Rasyonalitenin Kaybı, Rasyonaliteye Dönüş

İsrail’de her ne kadar Başbakan Binyamin Nethanyahu dün ve bugün çok sert eleştirilse ve hatta yaşananlardan sorumlu tutulsa da; şu an tüm İsrail, savaşmaya odaklanmış vaziyette.

Diğer bir deyişle İsrail, şu an adeta topluca “Masada Sendromu” yaşıyor. Canını çok yakan saldırısından sonra, tüm gücüyle Hamas’a yanıt vermesi ve bedel ödetmesi gerektiği fikrinde çoğunluk birleşiyor.

Masada Sendromu’ndan bahsederken; 2 bin yıl kadar önce, bugünkü İsrail’in güneyinde yer alan, kartal yuvası misali Masada Kalesi’ndeki 960 Yahudi’nin, Roma İmparatorluğu güçleri tarafından kuşatılması efsane/tarihindeki “ölümüne gözükara” psikolojiyi kastediyorum.

İsrail’in hep üzerinde gezinen ruh hali bu kez sanki hemen herkese hâkim: Romalılara teslim olmaktansa, topluca intihar edip tüm kaleyi ateşe veren Masada tipi “ölümüne gözükaralık” ile, İkinci Dünya Savaşı’nda Holokost’a karşı “teslimiyetçilik” arasında hep bir seçim yapılması gerekiyormuş algısı dönüp dönüp ülkeyi yokluyor gibi. Ve Hamas’ın saldırısında Holokost’u andıran görüntüler ortaya çıkınca da; her ne pahasına olursa olsun geri adım atmayacak bir inatla “Masada Psikolojisi”, en azından şimdilik tamamen galip gelmiş durumda…

Dünyanın duyguları en fazla tetikleyen çatışması

Hamas’ın saldırısı, doğal olarak “İsrail-Filistin sorunu” penceresinden yorumlandı, yorumlanıyor. İsrail-Filistin konusu da, dünya genelinde “duyguları” en fazla harekete geçiren uzun soluklu çatışma olarak, çok farklı politik ve ideolojik tabanları “alevlendiriyor”.

Oysa, Hamas’ın saldırısını ve İsrail’in buna tepkisini yorumlarken; “devlet” ve “devlet-dışı aktörlerin” çatışması şeklinde çerçevelersek olup biteni, karşımıza bambaşka bir tablo çıkıyor.

İsrail, dünyanın en güvenlik odaklı devleti; kendisini sürekli “varoluşsal” bir tehdit altında gören ve her vatandaşını, psikolojik ve hatta fiziksel olarak “askeri teyâkkuz” altında tutan bir ülke. İstihbarat alanında “dünya markası” olan, sadece kendi sınırında değil; bölge genelinde, “kırpırdayan yapraktan” haberi olduğu iddia edilen bir devletten bahsediyoruz.

Hamas saldırıları, İsrail’in yine bir sürpriz saldırıyla şoke olduğu Yom Kippur Savaşı’nın tam da 50. Yıldönümünde başladı. Zaten nicedir, Yom Kippur’dan bu yana geçen yarım yüzyılda, İsrail’in ağırlıklı olarak, güvenlik bürokrasisi ve sektörünü hep daha da geliştirmeye odaklandığı konuşuluyor, bu denli güvenlik merkezli bir yaklaşımın, İsrail-Filistin barışını imkânsızlaştırdığı eleştirileri dillendiriliyordu.

Ve böyle bir devlet bile, günümüzün şartlarında “devlet dışı silahlı bir aktör” karşısında son derece zayıf kalabiliyor.

Devlet dışı silahlı örgütlerin baharı mı geliyor?

Hamas’ın, dünyanın en korunaklı, “kale” gibi bir güvenliğe sahip ülkesi İsrail karşısında elde ettiği “başarı”; tüm devlet dışı silahlı örgütlere/yapılara özgüven verecek ve esin kaynağı olacaktır. Hamas ile özdeşleşebilecek ideolojik çizgide veya hedeflerde olanlar, onunla “ortaklaşmaya” ve başarısından yararlanmaya çalışabilirler. Hamas’ın kendisinden bağımsız, dünyanın farklı yerlerinde başka saldırıların planlanıp gerçekleştirilebilmesi ya da bu niyette olanlara akıl, yöntem, taktik, strateji öğretmesi de söz konusu olabilir.

Öte yandan, Hamas’tan çok farklı ideolojik çizgide olanlar da, “test edilip onaylanmış” benzer taktikleri, stratejileri kendi düşmanlarına karşı uygulamaya koyabilirler.

Son kertede, Hamas’ın eylemi; devletlerin açıklarını teşhir edip, devlet dışı silahlı aktörlere küresel çapta ilhâm kaynağı olacak bir dönüm noktası.

Hamas’ın saldırısı, her ne kadar İsrail-Filistin Meselesi’nin bir sonucu olsa da; bu çatışmadan bağımsız olarak da ele alınmak zorunda. Sonuçta Hamas eşittir Filistin değil; Filistinlilerin tümünü ve Gazze’yi de kendi iradesinin tahakkümüne almış bir silahlı aktör. İsrail’e gerçekleştirdiği son saldırı da, ağır savaş suçlarının işlendiği, savaş hukukunu ağır ihlâl eden, meşru müdafaa hakkının hiçbir boyutu sayılamayacak eylemler. Bu gibi insanlığa karşı suç sayılabilecek eylemleri, “olduğu gibi görmek”; İsrail’in karşılık olarak savaş hukukunu hiçe saymasının mazareti olamaz elbette. Ancak Hamas’ın sivilleri kasten hedef alan, toplu katliamları da içeren eylemlerini İsrail-Filistin Meselesi’nin tüm tarihini mazaret gösterip “haklılaştırmaya” çalışmak; yarın öbür gün, kendi ülkenizde, kendi çevrenizde farklı bağlamlarda benzer saldırılar olmasını da şimdiden “haklı çıkarmaktır”.

Hukukun üstünlüğünü tanımayan…

Eğer devletler, kendi içlerinde ve dışlarında, evrensel bir mücadele sonucu geliştirilen insan hakları hukuku, demokratik normlara sadık kalabilseler; hak ve özgürlükler, insan ve “canlı” esaslı hukukun ne kadar kıymetli olduğunun bilinci ile hareket etseler, zaten kendi kuyularını kazmaz, devlet dışı silahlı aktörlerin oluşması ve gelişimine bizzat katkıda bulunmazlar.

Bugün Türkiye dâhil tüm bölgede, geçmişten farklı olarak yaşanan olaya “itidal çağrıları” ile yaklaşılıyorsa; bunun büyük bir sebebi de, Hamas gibi “araçsallaştırılan”, “güdümde tutulan” bir devlet dışı silahlı aktörün kontrolden çıkması ve gücünü devletlere karşı devleştirmesi.

Devletlerin, hukuku kendi içlerinde ve dışlarında giderek daha fazla hiçe saydığı; uluslarararası insan hakları hukukunun giderek daha fazla aşındırıldığı bir dönemdeyiz. Kaldı ki, Ukrayna Savaşı’nı başlatan Rusya başta birçok devletin kendisi, “rasyonel” davranmazken; hiçbir hukuki çerçevenin içinde yer almayan devlet dışı silahlı aktörlerden rasyonaliteyi hiç bekleyemeyiz.

7 Ekim itibariyle, Hamas’ın saldırısıyla başlayan ve kim bilir ne zaman noktalanacak, İsrail ve Gazze’de (ve yüksek ihtimalle ötesinde) her gün artan sayıda insanın canını alacak bir bölgesel savaş başladı. Bu savaş, daha ilk günlerinden Türkiye için her bakımdan “rasyonaliteye dönmenin” önemini gösteren bir büyük uyarı olmak zorunda.

Ülke içi kutuplaşma, yargının siyasallaştırılması çabaları, barış değil çatışma ve savaş odaklı politikalar; devletleri içten içe çökertiyor ve zafiyet içinde bırakıyor.

Okuyabilene, bu çatışmanın her yanında, “hukukun üstünlüğü” yazıyor: içinde ve dışında hukuk dışı hareket eden devletler, içten içe çürüyor. İçlerinde ve dışlarında çatışmanın esiri haline geliyorlar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Sezin Öney Arşivi