Konuk yazar Sedat Kaya: Ölüler Dağı'nda bir gece vakti...

Konuk yazar Sedat Kaya: Ölüler Dağı'nda bir gece vakti...
Hafta sonu Mesudiye'deki dostlarım Özbilen ve Burcu ile düştük yollara.Rotamız Toroslar.İlk durak Fethiye'nin zirvelerindeki Nif Köyü.Nif eski bir Rum yerleşim yeri.İsmi de Rumca'dan...

Hafta sonu Mesudiye'deki dostlarım Özbilen ve Burcu ile düştük yollara.

Rotamız Toroslar.

İlk durak Fethiye'nin zirvelerindeki Nif Köyü.

Nif eski bir Rum yerleşim yeri.

İsmi de Rumca'dan geliyor zaten.

Gelin demek.

Gerçekten gelin gibi bir köy.

Kiraz ve ceviz ağaçlarıyla, sincaplarıyla, dağ keçileriyle, dereleriyle şirin bir dağ köyü.

Zirveler akçam ağaçlarıyla dolu.

Çam dayanıklı ağaçtır.

Nice kara kışlara direnir.

Ama bu zirvelerde kış aylarında kar o kadar yoğun ki, ağırlığı akçamların dallarını bile eğmiş.

Köyün doğası harika.

Havası da.

Yörük kültürü hakim.

Datça'dan yola çıktığımızda sıcaklık 24 dereceydi, Nif'e vardığımızda 4 dereceye indi.

Ve tipiye benzer bir dolu yağışı karşıladı bizi.

Saatlerce sürdü yağış.

Bir anda heryer bembeyaz.

Ardından gökkuşağı.

Zirvede bu mevsim, bu yağışa denk gelmek büyük mutluluk.

Ama beklenmedik bir sürpriz oldu bize.

Çünkü planlarımızı bozdu.

Toprak ıslandı, dağ yolları bozuldu.

Üstelik kaya düşme riski arttı.

Üç dört gün Toros zirvelerini gezmeyi  planlarken, vazgeçmek zorunda kaldık.

Gece Nif'ten biraz daha yukarıda Kırıkpınar'da konakladık.

Çivi gibi bir hava.

Soğuk.

En kalınından yünlü yorgan ile yatılıyor.

Sıkı giyinmezsen hasta olmamak elde değil.

Dışarıda domuz ve çakal sesleri.

Ve kangalların havlamaları.

Kaldığımız köy evinin sahibİ Hilmiamca ve eşi yaşlı insanlar.

Ama bizleri muhteşem ağırladılar.

Sabah krallara layık bir kahvaltıdan sonra ver elini Akdeniz kıyıları.

Kekova Üçağız'a gideceğiz.

Balıkçı Telemen'in evine.

Ama yol üzerinde bir yer var ki, görmeden geçilmez.

Kragos dağı.

Likya dilinde Pinale.

Ya da Pinara.

Oval demek.

Gerçekten de oval bir alana kurulmuş fantastik bir Likya kenti.

Halk arasındaki adıyla ölüler dağı.

Bugünkü Babadağ.

Likya'nın başkenti Xanthos'ta nufüs artınca köyün yaşlıları karar vermiş.

"Bizler savaşamıyoruz, bizler üretemiyoruz. Çocuklarımız ve torunlarımız kent hizmetlerinden daha iyi yararlanması için gitmeliyiz."

Ve gitmişler.

Xanthos'u terkedip, Pinale'yi kurmuşlar.

Kragos dağını kendilerine mezar yapmışlar.

Beni her zaman çok etkileyen yerlerden biri burası.

Özbilen de yıllar önce arkeolog Prof. Ahmet Tırpan ile gezmiş bu kenti.

O da çok etkilenmiş.

Ne ilginç biliyor musunuz?

Elin oğlu uzak diyarlardan sırf bu kenti görmek için geliyor, bu ülkenin çocuklarının Pinale'den haberi yok.

İki saate yakın bir yolculuk sonrası Pinale'deyiz.

Ölüler Dağı'nda.

Bir dağ düşünün.

Üzeri delik deşik.

Binlerce kaya mezarı var.

Acaba hangi mezar ustaları açtı bu delikleri?

Hangi aletleri kullandılar?

Kimler yattı o mezarlarda acaba?

Likyalılar onurlu insanlardı.

Teslim olmayı  asla kabul etmeyen insanlar.

Teslim olmak yerine topluca intiharı edecek kadar özgürlüklerine düşkündüler.

Hani Nazım Hikmet der ya.

"Mesele esir düşmekte değil, teslim olmamakta bütün mesele."

Likyalılar böyleydiler.

İki kez onurları için öldüler.

Bir Pers istilasında, bir de Roma kuşatmasında çocuk çoluk tüm halk kendilerini yaktılar.

Düşmana ne ganimet, ne esir bıraktılar.

Ve mermerin üzerine şunları yazdılar.

“Evlerimizi mezar yaptık,

Ve mezarlarımızı kendimize ev.

Evlerimiz ateşe verildi,

Ve mezarlarımız yağmalandı.

Yüksek tepelere sığındık,

Yerin dibine saklandık,

Su içinde gizlendik,

Geldiler ve bizi buldular.

Bizi yaktılar ve yok ettiler,

Bizi yağmaladılar.

Ve biz,

Analarımızın uğruna,

Kadınlarımızın uğruna.

Ve biz,

Onurumuz uğruna,

Ve özgürlüğümüzün.

Biz, bu toprakların insanları,

Topluca intiharı aradık

Arkamızda bir ateş bıraktık,

Hiç sönmeyecek."

Bunları konuşurken hava karardı Pinale'de.

Gece olsa bile ayrılamıyor insan buradan

Gökyüzü yıldız yorgan.

Ay ışığı mezar odalarına vururken, vadiden gelen rüzgar sesi bu mezarlarda yatan binlerce onurlu Likyalı'nın çığlığı gibi.

Kamp ateşinin kıvılcımları samanyoluna yükseliyor.

Yanan odunun çatırtısı, domuz ve tilki seslerine karışıyor.

Ve insan zamanın ötesine gidiyor.

Acaba yüzyıllarca böyle ateş başında kaç Likyalı dua etti?

"Ey tanrı Kakasbos.

Biz Pinaleliler çocuklarımız ve torunlarımızın daha rahat yaşayabilmesi için evlerimizi mezar, mezarlarımızı ev yaptık.

Artık çocuklarımız ve torunlarımız sana emanet.

Duy sesimizi."

Ertesi gün yolculuğun son durağındayız.

Kekova'da.

Telemen'in Evi'nde.

Telemen Üçağız Köyünde bir güzel insan.

Tepeden tırnağa balıkçı.

Eşi Hülya ile Köy evlerini turizme açmışlar.

Hem gezi teknesi, hem balıkçı teknesi var.

Ailesiyle bizi çok iyi karşıladılar.

Özbilen ve ben balık tutmayı seviyoruz ya, Telemen durur mu?

İki günlük av planı yaptı hemen.

İlk gün olta balıkçılığı.

İkinci gün ağ.

Gündüz gezi, gece balıkçı teknesiyle.

Kekova koylarında full balık tuttuk.

Zifiri karanlıkta sığ koylara girdik.

Milyonlarca dalyan kefali dans etti yanıbaşımızda.

Belli ki üreme zamanları.

Ve 2 metre boyunda bir köpek balığı.

Teknenin etrafında resmen meydan okudu.

Dua etsin o an zıpkın yoktu.

Gerçi bu sularda çok dolaşıyormuş camgöz.

Ama daha insana saldıranı görülmemiş.

Neyse.

Ağları çekmeye başladığımızda Datça ile Kekova'nın farkı da çıktı ortaya.

Burada çeşit boldu.

Gözleri fosforlu karidesler, mavi yengeçler, her cins balık.

Hatta çinekop bile.

Telemen her yıl yeni yeni balıkların geldiğini söyledi.

Çinekop bu sene görülmüş Akdeniz sularında.

Afrika barbunu da.

Bakalım daha neler gelecek?

Her iki gün karnımızı doyuracak balıkları tuttuk.

Telemen deniz suyunda temizleri hepsini.

Sonra odun ateşinde pişirdi.

Birgün tava, birgün ızgara.

Halil İbrahim Sofrası gibi doldu masa.

Ve ailesiyle birlikte yedik denizden yeni çıkmış balıkları.

Tıka basa deniz ürününe doyduk.

Sonra demli bir çay.

Ve ardından geç saatlere kadar sohbet.

Sabah vedalaşırken sözleştik Telemen ile.

En yakın zamanda deniz kıyısındaki bir başka Likya kentinde çadır kuracağız.

Sabahlara kadar hem balık tutup, hem onurlu Likyalılar'ı konuşacağız