Konuk yazar Haluk Işık: Al eline kalemi

Konuk yazar Haluk Işık: Al eline kalemi
Bakmayın siz, “Ben bunları kendim için yazıyorum” dediğine. Kalemi eline alan herkes, en azından bir kişi okusun diye yazar. Yoksa yazdığı kâğıdı niye size uzatıyor, irileşmiş gözlerini dikip, daha ilk satırı okumaya...

Bakmayın siz, “Ben bunları kendim için yazıyorum” dediğine. Kalemi eline alan herkes, en azından bir kişi okusun diye yazar. Yoksa yazdığı kâğıdı niye size uzatıyor, irileşmiş gözlerini dikip, daha ilk satırı okumaya başladığınızda, “Nasıl buldun?” diye sizi sıkıştırmaya başlıyor?

“Yazılı düşünme ve kendini yazılı ifade etme ” konusunda pek uzun geçmişe ve yaygınlığa sahip olmayan bir halkın çocuklarıyız.

Bu nedenle, yazma gerekçesi ne olursa olsun, bizim gibi coğrafyalarda yazmaya teşebbüs bile, bir medeni cesaret işidir ve en azından bunun için takdir edilmelidir.

İşe bir de bilgisayar klavyelerinin, cep telefonları tuşlarının karışması, insanları kâğıt-kalem zahmetinden, titizliğinden, dile ve düşünceye özenden hepten koparmış durumda.

Hal böyle olunca, fazla değil kırk-elli yıl öncesini konu edinen romanlarda ve öykülerde “mektup”tan ne kadar da çok söz edilmesine şaşıyor, hatta mektubun “yazı sanatları” arasında sayıldığına inanasımız gelmiyor.

Bugünlerde bir oyun için, yeniden ve çok yoğun bir “Mustafa Kemal Atatürk” okuması yapmaktayım.

Balkanlar, Trablusgarp, Çanakkale, Erzurum, Sivas, Sakarya, uzatmayayım her biri ateş, kan ve koşuşturma içinde geçen günlerde, bu kadar not almayı ve her fırsatta mektup yazmayı bir insan nasıl başarır diye düşünmeden duramıyorum.

Üstelik geçiştirmeden, dilde ve anlatımda dikkat ve özeni elden bırakmadan, belge ve bilgi ürünü olmayan tek satıra fırsat tanımadan, nasıl kaleme alındı onca yazı?

Siz Gazi’nin ya da o kuşakların yazdıklarında, düşünce ne olursa olsun, anlatım özeni ve inceliği konusunda, ufacık bir baştan savmalık gördünüz mü?

Sanırım bunun için, olmazsa olmaz bazı koşulları yerine getirmek gerekiyor. Sürekli okurlarımız bilir, yeri geldikçe yinelerim: bilgi, görgü ve entelektüel duruş.

Biri bile eksik olsa; sözümüz ve duruşumuz boşluğa düşüyor, inandırıcılığını yitiriyor, sürdürülebilir olmaktan uzaklaşıyor.

Siyasetten gündelik insan ilişkilerine, bu tutarsızlığa binlerce örnek verebiliriz. Mustafa Kemal Atatürk gibi insanları özel kılan şey, işte bu üçlüyü birbirinin göstergesi ve kanıtı olarak, tutarlı biçimde buluşturma yeteneğinde yatıyor.

Bu tutarlılık hayatın her alanında olduğu gibi, “yazı” için de gerekli ve zorunlu bir koşul.

Vaz geçtim “edebi” bir türde kalem oynatmayı, aşağıdaki bakkala alışveriş notu gönderdiğimiz çocuğumuz, en az üç kere “Bakkal şurasını anlamadı, burasını çözemedi, orasını bir sor gel dedi” gerekçesiyle gidip geliyorsa, ortada ciddi bir sorun var demektir.

“Al eline kalemi, yaz başına geleni!”

Tamam, atalarımızın sözünü yerine getirelim de, nasıl?

Ağzımıza geleni ölçüp biçmeden söylediğimiz gibi, kalemimize düşeni geldiği halde kâğıda dökmek “yazı” olmuyor, olamıyor.

Bu yaklaşımın, ne sanatta ne de hayatta bir karşılığı var.

Mektup diye başladık, oradan örnekleyelim.

Bu yoksulluk ve yoksunluk, başlı başına bir sektör yaratmış, nicesine hatırı sayılır paralar kazandırmıştır. “En güzel aşk mektupları”, ”Özel günler kutlama mesajları”, “İşe başvuru yazıları”, hatta “Hazır kompozisyon örnekleri” adıyla satılan ve kapış kapış giden kitaplardan söz ediyorum. Gülmeyin, bu ülkede kaç delikanlı, o kitaplardan bire bir kopyalayıp gönderdiği sevda mektubunda, esmer ve kömür karası saçları olan sevdiğine “Sarı saçlım, sırma zülüflüm” diye seslendi de, baltayı taşa çaldı, bilir misiniz? Ama o delikanlı kuşkusuz, “Bir şiir yazdım, okur musun?” deyip, “Sana ben zorunluyum / Mıh gibi gizliyorum adını aklımda / Şimdi saat kaç, ne yapıyorsun kim bilir / Bense bir zeytin ağacıyım çocuk parkında” misali herzeleri uzatanlar ve “Ben şairim” diye şişinerek dolaşanlar kadar zavallı değildir. Söylemeye çalıştığımız şudur ki, dili bilmek bir yana, beş düşünüp bir yazmak, yazmaya başlamadan önce okuyarak, hayatı ve insanı dert edinerek kafayı ve yüreği doldurmak, bildiğini inanarak ve o türe dair donanarak yazmak gerek.

Yunus Emre boşuna mı dedi:

“Sözünü us ile düşür!”

Etiketler :