyük rahatsızlık yaşanan konularının başında bu gelmektedir. 200 bine kadar öğretmen yetiştirilmiş, diplomasını almış, görev vermeye hazır ama hâlâ atanamamış durumda boynu büyük durmaktadır. Türkiye’de yine 200 bine yakın öğretmen açığı ortada durmaktadır. Bunun bir an önce ortadan kaldırılması lazımdır. Öğretmenlerin derhal Türkiye’nin eğitimine, çocuklarımızın geleceğe hazırlanması görevine dönüştürülmesi, devreye sokulması mutlak bir ihtiyaçtır.

Öğretmenlik Bir Kariyer Olarak Ele Alınmalıdır

Öğretmenlik artık kariyer olacak dedik. Öğretmenliği böyle yarım zamanlı, sözleşmeli, derse girmek üzere, parça başı iş yapan fason bir iş olmaktan çıkaracağız saygın bir meslek hâline dönüştüreceğiz. Türkiye’yi kuranlar öğretmenliği en saygın meslek olarak ele aldılar, ona göre geliştirdiler, ona göre desteklediler. Yine öyle götürülmesine ülkenin ihtiyacı var. Bugün 300 bin insan tayin olmayı bekliyor, 200 bin öğretmen açığı Türkiye’de duruyor. En büyük yanlıştır. Yani meslekler üzerinde çok şey söylenebilir ama öğretmenliğin bir kariyer olarak ele alınması gerektiği, başından sonuna kadar hayatını bu işe adamış olan insanların güven içinde mesleklerini yapma şansına kavuşturulması gerektiği her türlü tartışmanın ötesinde bir ihtiyaçtır.

Çalıkuşu Öğretmenler

Değerli arkadaşlarım, toplumun her kesiminden böyle yaygın şikâyetlere muhatap oluyoruz. Öğretmenlerle ilgili bir büyük şikâyet önümüzde, Türkiye’nin en temel konularından biri. Eğitim her işin özü, temeli, sorunlarımızın çözümünün çıkış yolu eğitimden geçiyor. Türkiye’de eğitime yapılacak harcama devletin yapabileceği en helal harcamadır, en yerinde harcamadır. Ülkenin sorunlarını çözmesine en çok yardımcı olan harcamadır.

Değerli arkadaşlarım, çocukları okutmuşuz, aileleri bin bir türlü çile çekmişler, çocuklarını okula göndermişler, diploma aldırmışlar. Atanmayı bekleyen binlerce öğretmen var. Bunları yetiştirmişiz, öğretmen yapmışız, öğrencilerimiz öğretmen bekliyor, yetiştirdiğimiz öğretmenlerimiz görev bekliyor, bir büyük aşkla, heyecanla kendilerini bu ülkenin çocuklarını yetiştirmek için adamışlar, her birisinin içinde bir Çalı Kuşu yatıyor, bize görev verin, görevimizi yapalım diyorlar, ama yüz binlerce, 200 bine yakın gencimiz öğretmen diplomasını aldığı hâlde tayin bekliyor, tayin edilemediği için görevini yapamaz halde duruyor.

Yıllardan beri yılda hem ocakta hem daha sonra ağustosta atamalar yapılırdı, şimdi kaldırdık şubat atamasını, şubatta yapılırdı, kaldırdık dediler binlerce insan hayal kırıklığı içinde yine bize aylarca atanma şansı yok diye büyük bir üzüntünün içine gark edildiler. Tabii bu arada yapılan haksızlıklar, yani yüksek puan aldığı halde atanmasını yaptıramayan çocukların durumu, daha az puanla atamanın yapıldığının birtakım örnekleri, mezun olduğu okula göre, mezun olduğu okul türüne göre öğretmen olma şansını elde eden ve edemeyen öğretmenler ayrımı. Değerli arkadaşlarım, bunlar acı olaylar.

Türkiye’de Eğitim Giderek Paralı Hâle Gelmektedir

Eğitim alanında da çok ağır bir tablo yaşanmaktadır. Türkiye’de eğitim giderek paralı hâle gelmektedir, ancak imkânı olanların çocuklarını eğitmesi, yetiştirmesi mümkün hâle dönüşmüştür. Bu, Türkiye’nin sosyal sisteminde son zamanlarda giderek daha ağırlıklı şekilde ortaya çıkan bir olumsuz tablodur. Türkiye’de halkımız ekonomik bakımdan her zaman sıkıntı yaşadı, geçmişte de büyük sıkıntılar yaşadık, büyük yoksulluklar içinde aileler geçimlerini sağlamaya çalıştılar ama o dönemlerde okuması yazması bile olmayan, hâli vakti pek iyi olmayan analar babalar çocuklarını doğru dürüst okullarda okutmak imkânına sahipti, oralarda okuyan çocuklar bu memleketin en değerli insanları hâline dönüşebiliyorlardı, doktor oluyorlardı, mühendis oluyorlardı, vali oluyorlardı, kaymakam oluyorlardı, Türkiye’nin iş adamları olarak ortaya çıkıyorlardı, bu mümkündü. Bu Türkiye’deki sosyal yapının gerçekten demokratik bir yönü idi, bir sosyal hareketlilik vardı Türkiye’de. Sistemin enaltından insanlar çocuklarını okutarak, yetiştirerek, gerekli dayanışmayı sergileyerek devletin koyduğu doğru dürüst olanakların içinden çocuklarını en yukarıya taşımak imkânına sahipti.

Ama bir süreden beri bu kapılar kapandı, artık ancak büyük imkânları olanlar çok özel okullarda özel hocaların nezaretinde özel desteklerle, kurslarla, dershanelerle, büyük paralarla çocuklarını ancak okutabilenler çocuklarını daha iyi yetiştirme şansına sahip oluyorlar. Bu, Türkiye’deki sosyal yapının çok ciddi şekilde zaafa uğraması demektir. Demokrasi dediğiniz aslında budur. Demokrasi, yoksul bir mütevazı ailenin çocuğunu okutup bu devletin zirvesine çıkarabilmesi hakkıdır. Ne yazık ki bu hak bir süreden beri çok ciddi şekilde ortadan kalkmıştır, anlamını yitirmiştir. Bu, toplumsal demokrasinin, sosyal demokrasinin, halk çıkarlarına yönelik bir demokratik sürecin tıkanmaya başlaması demektir. Bu fevkalade üzüntü verici bir manzaradır. Artık para hükmetmektedir, özel hocalar, özel eğitim olanakları... Devlet kamu eğitim sisteminin zaafa uğramasına bilerek göz yummuştur.

Türkiye’de eğitim sisteminin, halka yönelik eğitim sisteminin, devlet eğitim sisteminin, ilköğretim okullarımızın, liselerimizin, devlet liselerimizin en kaliteli öğretmenlerle, en iyi okullarda en güzel şekilde geliştirilmesine şiddetle ihtiyaç vardır. Bu bir eğitim sorunu değildir, aynı zamanda bu bir sosyal adalet sorunudur, aynı zamanda bir demokrasi sorunudur. Türkiye, Cumhuriyetin ilk dönemlerinden beri bu meseleyi çok önemli saydı, o nedenle halk mektepleriyle, köy enstitüleriyle, okuma kampanyalarıyla, devletin eğitim kampanyasına öncülük yaparak Türkiye’yi, insanımızı eğitmeyi, geliştirmeyi amaçlayan bir politikayı bilinçli olarak götürdü.

Mesleki Eğitimi Önemseyeceksiniz

Mesleki eğitimi önemseyeceksiniz. Eğitim boş, masa başı teorik eğitim değil, iş ve meslek eğitimi, üretim eğitimi olacak. Eğitimi bir meslek eğitimi olarak anlayacaksınız ve bu çerçevede gerçekleştireceksiniz. Olay çok açıktır. Türkiye’de bir meslekî eğitimi destekleme ihtiyacı vardır. Türkiye eğitiminin her alanda büyük atılımlara ihtiyacı var da en önemli atılım alanlarından biri meslekî eğitim yapmamız lazım. O nedenle çocuklarımızı gerekirse daha ilköğretimi bitirirken meslekî eğitime göre yönlendirebilmemiz lazım, yeteneklerini, becerilerini, özelliklerini dikkate alarak, ona göre daha o aşamalarda yönlendirmemiz lazım ve çocuklarımızı orta eğitimde meslek eğitimine soktuktan sonra orada bırakmaya hakkımız yok, orta eğitim düzeyinde meslekî eğitim verdiğimiz çocuklarımızın yüksek eğitim düzeyinde de meslekî eğitim açısından en ileri noktalara gitmelerine yardımcı olacak bir düzeni kurmamız lazım.

Deniz Geliyor Denizdeki, Hiç Gitmiyor Ki Gelsin Dediğim Deniz Baykal

Bir eğitimci olarak Deniz Baykal, yıllar içerisinde eğitimin sorunlarının yalnızca eğitimin sorunları olmadığına, eğitimin en önemli unsurunun öğretmen olduğuna, öğretmenliğin bir kariyer olarak ele alınması gerektiğine, mesleki eğitimin üretime dayalı olmasına pek çok konuya değinmiştir. Evet; Deniz Baykal bir siyaset ideası, bir eğitimci olarak, ruhumun ve aklımın babalarından, ellerinin içinde ellerimin kaybolduğu gibi ruhumun ve aklımın da kaybolduğu; yıllarca aynanın karşısında konuşmalarını okuyarak Baykalcılık oynadığım, beni gökyüzünden yeryüzüne indiren, hep heyecanlandıran; ama en çok da eğitim demek öğretmen demektir deyip; öğretmeni merkeze alan, kendisinden çok etkilendiğim, okuduğum ikinci üniversitem, DENİZ BAYKAL…

Deniz geliyor Denizdeki, hiç gitmiyor ki gelsin dediğim Deniz Baykal… Okuduğu şiirdeki, “ Yüreğine, sinirine dayan diyecek direncinden başka bir şeyin kalmasa da, herkesin bırakıp gittiği noktada sen dayanabilirsen tek. Her şeyiyle dünya önüne serilir. Üstelik oğlum, adam oldun demektir…” mısralarına sığındığım ama onun gibi adam olamadığım Deniz Baykal… Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin…

Etiketler :