‘Köpek Dişi’ gösterimde: Sert ve aykırı...

‘Köpek Dişi’ gösterimde: Sert ve aykırı...
Yorgos Lanthimos’un yönettiği ‘Köpek Dişi’ bugün gösterimde.

2009’da Cannes’dan ödülle dönüp zaman içinde kült film mertebesine erişerek Yunan yönetmen Yorgos Lanthimos’u dünya çapında ünlendiren “Kynodontas-Köpek Dişi” yıllar sonra nihayet gösterimde. Kimi eleştirmenlerce, 2000’lerin ilk döneminde, ‘dış mihraklarca’ ağır ekonomik-siyasal baskılara maruz kalan Yunanistan’a dair alegorik bir film olarak değerlendirilmiş bu namlı film, şehirden uzakta, duvarlarla çevrili, geniş ve yemyeşil bahçeli, havuzlu bir malikânede geçen, orta üst sınıftan, ergen yaşa gelmiş 3 çocuklu bir çekirdek aileyi konu ediniyor.

Anne babaları tarafından ‘kötü’ dış dünyadan tamamen tecrit edilip eve hapsedilmiş olarak yaşayan, babaya kesinkes itaat etmiş, birbirleriyle şiddete de varan bir rekabet halindeki, sözcüklerin anlamlarının da yanlış öğretildiği, (ikisi kız, biri oğlan) çocuklar, ancak köpek dişlerinin düşeceği gün özgürlüklerine kavuşabilecekler. Sadece fabrika yöneticisi, despot babanın dışarıya çıkabildiği, çocuklarınsa hiçbir şekilde dış dünyayla temas kuramadığı film, kontrol manyağı babanın delikanlı oğlunun cinsel gereksinimini karşılaması için güvenlikçi Kristina’yı eve getirmesiyle ivme kazanıyor ve

Kristina giderek 2 kız kardeş için de çekici bir arzu nesnesine dönüşüyor..

Son dönemde seyrettiğimiz “The Lobster”(2015) ve “Kutsal Geyiğin Ölümü”yle (2017) kendine özgü üslubunu nisbeten yineleyerek artık Hollywood’da çalışmaya başlayan Lanthimos’un absürd öğelerle destekli, hatta yer yer groteske varan, kadrajları bile-isteye bozuk, yapay ve tuhaf bir anlatım tutturduğu, (özünde dalgasını da geçtiği) erkek egemen iktidarı resmettiği, zamana da karşı koyan bu sıradışı çalışması, sonuçta otoriteyi, dini, dili ve aileyi hedefe yerleştiren, sert ve aykırı bir film.

‘Kadın ve kuklası...’

Görmemiş sinefillere salık verilecek “Köpek Dişi”nin yanı sıra, “The Rider” adlı modern westerniyle tanıdığım İrlandalı yönetmen Anthony Byrne’ün başroldeki Natalie Dormer’le birlikte senaryosunu yazıp yönettiği, beylik gerilim-heyecan klişeleriyle bezenmiş “In Darkness-Karanlıkta” (2018) da bugün gösterime giren bir başka yeni Amerikan yapımı. Londra’daki Bosna asıllı, kör kadın piyanist Sofia’nın (Natalie Dormer) seksi üst kat komşusu Veronique’in (Emily Ratajkowski) sevgilisi Marc’ın (Ed Skrein) yanındayken pencereden düşüp ölmesiyle başlıyor “Karanlıkta”. Aslında işadamı kılığındaki ‘Bosna kasabı’ Sırp Zoran Radiç’in (Jan Bijvoet) kızı olan Veronique, babasının aleyhindeki kanıtları içeren bir flaş belleği sakladığı için öldürülmüştür. Kremlin’in kellesini istediği Radiç savaşta tüm ailesini yok ettiği için intikam peşindeki Sofia’nın hedefindedir. Sofia’yı izleyen dedektif Mills’se (Neil Maskell) polisin intihar diye kapattığı bu olayın izini sürecektir. Yakın tarihin Bosna savaşından kaynaklanan bir kurmaca gerilim serüvenini Amerikan yaklaşımıyla aktaran “Karanlıkta”, gitgide ikna ediciliğini yitiren senaryosuna karşın özenle çekilmiş oynanmış ama Radiç’in meğerse Sofia’nın babası olduğu sürprizini açık eden bayat finaliyle çarçabuk unutuluverecek cinsten, vasat bir film sonuçta.

1950-60 ve 70’lerin usta sinemacısı Joseph Losey’in (1909-1984), James Hadley Chase’in romanından aktardığı, bizde yarım yüzyıl kadar önce “Aldatan Kadın” adıyla gösterilmiş, en iyi dönemindeki Jeanne Moreau’yla Stanley Baker ve Virna Lisi’nin oynadığı ünlü ‘kara film’inin Fransız yönetmen Benoit Jacquet eliyle yeniden çevrilmiş versiyonu “Eva”, çağdaş bir ‘Kadın ve kuklası’ çeşitlemesi olarak Başka Sinema salonlarında 3. haftasında. Moreau’nun yerini Isabelle Huppert’in, Baker’ın rolünüyse Gaspard Ulliel’in almış olduğu bu re-make “Eva” aslının yerini tutamasa da rahatlıkla izleniyor.

Sungu Çapan - Cumhuriyet