Muhalefet İktidara Benzerse...

Birçok yönden ülke tarihinin dönüm noktalarından biri olarak anılacak 28 Mayıs’ın önemli bir sonucu da muhalefetin iktidar karşısında sahip olduğu ahlaki üstünlüğün zayıflaması oldu. Seçime gidilen süreçte, kendisini demokratik değerlerin ve çoğulculuğun sesi olarak sunan, ülkeye hukuk devleti niteliğini kazandıracağını iddia eden ve geniş kitleleri buna inandırabilen muhalefet partileri seçim sonrasında sergilediği genel tutum ve davranışlarla bu olumlu imajı büyük ölçüde kaybetti.

Hatta şu söylenebilir ki, seçimden sonra İyi Parti ve özellikle CHP hattında yaşananlar, bu partilerin iktidar partisine benzediği, zira onda eleştirdiği özellikleri kendilerinde de taşımaya başladığına dair yaygın bir toplumsal algıya sebep oldu.

Örneğin, yıpranmış AKP iktidarına karşı aldıkları seçim yenilgisi sonrasında bu partiler ortada bir yenilgi olduğunu dahi uzunca süre kabul etmedi. Parti üst yönetimleri bırakın istifayı, özeleştiriye dönük bir adımda bile bulunmadılar. Bu tavır, AKP’nin ülkedeki her olumlu gelişmeyi sahiplenen ama olumsuz bir konu olunca ortadan kaybolan tavrına çok benzemiyor mu?

Seçim sonuçları belli olduktan sonra bazı muhalefet yetkilileri sorumluluk almaktansa başkalarını kurban seçmeyi tercih ettiler. Bazıları muhalif medyayı, bazıları muhalefetin diğer mensuplarını, hatta bazıları bizzat halkın kendisini suçladılar. Burada, Erdoğan’ın suçu sürekli dış güçlere, karanlık odaklara, faiz lobilerine, kısacası kendisinden başka herkese atan tavrıyla bir benzerlik yok mu?

CHP özeline geldiğimizde, parti içindeki itirazlar ve değişim talepleri arttıkça parti üst yönetiminin koltukları koruma gayesiyle hareket etmesi ve tabandan gelen seslere adeta kulak tıkaması, üstelik partinin yerel kongrelerine antidemokratik bazı müdahalelerde bulunmaları AKP’lilerin, ellerindeki makamları sonsuza dek tutma eğilimlerini fazlasıyla andırmıyor mu?

Veya partide değişim isteyenleri, başkalarının ajandasına hizmet etmekle suçlamakta tam da AKP’ye has bir duruş yok mu? “Kılıçdaroğlu’na saldırmak Atatürk’e saldırmaktır” diyenlerin yaptığının Erdoğan’a dini yönden kutsiyet atfederek onu dokunulmaz, tartışılmaz kılmaya çalışan kimi AKP’lilerin yaptığından ne gibi bir farkı var?

Öte yandan, muhalefetin AKP iktidarına eskiden beri en büyük eleştirilerinden biri liyakatsiz atamalar değil miydi? Niteliksiz olmasına rağmen sadece Erdoğan’a gösterdiği sadakat sayesinde üst görevlerde bulunabilen kişilerden acaba şu an CHP yönetiminde yok mu? Bu kişilerin atanma kriteri Kemal Kılıçdaroğlu’nu her şartta savunmaları değilse nedir?

Ya da muhalefet AKP’yi modern bir siyasi partiden ziyade Erdoğan’ın şahsi mülkiyeti, hatta “Fan Club’ı” gibi olmakla eleştirirken, CHP’nin kurumsal işleyişten tümüyle uzaklaşması, kararların Kılıçdaroğlu’na yakın birkaç kişi tarafından alınıp sorumlu parti organlarının bypass edilmesi çelişkili değil midir?

Üstelik bütün bu olumsuz tabloya rağmen CHP’li yetkililerin insanların aklıyla alay edercesine, “Bu seçimde destan yazacağız, bütün büyükşehirleri alacağız, Konya’yı bile kazanacağız” gibi olmadık iddialarla umut satmaya çalışmaları, AKP’nin “Birkaç sene içinde aya gidiyoruz, ülkeyi de on büyük ekonomi arasına sokuyoruz” tarzı uçuk kaçık laflarından çok mu farklıdır?

Evet, kendimizi kandırmayalım. Karşımızdaki tablo işte bu. Şimdi anlıyor musunuz insanların seçim sonrasında siyasetten neden soğuduğunu? Veya ülkede bir şeylerin değişeceğine dair inançlarını, mücadele azimlerini neden kaybettiklerini? Gençlerin neden yurtdışını artık tek seçenek olarak görmeye başladığını?

Genel olarak siyasi muhalefette, özel olarak CHP’de söz konusu olan değişim tartışmaları işte bu yüzden kıymetli ve kritik. CHP’de başlayacak bir yenilenme hareketi, kurumsal muhalefeti toplumsal muhalefete tekrardan yakınlaştırma ve böylece mücadeleyi kaldığı yerden devam ettirme potansiyeline sahip.

Bu sürecin akamete uğrayıp uğramayacağını veya değişimcilerin vaatlerinde ne derece samimi olduğunu şüphesiz zaman gösterecek. Ancak verili şartlar dahilinde, muhalefetin etkisizleşmiş, halk nezdinde itibarını yitirmiş ve AKP’ye benzeme yoluna girmiş yapısı göz önüne alındığında değişim sürecinin desteklenmesi demokratik siyasetin sağlıklı biçimde devamı için ön koşul niteliğini taşıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Can Kakışım Arşivi