Cumhur İttifakının taşıdığı riskler

Muhalefetin oluşturduğu Millet İttifakı, 31 Mart yerel ve 23 Haziran İstanbul yenileme seçimlerinden sonra iktidarın oluşturduğu Cumhur ittifakına karşı büyük üstünlük sağlamıştı.

Hem moral açıdan hem de Türkiye’nin en büyük 11 ilinin yönetimini kazanmaktan kaynaklanan bu üstünlük iktidar açısından iki risk üretti.

Birincisi yerel yönetimlerde iktidarın el değiştirmesiyle, 25 yıldır çok rahat biçimde kullandığı kaynakları kaybetmesi, ikincisi AK Parti içinde varolan hoşnutsuzluğun iki ayrı yeni partinin doğumuna yol açması.

İktidarın yerel seçimlerde kaybettiği gündem belirleme hâkimiyeti seçim sonrasında muhalefet bloğuna geçti.
 25 yıldır yönetilen belediyelerde yasal kılıfa uydurulmuş veya uydurulmamış kaynak aktarımı, muhalefetin eski söylemiyle yolsuzluk iddiaları, yeni söylemiyle israfın vardığı boyutlar, iktidarın ciddi biçimde hırpalandığı bir gündem oluşturdu.

Seçim sonrasında, AK Parti’nin yerel seçimlerde uğradığı hezimet parti içi muhalefeti harekete geçirmesi de gündemin önemli bir konusu haline geldi.
AK Parti’nin ikinci Genel Başkan’ı  ve eski Başbakan Ahmet Davutoğlu, eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün desteklediği eski Dışişleri ve ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan’ı yeni parti kurmak üzere harekete geçirdi.
 
İKTİDARIN HAMLELERİ
 
Bu durumu analiz eden Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve AK Parti, bir süre bocaladıktan sonra yeniden gündem oluşturma üstünlüğüne ele geçirecek hamleler yaptılar. Bu hamlede görece başarılı oldukları da söylenebilir.
Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, seçimin sonuçlarını gündemden düşürmek üzere, terör ve beka sorununu yeniden gündeme taşıdı ve üst sırada yer almasını sağladı. 

HDP’nin kazandığı Diyarbakır, Mardin ve Van belediyelerine kayyım atanması, Diyarbakır’da çocukları dağa götürülen annelerin HDP’nin önünde eyleme başlamalarıyla gündem bu yöne çevrildi. “Güvenli bölge”nin öne çıkması, ABD ile yürütülen müzakereler, TSK’nın Fırat’ın doğusuna harekât yapması olasılığının canlı tutulması, seçim sonuçlarını geri plana atan diğer etkenlerdi.

Aynı süreçte Cumhurbaşkanı Erdoğan, partisinde giderek belirginleşen muhalefeti partisinin dışına çıkararak, parti içinde daha fazla kök salmasını önlemeye yöneldi. 

Davutoğlu’nu disipline verdi, Babacan istifa etti ve AK Parti muhalefeti dışarıya çıkarıldı.

Bu gelişmeyle paralel olarak iktidar blokunun bir diğer hamlesi de HDP üzerinden Millet İttifakını çözmeye yönelik hamlesi geldi. CHP’yi HDP; dolayısıyla PKK ile ittifak halinde gösterecek açıklamalar, Diyarbakır annelerinin gündemde tutulmasıyla, İYİ Parti’nin CHP’den uzaklaşması hedeflendi. Nitekim Genel Başkan Yardımcısı Yavuz Ağıralioğlu’nun “CHP, HDP’le devam edeceğiz derse biz yokuz” açıklamasıyla karşılık buldu.

Bu durum gösteriyor ki iktidar bloğu, PKK-HDP üzerinden İYİ Parti’yi Millet ittifakından ayırmayı hedefliyor. O kadar ki Meral Akşener’in 30 Ağustos resepsiyonuna katılıp Erdoğan’la tokalaşması da bu çerçevede bir işaret sayıldı.
Anlaşılıyor ki, Cumhur ittifakı, kaybettiği desteği yeniden kazanmak için, terörle mücadele, PKK-HDP bağlantısı üzerinden Millet ittifakını vurmaya çalışacak ve Suriye sorununun doğası gereği beka sorununu öne çıkararak pozisyon alacak.

Peki AK Parti’nin bu hamlesinin taşıdığı riskler yok mu? Elbette var.

Bu risklerden birincisi İYİ Parti’nin Millet ittifakından ayrılıp Cumhur ittifakına yaklaşmasının MHP’de yaratacağı tepkidir. MHP, Cumhur ittifakının kazananı konumundadır. Bu siyaseti kuran da MHP lideri Devlet Bahçeli’dir. Bu nedenle “MHP yerine İYİ Parti” formülü olmasa bile, İYİ Parti’nin de Cumhur ittifakına yanaşması, MHP’nin iktidar alanını daraltacaktır.

İkinci risk ise Davutoğlu ve Babacan’ın kuracağı yeni partilerin AK Parti tabanından götüreceği destektir. "Yüzde 50 artı 1” sisteminde “Yüzde 1” önemli bir faktör haline gelmiştir. Bu sistemde, iki yeni partinin seçmenden alacağı ve ilk anketlere göre anlamlı büyüklükte olduğu anlaşılan destek, AK Parti’yi iktidardan düşürebilir.
Bu destek kaybının İYİ Parti tarafından kapatılacağı düşünülse bile, Meral Akşener’in, AK Parti’den çok daha fazla ortak paydaya sahip olduğu CHP’yle işbirliğini terk edeceğinin bir garantisi yoktur. Aksine Kemal Kılıçdaroğlu ve Meral Akşener’in açıklamaları tam aksi yöndedir.
 
MİLLET İTTİFAKININ TAKTİĞİ
 
Cumhur ittifakının bu hamlelerine karşın, seçim sonrasında gündem belirleme yetisini ilerleyen aylarda zorlamayan Millet ittifakı, iktidar bloğunun üzerine gitmektense “bekle-gör” pozisyonuna geçmiş görünüyor.

İktidara yüklenmek, gündemi seçim sonuçlarıyla sürdürmek, iktidarın yanlışlarını ön plana çıkarmak, Erdoğan’la polemiğe girmek yerine, AK Parti içindeki çatışmaları izlemeyi yeğlemiş görünüyor.

CHP, iktidarla günlük polemik yürütmek yerine, üstlendiği yerel iktidarda somut icraat yapmanın daha önemli olduğunu düşünüyor. Büyük kentlerde başarılı bir yerel yönetim sergilemesinin, Erdoğan’la polemiğe girmekten daha olumlu sonuçlar doğuracağına inanıyor.

CHP’de HDP ile kurumsal bir ittifaka yönelme eğilimi yok. Bu konuda Cumhurbaşkanlığı seçiminde HDP seçmenin kararına güveniyor. CHP kurmayları, genel seçimde ise HDP’nin bir baraj sorunu yaşamayacağı düşüncesi hâkim. Bu nedenle de iktidarın “HDP ile ittifak yapıyorlar” söyleminin siyasi bir sonucu olmayacağı kanaatindeler.
Bakalım hangi ittifakın taktiği başarılı olacak.

Şunu da belirtmek gerekir ki, 31 Mart ve 23 Haziran sonuçlarına yol açan koşullar daha belirgin biçimde devam ediyor.

Millet ittifakının bu koşulları iyi okuması bir iktidar değişikliği getirebilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fikret Bila Arşivi